Evdekiler...
Gürültü üretmek için varolan, hayatımın sonuna kadar (ki yakındır) varolacak ve
varlığımı sesleriyle kemirecek hayaletler. Korkmuyorum ama. Hey, siz,
korkmuyorum, diyorum. Gıcırdamayacak kadar asil olan oda kapılarını bile
varlıklarıyla gıcırdatan, çürüten, beni, içimi, taa içimi çürüten siz değil
misiniz? Televizyon ya da hantal bir mobilya eskisinden gece yarısı çıkan
çıtırtıcıklar bile, o çıtır çıtır sesler bile huzursuz etmeye başladı. Aklımı
kemiriyorlar. Paşam, aklımı, diyorum, aklımı kemiriyorlar. Yiyip bitiriyorlar.
Uyku gelmiyor bir türlü paşam. Uyku uğramıyor buralara artık. Reha Muhtar'a da
gittim paşam, olmadı, çıkar dedim beni televizyona da anlatayım, sen kavga
istemiyor musun… Milletin gözünün içine içine bakıp, ‘tuuu yazıklar olsun!’
demek istemiyor musun… vah sana, vahlar sana,
demek istemiyor musun? Bende ne hikâyeler var Rehacığım, dedim, yok
hayır, Rehacığım, değil de Reha Bey, dedim. Ama nerdeeee, nafile paşam,
nafile... Sanırım o da onlardan. Reha Muhtar mı kaldı ayol, gitti onların hepsi,
diyorlar. Yalancılar. O küçük sarı haplardan almaya başladım, İyi gelir,
dediler kahvede... Nafile paşam, nafile diyorum size. Üst üste nöbetler,
nöbetler ve nöbetler. Eşyaların sesleri. Evdeki her ayrıntının ayrı ayrı, çatır
çatır sesleri. Çığlıkları. Evet evet, giderek, yakarışları. Bakın ne diyorum
size... İnlemeler. Buldum işte, inlemeler, inim inim inlemeler. Evdeki insan
elleri, nesneler, nesneye dönüşen, üç boyutlu şeyler. Düşman göründü, kendini
belli etti artık. Düşman içimizde, bu kesin işte. İçimizdeki düşmanı vuralım
artık. İşte konu, içimizdeki düşmanı anlatalım birbirimize. Uykularımın içine
sızıp rüyalarımı delik deşik eden küçük böcekler. Milyonlarca hani. Evdeki
insanlar, evdeki kurşun askerler. Sözcük üreten, evet evet, telefonda saatlerce
konuşuyor bunlar paşam. Yapışmışlar telefona. Ben eve geldiğimdeyse çıt yok.
Tek kelime konuşmazlar benle. Tüh, yazıklar olsun. Sözcükleri birbirine ekleyip
cümleler kuran (Ne gaf), bu cümleleri yanlarındakilere, artlarındakilere ya da
olmayan, evet, olmayan insanlara, askerlere, ve bana, ve bana yine anlatan,
anlatıp anlatıp tüketemeyen, bir türlü tüketemeyen demek istiyorum (Cumartesi
günleri konuşurlar benimle, ne hikmetse), onlar işte. Ya ben, onlardan mıyım?
Evde biriyim, kuşkusuz. Yazık ki (ne gaf) öyleyim. Hayır, sokağa çıktığımda da
durum aynı. İşyerinde de. Paşam bu müdürlerin hepsi mi aynı olur yani.
Öğrendiğime göre güzel yurdumuzda altı milyondan biraz fazla müdür varmış. Biz
böyle giderse Ortadoğu ve Balkanların yegâne müdür üreten tarlası konumuna
düşeceğiz, buna üzülüyorum. Hepsi de müdür olduklarında güzel yurdumu
değiştireceklerini zannederler. Affedersin yani sen ilk önce bizi adam gibi
koşullarda çalıştır da, memleketle ilgilenenler mevcut zaten. Tekrar özür
diliyorum paşam, size de ayıp oldu ama... Arz ederim paşam. Devam da ederim
dilerseniz. Ama durun hele. Geldi. Uzunca bir süre beklediğim, o, geldi.
Müsaadenizle. Burada... Yanı başımızda. Evin bütün ışıklarını açıyorum işte.
Yok, yetmedi, gaz lambalarını da yakayım, şu ışıldakları da. Depremden sonra
paşam, deprem çantasına koymak için aldıydık. Tam dört tane ışıldak, hepsi de
radyolu. Ama radyoları çalışmıyor. Olsun be paşam, sağlık olsun. Mumları da
yakayım. Gazocağını da açayım. Işık olsun diye, evet ışık. Her yer aydınlık
olsun. İki pencereyi de açayım. Açtım işte. Baharın bütün kokuları, sesleri,
görüntüleri doluştu odaya, eve. Koklayın. Derin derin çekin nefesinizi paşam.
Oooohh. Oda diğer bir odaya açıldı sanki, evet. Ev, sokağa açıldı. Baharın o
adlandıramadığım yerine kondu. O burada. Karanlık sokaklardan, karanlık
insanlardan koptu geldi. Evdekiler onun geldiğinden, burada olduğundan
habersizler, şüphesiz. Ev sakinleri onlar paşam. Ev sakinleri. Şşşşş.
Bir
tanesi yaklaşıyor işte. Müsaadenizle oturtacağım şuraya. İki çift lafım var
söyleyecek. Gel, otur şöyle. Biraz konuşacağım seninle. Neden bu kötülüğü
yaptın bana? Ben ki el değmemiş, ses işitilmemiş bir küçük odada yaşadım
yıllarca. O odayı sevmiştim. Sonra başka odalarda yaşamayı denedim ama
yapamadım. Yaşayamadım bir türlü, anlıyor musun? Yaşayamadım. Gece olunca
sevinirdim. Gündüz mutsuz ederdi beni. Gece olunca bir sürü hikâye
uydurabilirdim. Bir sürü olmamış şey yani. Tuhaf şeyler, evet. Neden beni
mutsuz ettin, tuhaf kıldın böyle? Neden bana bu kötülüğü yaptın?
Bütün
yolculuklarım uzun oldu benim. Paşam siz de dinleyin. Hiç kısa yolculuk
yapmadım hayatımda. Bir şehirden başka bir şehre giderken üzülmedim hiç.
Gönderdiler, gittim. Uzun yolculuklarımda kısa yaşamlar tanıdım. Tanrım, bir
tek benim yaşamım uzun sürdü galiba, evet evet öyle oldu. Bir sevgilim bile
oldu. Özür diliyorum herkesten. Beraberliğimizin ikinci ayında öldü. Neden bu
büyük kötülük, ha, neden, neden?
Ben
aklı başında bir insandım. Ben aklı oldukça başında bir insandım. Ben aklı
biraz fazlasından başında bir insandım. Hangisini seçeyim? Ben aklı uçuk, evet
bu işte, uçuk bir insandım, kabul ediyorum. Ben, mutluyum, tek başımayken yani.
Kimsecikler yokken. Odamda, evimde... Şehrimde. Kendimle ve yine kendimle.
Küçüktüm. Büyüdüm. Sonra hastalandım. Sonra iyileştim. Doktorlar öyle
söylediler. Annem de. Çiçek bile aldılar bana. Çikolata, oyuncak, yeni giysi...
Eskiden büyük bir evde otururduk paşam, af buyurun. Annemle, demek istiyorum.
Sonra, küçük bir ev... Sonra daha küçük bir ev ve sonunda bir oda... Kötülük
biraz daha sonra galiba. Evet, evet, biraz daha sonra kötülük.
İyi
bir öğrenci değildim. Hatırlıyorum. Koca
da olamadım, iyi bir koca yani, anlıyorsunuz herhalde. Baba oldum olmasına ama
babam gibi bir baba olamadım. Çocuğum beni öldürmek istemişti bir keresinde,
evet paşam, buna inanabiliyor musunuz? Şimdi de öldürmek ister mi acaba? Onun
nerede olduğunu bile bilmiyorum ki. Uzaklara gittiğim bir yolculukta onu ve
erkek arkadaşını garda görmüştüm. Onlar beni görmemişti. Anneleri de vardı
galiba yanlarında. Sevgili karıcığım. Sevgi dolu biricik karıcığım da oradaydı,
evet. Ben sosisli sandviç yiyordum. Sevgilim bile olmuştu sonra, anlatabiliyor
muyum, hastaydı ama, ölmüştü. O da biliyordu yolcu olduğunu. Benden tiksinen
karımın cenazesinde hissettiğim o garip, kötürüm duyguyu (adı yok) sevgilimin
ölümünde de hissetmiştim. Gece rüyamda her ikisinin de yanaklarına birer
karanfil yapıştırıyor, beğenmeyip çıkartıyor, tekrar yapıştırıyordum. Tanrım
neden bu kötülük ha? Kızım, küçükken sırtıma binip bana at muamelesi yapan o
delişmen kızım beni aklının kuytularından silmiş. Öyle yazdıydı bir mektubunda.
Bir de tükürmüş mektubun içine.
Şimdi
yeni bir yolculuğa çıkmak üzereyim. Dur, dinle beni. Siz de dinleyin paşam.
Ardımda hiçbir şey bırakmıyorum. Eskisi gibi yani. Galiba bir tek bu değişmedi.
Yani, bir şeysizlik, demek istiyorum. Acı vermiyor. Gitmek, yani, acı vermiyor,
diyorum. Aksine, hep ‘geliyorum'u yaşıyorum galiba. Galiba, değil, bal gibi de
öyle işte. Geliyorum... geliyorum... Ey kötülük, bak, ben geliyorum yine, yana
yana yanına... Orada kal ama. Yok, size söylemedim paşam. Kötülükle
konuşuyordum. Bir yere ayrılma, yine kötülüğe diyorum, paşam. Yorulma sakın.
Her bir şeyimi vermeye geliyorum yanına. Mavi astarlı pantolonumu giydim, bak,
siz kafanızı şöyle çevirin, paşam… Yalnız ve tek ve biricik ve bomboşum. Ey
kötülük, yedi saatlik bir yolum var sana. Saatiniz kaç paşam? Şapkamı da
takayım, getir şuradan bakayım şapkamı. Dur, şu eldivenlerimi de giyeyim bir
güzel. Ayakkabılarım artık eskidi galiba. Olsun, sen aldırmazsın değil mi?
Bilmiyorum ki. Duyuyor musun?
Bavulum
nerede? Yok, istemem, kalsın. Ya, çizgili gömleğim, karımın hediyesi. Ay
pardon, onu giymişim zaten. Size karşı da ayıp oluyor paşam ama... Sevgilim,
canım, bir tanem... Resmini cebimde taşıyorum, bak. Neden kötülük var, dersin?
Kime sordum şimdi ben bu soruyu? Neden kötülük? Bu jilet kesecek mi şimdi
damarımı? Yok paşam heyecanlanmayın, kesmez. İki günlük sakalımı bile
kesmemişti bu meret. Onun için paşam, onun için işte böyle sakallı gideceğim.
Kahpe jilet.
Bakın,
burada yazıyor işte paşam, Meydanda, yani Meydan Larus'da… ‘Delirium Tremens’
diyor. Müzmin alkoliklerde… Titremeli Hezeyan… Bakın… Delirium, delirium da
kimseye anlatamıyorum derdimi. Ben delirmiyum da kim deliriursun? Odama dönmeliyim. Odama. Bu kötülük geçici. İnsanlar. İnsanlar
nereye gittiler birden bire. Kapıyı aç gardiyan. Kapıyı aç, diyorum sana gafil
adam. Gömleğim buruşmuş işte. Beyaz deli gömleğim. Kırmızılık mı var kollarımda
ne. Gardiyan Julianus! Hey July! Açsana kapıları ulan, soytarı huzura çıkmak
istiyor. İmparator buyurdu. Kırmızılık artıyor doktor paşa, kırmızılık büyüyor.
Büyümeyeceğini söylemiştiniz oysa. Doktor Faustus! Hey, sen de gel. Bak neler
göstereceğim sana. Kızım... karıcığım... sevgilim... Elanor... Hepiniz gelin de
görün. Kötülük nasıl da kanımı içiyor. Spotları kapatma ışıkçı. Suflör, sufle
yap, sufle yap, durma öyle, haydi... Bu sufle çok sıcak olmuş. Tükeniyorum.
Pilim bitiyor. Neredesin? En çok sana ihtiyacım var. Suflör, hey, karım olan
suflör. Sözüm bitiyor. Kulağıma fısıl... Anlamasınlar ama. Sözüm bitti diyorum
sana. Bitti işte. Ağlamamalıyım ama. Perdeyi kapatın arkadaşlar. Perdeyi,
diyorum, yavaş yavaş kapatın. Hiç kimse kalmamış burada. Herkes gitmiş. Tanrım,
herkes gitmiş. Raif... Saniyeeee... Micelloooo... Haruuuun Beeey... Gömleğim,
gömleğim nerede. Odam. Evim. Benim evim. Yolculuklarım. Kötülüklerim. Bana
yöneltilmiş kötülükler nerede. Tanrım, ellerimi de göremiyorum. En son oyununu
da oynadın, ha. Beni burada, benimle yakaladın ve vurdun işte. En sonunda beni
benden de almayı başardın. Ama ben zaten sana geliyordum. Neden. Neden bu
kötülüğü yaptın bana? Tensiz ve gölgesiz bıraktın beni. Tek başıma, evet, tek
başıma bile değilim şimdi. Sesim kaldı bir tek. Bir de... Onun... akılsa... içindekilerden…
sigaranızı nasıl içerdiniz... siz, efendimiz... dur... düşünce... gidiyor... gidiyoooor...
dur... allegro, geber... söz geber... akıl, sen de git artık uzak... geber
allegromezzosopranonakil al... sen de geber artık.
Ψ
Elleri
terledi. Onun bağırtılarına koşup geldiler. Yorulmuştu. Birisi, limon kolonyası
getirdi. Diğer birisi, boşu boşuna yanan ışıkları söndürdü. Bu gaz lambasını
alıyorum ben de, dedi birisi, sonra ekledi: Nereden buldun kuzum? Koltuğun
arkasında, gizlediği yerde bulmuştu. Gaz var mıydı içinde? Vardı herhalde,
hayır hayır yoktu. Rakı koymuştu içine. Belki de sadece fitili yanıyordu işte.
Hatırlamıyordu. Hem, neden bu ahiret sorularını soruyorlardı ki. Görmüyorlar
mıydı, bitkin halini. Kolonya getirin, diye bağırdı uzandığı kanepeden.
Galonlarla getirin, yetmiyor. Devam etti: Alkolle yıkayın... yok, durun,
kalsın... şarapla yıkayın beni, temizleneyim bari. Durmayın orada diyorum. Kırmızı
olsun, Kutsal Bakire Meryem adına olsun... Paşam siz de oturun, zahmet
buyurmayın, bakmayın aptallıklarına, iyi insanlardır, sizden iyi olmasınlar
yani... Şimdi hazırlarlar acılı Adanamızı...
Herkes
dikkatle onu izliyordu. Elleri terliyordu. Kocacığım, dedi bir kadın, karısıydı
herhalde. Alnından yanaklarına süzülen ter damlacıkları çenesinin altında
birikti bir süre. Sustular. ‘Saki,
nerede kaldı bizim şarap?’ Yavaş yavaş herkes kendine bir yer bulup oturdu. ‘Peder,
vaftizimi yapsan diyorum artık.’ Bitkin düşmüştü. ‘Oğlum!’ dedi acımaklı bir
ses tonuyla birisi. Kolunu kaldıracak hali yoktu. Sonra, hiç susmamacasına
konuşmaya başladı yeniden. Evdekiler onu dinlediler; komşular, bütün bir
mahalle sakinleri onu dinlediler. O, dedi ki:
‘Şarap
eti yumuşatır... Etimin yumuşamasına ihtiyacım var, görmüyor musunuz?
Konuşsanıza. Ne oldu size böyle, ne oldu bunlara böyle paşam? Tam da o
gelmişken yapılır mı bu? (Bunlar yaparlar ama.) Işıklar yanıyorken.
Ayakkabılarım nerede? Pantolonumu verin. Onunla gidiyorum ben. Burada bana
ekmek yok artık. Kolonyanızı da başınıza çalın. Bunun fısfıslıları çıktı
fısfıslıları, uyuyun siz, uyuyun daha. Şarabınızı da başınıza çalın. Paşam siz
aldırmayın bana. Basite indirgenmiş bir aile faciasına tanık oluyorsunuz.
Bakın, gidiyorlar. Size dayanamıyorlar da ondan gidiyorlar. Görüntünüze,
ihtişamınıza, yürüyüşünüze bile... O da gidiyor. Paşam söyleyin gitmesin, sizi
dinler o. Peder Notorius, elveda. Rahibe muamma sana da elveda. Başrahip
başpiskopos imam Faustus Papandreus, takma dişlerine sahip çık ha, bunlar
onları da götürürler sonra. Rahibe-i Şukufe-ül Beter (Olasın inşallah…)
arkamdan ağlama, karıcığım. Gözlüklerini de sil. Böyle pasaklı babaanneler
görmek istemedi komutan ozanımız, dersiniz arkamdan. Kitabe yazarsınız, pederimam
imzalar. O geldi ve gitti işte. Şimdi bana da sefer vaktidir. Siz seferi ne
zannettiniz. Paşam elinizi verin. İlk hedef özgürlük, değil mi paşam, hayda
bre... düşman sancak şarabı tarafında.’
Sonra
da, ağzına kadar açık pencereden, elinde bir oklava, başında motosiklet kaskı
olduğu halde, dışarıya salıverdi kendini. Önce elektrik direğine çarptı. Kask
kafasından çıkıp ondan önce yere düştü. Kasktan birkaç metre öteye hızla
çakıldı. Sol bacağı karnına çekilmiş, sağ bacağı ters dönmüş biçimde asfaltta yüzükoyun
yatıyordu şimdi. Cebinden kuru yemişler dökülmüştü yere. Avuçları vıcık vıcık
terlemişti. Yukarılardan bir kadın bağırdı. Karşı apartman balkonundan
çığlıklar eşlik etti bu sese. Sokaktan geçen bir adam koşarak yanına geldi,
başını ellerinin arasında tuttu, eline kan bulaştı. O, kafasını yerden
kaldırmadan adama baktı paşam, duyuyor musunuz, huuuu, paşam, uyudunuz mu?
Ender
Macun, Nisan 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder