Ne Zaman Bir Çocuk Yüzünü Okşasam… - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Ne Zaman Bir Çocuk Yüzünü Okşasam… - Ender Macun

Ne Zaman Bir Çocuk Yüzünü Okşasam… - Ender Macun

Paylaş

Ne Zaman Bir Çocuk Yüzünü Okşasam…

Dünyanın herhangi bir coğrafyasında yaşayan, herhangi bir çocuğa…

İlk nefes. Hayat. Beyaz bir doğumhanede, evde, merada, bir zakkumun altında, naylon çadırda, denizde lastik bir botta,  damda, tarlada, soğuk bir hapishanede, ya da az sonra takla atacak bir otobüsün defolu koltuklarından birinde, dünyanın her hangi bir yerinde, ilk soluğunu körpe ciğerlerine çektiğin anda, o an yani, beş yüz çocuk ölmüş olacak. Ne acı! Bunun için belki, ağlayarak doğacaksın mavi dünyamıza. Aylarca barındığın yerde huzurluydun oysa. Seni sarmalıyordu korunaklı ve bol rüyalı yuvan. Zoraki bir doğuş olacak bu yani. Sana kalsa orada kalmayı yeğlerdin belki. Neyse, bir huzursuzluğa ve karmaşanın içine, dünyamıza, ister istemez kapalı gözlerle doğacaksın. Henüz görecek bir şey yok. Belki de hiç olmayacak, kim bilir. Yine de, hoş geldin.

Eğer şanslıysan bir adın olacak. Bir nesne gibi mesela. Ağaç, masa, vazo, kitap, elbise gibi. İnsanları birbirinden ayırmak, tanımak, hitap etmek ve çağırmak için gerekli bu. Cinsiyetin zaten önceden belirlenmiş olacak. Hazır ol, çünkü çokça buna göre şekillenecek hayatın. Hatta adını buna göre koyacaklar. İnsanların hepsi aynı renkte değil, çiçekler gibi mesela; rengin de olacak. Kromozomlarının oynadığı oyunlar belki… Şanssızlık. Of ne çok şey. Yine de yaşamak güzel. Tersini bilmiyoruz çünkü henüz. Buna değer. Yine, eğer şanslıysan, annen, baban olacak mesela. Ya da biri. Akrabaların da… Ülken olacak, o ülkeye ait bayrağın, muhtemeldir. Bayrağın sembolik olarak kanlı da olabilir çınar yapraklı da. Bu da şans işte. Aidiyet. Bayrak iyidir.

Dünyaya gelişin değişik şekillerde kutlanacak. Ya da, belki farkına bile varılmayacak. Acı. Onlarca çocuklu bir ailenin evladı olarak geleceksin dünyaya. Bir nesne. Ağaç Dalı. Dünyanın bazı yerlerinde böyle isimler veriyorlar bebeklere biliyor musun? Mavi Göl, Akan Su, Güzel Irmak, Şarkıcı Rüzgar gibi. Ne güzel isimler. İlkel ve güzel. Seveceksin ismini. Sevdirecekler, merak etme.

Sen, çocuk, bir yaşına girene kadar geçen zaman içinde, senin kadar şanslı olmayan milyonlarca Şarkıcı Rüzgar bu kederli dünyadan göçüp gitmiş olacak. Trajik. Bak, belki onların içinde sen de olacaksın. Şartlara bağlı yani. Yok, olumlu düşünelim, varsayalım olmadın, varsayalım tutundun, yapıştın hayata; yaşayacaksın.  Adın da hadi, Akan Su olsun. Şartlar kebap. Düşünsene, bir yaşındasın ve halâ yaşıyorsun. Oleey! Büyük bir ihtimalle sana acilen bir din biçecekler. Elde ne varsa o yani. Bir şeylerden korkmak için gerekli bu. Kendi korkuların yetmezmiş gibi… Dilin bile olacak. Önceleri bocalayacaksın belki ama yaşamını sürdürebilmen için o dili can hıraş, öğreneceksin. Elin mahkum. Gördüğün her şeyi tanımlamayı öğreneceksin ilk. Bak bu çiçek, bu da köpek… Burada sofra var, bu ekmek. Bu güneş. Güneş bizi ısıtır. Bu ay. Uyku vakti. Bütün klişeleri öğreneceksin, merak etme. Sevdiklerin ve sevmediklerin olacak. Nedenlerin.

Bitmedi. Doğmuş olduğun coğrafyaya bağlı olarak okula yollanacaksın, ya da ömür boyu okul mokul olmayacak hayatında. Okul, yani şu; biz epeyce bir zaman önce icat ettik, çocukları koyuyoruz oraya, ana baba meşgul tabi, gerekli-gereksiz bilgiler tıkıyoruz kafalarına. Orada itaat etmeyi, birlikte hareket etmeyi, tanımladığımız seçme şeyleri, hikâye anlatır gibi anlatıyoruz. Biz de inanıyoruz anlattıklarımıza. Tanımlamışız zaten. Güzel oluyor. Okul, yani tutunabilmen için mecbur olduğun şeylerden biri. Hangi coğrafyada olursan ol. İster Akan Su, istersen Şarkıcı Rüzgar ol. Fark etmez yani. Okul iyi bişey. Öyle yani.

Ama okula gitmesen de, mahrum kalsan da bu curcunadan, her halükarda bir şeyler öğreneceksin. Emin ol, başkalarından ve denemelerinden öğrenerek acilen büyüyeceksin. Büyümen gerekiyor çünkü. Böyle kaldığın müddetçe üretime faydan yok. Öyle ya da böyle, bağlantı kurmayı öğreneceksin, öğrenmeyi öğreneceksin, sorgulamayı da. Bunları öğrenemediğin müddetçe Akan Su olamayacaksın.

Arkadaşların olacak. Bak bu neredeyse kesin. İyi ya da kötü arkadaşlar. Onlardan da öğreneceksin. Tükürmeyi mesela, dil çıkarmayı, küfür savurmayı, dövüşmeyi, itiş kakışı, yalan söylemeyi. Taş atmayı öğreneceksin. Her çocuk taş atar. Ha bak, dostluğu da öğreneceksin. Canın yanacak biraz ama onu da er geç öğreneceksin. Nefret etmeyi bütün kötü duyguların başına koyacaksın belki. Acıyı da yaşayarak öğreneceksin.

Eline bir şeyler alıp resim çizeceksin. Kalem, taş, kömür, boya, barut, tebeşir, ne bileyim belki bir ağaç dalı. Toprağa, kağıda, duvara, kuma, yere, koltukların üzerine, her yere çizeceksin. Dünyanın her yerinde çocuklar resim çizerler. Şartları ne olursa olsun çizerler. Bu güzel işte. Ev, güneş, ağaç, köpek, çiçek, kelebek, anne ve baba çizerler. Şartları ne olursa olsun oyun oynarlar. Sen de oynayacaksın. El ele tutuşacaksın başka çocuklarla, çember olacaksınız. Ama karşı cinse hep şüpheyle bakacaksın. Karşı cinsin de sana. Bir araya gelmeniz oldukça zor olacak. Yuva diye bellediğin yere yorgun döneceksin. Karnın aç olacak. Aklın sokakta. Uyku güzel ama.

Gece uykuya daldığında envai çeşit rüyalar göreceksin. Uykunda katıla katıla güleceksin, ağlayacaksın da. Zangır zangır titreyeceksin. Hayatında olan, olmayan ne varsa her şey boca edilmiş olacak rüyalarına. Yükseklerden düşüp çukurlara, mağaralara gireceksin. Kuşlarla beraber uçup kaplanlarla savaşacaksın. Sabah kalkınca hepsi geçmiş olacak ama. Sabah aydınlıktır.

Belki çocuk yaşında çalışmayı, para kazanmayı öğreneceksin, ister istemez. Masumluğunu yitireceksin. Temizliğini ve şeffaflığını yitireceksin. Kim olduğunu unutacaksın. Bütün bir insanlığın senin üzerindeki zulmüne şahit olacaksın ama konuşamayacaksın. Oysa konuşmayı çoktan öğrenmiş olmalısın. Nefreti, öfkeyi ve kini bilinçaltında ustaca saklayacaksın. Yeri ve zamanı gelene kadar bekleyeceksin. Çocuksun daha. Gözlerini kıs. Yumruklarını sık. Bekle. Geçmeyecek.

Bir şeylere merak saracaksın. Bu satranç da olabilir, İspanyolca da. Ya da bıçak atmaca… Güvercin uçurmaca.  Dünyamızda merak edilecek çok şey var. Yeter ki bir kapı arala. Bak bu kadar kötülük, bu kadar isyan, bu kadar aptallık, bu kadar düşmanlık da var dünyamızda. Nefret her geçen gün büyüyor. Dünyamız çok sihirli. Dünyamız çok şeker değil mi? Rüyaların gibi mesela. Ne iyi ettin de geldin aramıza. Çok şekersin!

Parayı da tanıyacaksın aşkı da. İkisi de yine bizim icadımız. Büyüdükçe daha yakından tanıyacaksın. Şu da var ki, büyüdüğünde, büyüdüğünün farkına bile varmayacaksın. Bir bakmışsın ki çoluk çocuğa karışmışsın. Anne ya da baba oluvermişsin. Ne zaman evlenmiştin? Okul ne zaman bitmişti? Kayıpların olacak. Hayat o kadar hızlı bir şekilde geçip gidecek ki, geçip gidişini seyretmeye bile zamanın olmayacak; o kadar yani. Neyi eksik bıraktın? Neyin peşinden gitmedin? Ne istedin de olmadı? Çok tuhafsın, kim vaat etti sana bunları? Sahip olduğun ya da olmadığın her ne varsa hepsi ama insanlığımızın eseri, unutma bunu.

Ne zaman bir çocuk yüzü okşasam kederleniyorum, içimden ağlamak geliyor. Ama eğiliyorum, onunla aynı boya gelmek için diz çöküyorum. Ne zaman bir çocuk yüzü okşasam aslında kendi çocukluğumun temiz yüzüne neşeyle karışık bir kederle dokunuyorum.
  
Ender Macun, Nisan 2018

Resim: Liu Ling, Autumn Dream, karakalem, 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder