Delirium - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Delirium - Ender Macun

Delirium - Ender Macun

Paylaş

 Delirium

Evdekiler... Gürültü üretmek için varolan, hayatımın sonuna kadar (ki yakındır) varolacak ve varlığımı sesleriyle kemirecek hayaletler. Korkmuyorum ama. Hey, siz, korkmuyorum, diyorum. Gıcırdamayacak kadar asil olan oda kapılarını bile varlıklarıyla gıcırdatan, çürüten, beni, içimi, taa içimi çürüten siz değil misiniz? Televizyon ya da hantal bir mobilya eskisinden gece yarısı çıkan çıtırtıcıklar bile, o çıtır çıtır sesler bile huzursuz etmeye başladı. Aklımı kemiriyorlar. Paşam, aklımı, diyorum, aklımı kemiriyorlar. Yiyip bitiriyorlar. Uyku gelmiyor bir türlü paşam. Uyku uğramıyor buralara artık. Reha Muhtar'a da gittim paşam, olmadı, çıkar dedim beni televizyona da anlatayım, sen kavga istemiyor musun… Milletin gözünün içine içine bakıp, ‘tuuu yazıklar olsun!’ demek istemiyor musun… vah sana, vahlar sana,  demek istemiyor musun? Bende ne hikâyeler var Rehacığım, dedim, yok hayır, Rehacığım, değil de Reha Bey, dedim. Ama nerdeeee, nafile paşam, nafile... Sanırım o da onlardan. Reha Muhtar mı kaldı ayol, gitti onların hepsi, diyorlar. Yalancılar. O küçük sarı haplardan almaya başladım, İyi gelir, dediler kahvede... Nafile paşam, nafile diyorum size. Üst üste nöbetler, nöbetler ve nöbetler. Eşyaların sesleri. Evdeki her ayrıntının ayrı ayrı, çatır çatır sesleri. Çığlıkları. Evet evet, giderek, yakarışları. Bakın ne diyorum size... İnlemeler. Buldum işte, inlemeler, inim inim inlemeler. Evdeki insan elleri, nesneler, nesneye dönüşen, üç boyutlu şeyler. Düşman göründü, kendini belli etti artık. Düşman içimizde, bu kesin işte. İçimizdeki düşmanı vuralım artık. İşte konu, içimizdeki düşmanı anlatalım birbirimize. Uykularımın içine sızıp rüyalarımı delik deşik eden küçük böcekler. Milyonlarca hani. Evdeki insanlar, evdeki kurşun askerler. Sözcük üreten, evet evet, telefonda saatlerce konuşuyor bunlar paşam. Yapışmışlar telefona. Ben eve geldiğimdeyse çıt yok. Tek kelime konuşmazlar benle. Tüh, yazıklar olsun. Sözcükleri birbirine ekleyip cümleler kuran (Ne gaf), bu cümleleri yanlarındakilere, artlarındakilere ya da olmayan, evet, olmayan insanlara, askerlere, ve bana, ve bana yine anlatan, anlatıp anlatıp tüketemeyen, bir türlü tüketemeyen demek istiyorum (Cumartesi günleri konuşurlar benimle, ne hikmetse), onlar işte. Ya ben, onlardan mıyım? Evde biriyim, kuşkusuz. Yazık ki (ne gaf) öyleyim. Hayır, sokağa çıktığımda da durum aynı. İşyerinde de. Paşam bu müdürlerin hepsi mi aynı olur yani. Öğrendiğime göre güzel yurdumuzda altı milyondan biraz fazla müdür varmış. Biz böyle giderse Ortadoğu ve Balkanların yegâne müdür üreten tarlası konumuna düşeceğiz, buna üzülüyorum. Hepsi de müdür olduklarında güzel yurdumu değiştireceklerini zannederler. Affedersin yani sen ilk önce bizi adam gibi koşullarda çalıştır da, memleketle ilgilenenler mevcut zaten. Tekrar özür diliyorum paşam, size de ayıp oldu ama... Arz ederim paşam. Devam da ederim dilerseniz. Ama durun hele. Geldi. Uzunca bir süre beklediğim, o, geldi. Müsaadenizle. Burada... Yanı başımızda. Evin bütün ışıklarını açıyorum işte. Yok, yetmedi, gaz lambalarını da yakayım, şu ışıldakları da. Depremden sonra paşam, deprem çantasına koymak için aldıydık. Tam dört tane ışıldak, hepsi de radyolu. Ama radyoları çalışmıyor. Olsun be paşam, sağlık olsun. Mumları da yakayım. Gazocağını da açayım. Işık olsun diye, evet ışık. Her yer aydınlık olsun. İki pencereyi de açayım. Açtım işte. Baharın bütün kokuları, sesleri, görüntüleri doluştu odaya, eve. Koklayın. Derin derin çekin nefesinizi paşam. Oooohh. Oda diğer bir odaya açıldı sanki, evet. Ev, sokağa açıldı. Baharın o adlandıramadığım yerine kondu. O burada. Karanlık sokaklardan, karanlık insanlardan koptu geldi. Evdekiler onun geldiğinden, burada olduğundan habersizler, şüphesiz. Ev sakinleri onlar paşam. Ev sakinleri. Şşşşş.

Bir tanesi yaklaşıyor işte. Müsaadenizle oturtacağım şuraya. İki çift lafım var söyleyecek. Gel, otur şöyle. Biraz konuşacağım seninle. Neden bu kötülüğü yaptın bana? Ben ki el değmemiş, ses işitilmemiş bir küçük odada yaşadım yıllarca. O odayı sevmiştim. Sonra başka odalarda yaşamayı denedim ama yapamadım. Yaşayamadım bir türlü, anlıyor musun? Yaşayamadım. Gece olunca sevinirdim. Gündüz mutsuz ederdi beni. Gece olunca bir sürü hikâye uydurabilirdim. Bir sürü olmamış şey yani. Tuhaf şeyler, evet. Neden beni mutsuz ettin, tuhaf kıldın böyle? Neden bana bu kötülüğü yaptın?

Bütün yolculuklarım uzun oldu benim. Paşam siz de dinleyin. Hiç kısa yolculuk yapmadım hayatımda. Bir şehirden başka bir şehre giderken üzülmedim hiç. Gönderdiler, gittim. Uzun yolculuklarımda kısa yaşamlar tanıdım. Tanrım, bir tek benim yaşamım uzun sürdü galiba, evet evet öyle oldu. Bir sevgilim bile oldu. Özür diliyorum herkesten. Beraberliğimizin ikinci ayında öldü. Neden bu büyük kötülük, ha, neden, neden?

Ben aklı başında bir insandım. Ben aklı oldukça başında bir insandım. Ben aklı biraz fazlasından başında bir insandım. Hangisini seçeyim? Ben aklı uçuk, evet bu işte, uçuk bir insandım, kabul ediyorum. Ben, mutluyum, tek başımayken yani. Kimsecikler yokken. Odamda, evimde... Şehrimde. Kendimle ve yine kendimle. Küçüktüm. Büyüdüm. Sonra hastalandım. Sonra iyileştim. Doktorlar öyle söylediler. Annem de. Çiçek bile aldılar bana. Çikolata, oyuncak, yeni giysi... Eskiden büyük bir evde otururduk paşam, af buyurun. Annemle, demek istiyorum. Sonra, küçük bir ev... Sonra daha küçük bir ev ve sonunda bir oda... Kötülük biraz daha sonra galiba. Evet, evet, biraz daha sonra kötülük.

İyi bir öğrenci değildim.  Hatırlıyorum. Koca da olamadım, iyi bir koca yani, anlıyorsunuz herhalde. Baba oldum olmasına ama babam gibi bir baba olamadım. Çocuğum beni öldürmek istemişti bir keresinde, evet paşam, buna inanabiliyor musunuz? Şimdi de öldürmek ister mi acaba? Onun nerede olduğunu bile bilmiyorum ki. Uzaklara gittiğim bir yolculukta onu ve erkek arkadaşını garda görmüştüm. Onlar beni görmemişti. Anneleri de vardı galiba yanlarında. Sevgili karıcığım. Sevgi dolu biricik karıcığım da oradaydı, evet. Ben sosisli sandviç yiyordum. Sevgilim bile olmuştu sonra, anlatabiliyor muyum, hastaydı ama, ölmüştü. O da biliyordu yolcu olduğunu. Benden tiksinen karımın cenazesinde hissettiğim o garip, kötürüm duyguyu (adı yok) sevgilimin ölümünde de hissetmiştim. Gece rüyamda her ikisinin de yanaklarına birer karanfil yapıştırıyor, beğenmeyip çıkartıyor, tekrar yapıştırıyordum. Tanrım neden bu kötülük ha? Kızım, küçükken sırtıma binip bana at muamelesi yapan o delişmen kızım beni aklının kuytularından silmiş. Öyle yazdıydı bir mektubunda. Bir de tükürmüş mektubun içine.

Şimdi yeni bir yolculuğa çıkmak üzereyim. Dur, dinle beni. Siz de dinleyin paşam. Ardımda hiçbir şey bırakmıyorum. Eskisi gibi yani. Galiba bir tek bu değişmedi. Yani, bir şeysizlik, demek istiyorum. Acı vermiyor. Gitmek, yani, acı vermiyor, diyorum. Aksine, hep ‘geliyorum'u yaşıyorum galiba. Galiba, değil, bal gibi de öyle işte. Geliyorum... geliyorum... Ey kötülük, bak, ben geliyorum yine, yana yana yanına... Orada kal ama. Yok, size söylemedim paşam. Kötülükle konuşuyordum. Bir yere ayrılma, yine kötülüğe diyorum, paşam. Yorulma sakın. Her bir şeyimi vermeye geliyorum yanına. Mavi astarlı pantolonumu giydim, bak, siz kafanızı şöyle çevirin, paşam… Yalnız ve tek ve biricik ve bomboşum. Ey kötülük, yedi saatlik bir yolum var sana. Saatiniz kaç paşam? Şapkamı da takayım, getir şuradan bakayım şapkamı. Dur, şu eldivenlerimi de giyeyim bir güzel. Ayakkabılarım artık eskidi galiba. Olsun, sen aldırmazsın değil mi? Bilmiyorum ki. Duyuyor musun?

Bavulum nerede? Yok, istemem, kalsın. Ya, çizgili gömleğim, karımın hediyesi. Ay pardon, onu giymişim zaten. Size karşı da ayıp oluyor paşam ama... Sevgilim, canım, bir tanem... Resmini cebimde taşıyorum, bak. Neden kötülük var, dersin? Kime sordum şimdi ben bu soruyu? Neden kötülük? Bu jilet kesecek mi şimdi damarımı? Yok paşam heyecanlanmayın, kesmez. İki günlük sakalımı bile kesmemişti bu meret. Onun için paşam, onun için işte böyle sakallı gideceğim. Kahpe jilet.

Bakın, burada yazıyor işte paşam, Meydanda, yani Meydan Larus'da… ‘Delirium Tremens’ diyor. Müzmin alkoliklerde… Titremeli Hezeyan… Bakın… Delirium, delirium da kimseye anlatamıyorum derdimi. Ben delirmiyum da kim deliriursun?  Odama dönmeliyim.  Odama. Bu kötülük geçici. İnsanlar. İnsanlar nereye gittiler birden bire. Kapıyı aç gardiyan. Kapıyı aç, diyorum sana gafil adam. Gömleğim buruşmuş işte. Beyaz deli gömleğim. Kırmızılık mı var kollarımda ne. Gardiyan Julianus! Hey July! Açsana kapıları ulan, soytarı huzura çıkmak istiyor. İmparator buyurdu. Kırmızılık artıyor doktor paşa, kırmızılık büyüyor. Büyümeyeceğini söylemiştiniz oysa. Doktor Faustus! Hey, sen de gel. Bak neler göstereceğim sana. Kızım... karıcığım... sevgilim... Elanor... Hepiniz gelin de görün. Kötülük nasıl da kanımı içiyor. Spotları kapatma ışıkçı. Suflör, sufle yap, sufle yap, durma öyle, haydi... Bu sufle çok sıcak olmuş. Tükeniyorum. Pilim bitiyor. Neredesin? En çok sana ihtiyacım var. Suflör, hey, karım olan suflör. Sözüm bitiyor. Kulağıma fısıl... Anlamasınlar ama. Sözüm bitti diyorum sana. Bitti işte. Ağlamamalıyım ama. Perdeyi kapatın arkadaşlar. Perdeyi, diyorum, yavaş yavaş kapatın. Hiç kimse kalmamış burada. Herkes gitmiş. Tanrım, herkes gitmiş. Raif... Saniyeeee... Micelloooo... Haruuuun Beeey... Gömleğim, gömleğim nerede. Odam. Evim. Benim evim. Yolculuklarım. Kötülüklerim. Bana yöneltilmiş kötülükler nerede. Tanrım, ellerimi de göremiyorum. En son oyununu da oynadın, ha. Beni burada, benimle yakaladın ve vurdun işte. En sonunda beni benden de almayı başardın. Ama ben zaten sana geliyordum. Neden. Neden bu kötülüğü yaptın bana? Tensiz ve gölgesiz bıraktın beni. Tek başıma, evet, tek başıma bile değilim şimdi. Sesim kaldı bir tek. Bir de... Onun... akılsa... içindekilerden… sigaranızı nasıl içerdiniz... siz, efendimiz... dur... düşünce... gidiyor... gidiyoooor... dur... allegro, geber... söz geber... akıl, sen de git artık uzak... geber allegromezzosopranonakil al... sen de geber artık.

Ψ

Elleri terledi. Onun bağırtılarına koşup geldiler. Yorulmuştu. Birisi, limon kolonyası getirdi. Diğer birisi, boşu boşuna yanan ışıkları söndürdü. Bu gaz lambasını alıyorum ben de, dedi birisi, sonra ekledi: Nereden buldun kuzum? Koltuğun arkasında, gizlediği yerde bulmuştu. Gaz var mıydı içinde? Vardı herhalde, hayır hayır yoktu. Rakı koymuştu içine. Belki de sadece fitili yanıyordu işte. Hatırlamıyordu. Hem, neden bu ahiret sorularını soruyorlardı ki. Görmüyorlar mıydı, bitkin halini. Kolonya getirin, diye bağırdı uzandığı kanepeden. Galonlarla getirin, yetmiyor. Devam etti: Alkolle yıkayın... yok, durun, kalsın... şarapla yıkayın beni, temizleneyim bari. Durmayın orada diyorum. Kırmızı olsun, Kutsal Bakire Meryem adına olsun... Paşam siz de oturun, zahmet buyurmayın, bakmayın aptallıklarına, iyi insanlardır, sizden iyi olmasınlar yani... Şimdi hazırlarlar acılı Adanamızı...

Herkes dikkatle onu izliyordu. Elleri terliyordu. Kocacığım, dedi bir kadın, karısıydı herhalde. Alnından yanaklarına süzülen ter damlacıkları çenesinin altında birikti bir süre.  Sustular. ‘Saki, nerede kaldı bizim şarap?’ Yavaş yavaş herkes kendine bir yer bulup oturdu. ‘Peder, vaftizimi yapsan diyorum artık.’ Bitkin düşmüştü. ‘Oğlum!’ dedi acımaklı bir ses tonuyla birisi. Kolunu kaldıracak hali yoktu. Sonra, hiç susmamacasına konuşmaya başladı yeniden. Evdekiler onu dinlediler; komşular, bütün bir mahalle sakinleri onu dinlediler. O, dedi ki:

‘Şarap eti yumuşatır... Etimin yumuşamasına ihtiyacım var, görmüyor musunuz? Konuşsanıza. Ne oldu size böyle, ne oldu bunlara böyle paşam? Tam da o gelmişken yapılır mı bu? (Bunlar yaparlar ama.) Işıklar yanıyorken. Ayakkabılarım nerede? Pantolonumu verin. Onunla gidiyorum ben. Burada bana ekmek yok artık. Kolonyanızı da başınıza çalın. Bunun fısfıslıları çıktı fısfıslıları, uyuyun siz, uyuyun daha. Şarabınızı da başınıza çalın. Paşam siz aldırmayın bana. Basite indirgenmiş bir aile faciasına tanık oluyorsunuz. Bakın, gidiyorlar. Size dayanamıyorlar da ondan gidiyorlar. Görüntünüze, ihtişamınıza, yürüyüşünüze bile... O da gidiyor. Paşam söyleyin gitmesin, sizi dinler o. Peder Notorius, elveda. Rahibe muamma sana da elveda. Başrahip başpiskopos imam Faustus Papandreus, takma dişlerine sahip çık ha, bunlar onları da götürürler sonra. Rahibe-i Şukufe-ül Beter (Olasın inşallah…) arkamdan ağlama, karıcığım. Gözlüklerini de sil. Böyle pasaklı babaanneler görmek istemedi komutan ozanımız, dersiniz arkamdan. Kitabe yazarsınız, pederimam imzalar. O geldi ve gitti işte. Şimdi bana da sefer vaktidir. Siz seferi ne zannettiniz. Paşam elinizi verin. İlk hedef özgürlük, değil mi paşam, hayda bre... düşman sancak şarabı tarafında.’

Sonra da, ağzına kadar açık pencereden, elinde bir oklava, başında motosiklet kaskı olduğu halde, dışarıya salıverdi kendini. Önce elektrik direğine çarptı. Kask kafasından çıkıp ondan önce yere düştü. Kasktan birkaç metre öteye hızla çakıldı. Sol bacağı karnına çekilmiş, sağ bacağı ters dönmüş biçimde asfaltta yüzükoyun yatıyordu şimdi. Cebinden kuru yemişler dökülmüştü yere. Avuçları vıcık vıcık terlemişti. Yukarılardan bir kadın bağırdı. Karşı apartman balkonundan çığlıklar eşlik etti bu sese. Sokaktan geçen bir adam koşarak yanına geldi, başını ellerinin arasında tuttu, eline kan bulaştı. O, kafasını yerden kaldırmadan adama baktı paşam, duyuyor musunuz, huuuu, paşam, uyudunuz mu?

Ender Macun, Nisan 2018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder