Ne Zaman Bir Çocuk Yüzünü Okşasam…
Dünyanın herhangi bir coğrafyasında yaşayan, herhangi
bir çocuğa…
İlk
nefes. Hayat. Beyaz bir doğumhanede, evde, merada, bir zakkumun altında, naylon
çadırda, denizde lastik bir botta,
damda, tarlada, soğuk bir hapishanede, ya da az sonra takla atacak bir
otobüsün defolu koltuklarından birinde, dünyanın her hangi bir yerinde, ilk
soluğunu körpe ciğerlerine çektiğin anda, o an yani, beş yüz çocuk ölmüş
olacak. Ne acı! Bunun için belki, ağlayarak doğacaksın mavi dünyamıza. Aylarca
barındığın yerde huzurluydun oysa. Seni sarmalıyordu korunaklı ve bol rüyalı
yuvan. Zoraki bir doğuş olacak bu yani. Sana kalsa orada kalmayı yeğlerdin
belki. Neyse, bir huzursuzluğa ve karmaşanın içine, dünyamıza, ister istemez
kapalı gözlerle doğacaksın. Henüz görecek bir şey yok. Belki de hiç olmayacak, kim
bilir. Yine de, hoş geldin.
Eğer şanslıysan bir adın
olacak. Bir nesne gibi mesela. Ağaç, masa, vazo, kitap, elbise gibi. İnsanları
birbirinden ayırmak, tanımak, hitap etmek ve çağırmak için gerekli bu.
Cinsiyetin zaten önceden belirlenmiş olacak. Hazır ol, çünkü çokça buna göre
şekillenecek hayatın. Hatta adını buna göre koyacaklar. İnsanların hepsi aynı
renkte değil, çiçekler gibi mesela; rengin de olacak. Kromozomlarının oynadığı
oyunlar belki… Şanssızlık. Of ne çok şey. Yine de yaşamak güzel. Tersini
bilmiyoruz çünkü henüz. Buna değer. Yine, eğer şanslıysan, annen, baban olacak
mesela. Ya da biri. Akrabaların da… Ülken olacak, o ülkeye ait bayrağın,
muhtemeldir. Bayrağın sembolik olarak kanlı da olabilir çınar yapraklı da. Bu
da şans işte. Aidiyet. Bayrak iyidir.
Dünyaya gelişin değişik şekillerde
kutlanacak. Ya da, belki farkına bile varılmayacak. Acı. Onlarca çocuklu bir
ailenin evladı olarak geleceksin dünyaya. Bir nesne. Ağaç Dalı. Dünyanın bazı
yerlerinde böyle isimler veriyorlar bebeklere biliyor musun? Mavi Göl, Akan Su,
Güzel Irmak, Şarkıcı Rüzgar gibi. Ne güzel isimler. İlkel ve güzel. Seveceksin
ismini. Sevdirecekler, merak etme.
Sen, çocuk, bir yaşına
girene kadar geçen zaman içinde, senin kadar şanslı olmayan milyonlarca Şarkıcı
Rüzgar bu kederli dünyadan göçüp gitmiş olacak. Trajik. Bak, belki onların
içinde sen de olacaksın. Şartlara bağlı yani. Yok, olumlu düşünelim, varsayalım
olmadın, varsayalım tutundun, yapıştın hayata; yaşayacaksın. Adın da hadi, Akan Su olsun. Şartlar kebap.
Düşünsene, bir yaşındasın ve halâ yaşıyorsun. Oleey! Büyük bir ihtimalle sana
acilen bir din biçecekler. Elde ne varsa o yani. Bir şeylerden korkmak için
gerekli bu. Kendi korkuların yetmezmiş gibi… Dilin bile olacak. Önceleri
bocalayacaksın belki ama yaşamını sürdürebilmen için o dili can hıraş, öğreneceksin.
Elin mahkum. Gördüğün her şeyi tanımlamayı öğreneceksin ilk. Bak bu çiçek, bu
da köpek… Burada sofra var, bu ekmek. Bu güneş. Güneş bizi ısıtır. Bu ay. Uyku
vakti. Bütün klişeleri öğreneceksin, merak etme. Sevdiklerin ve sevmediklerin
olacak. Nedenlerin.
Bitmedi. Doğmuş olduğun
coğrafyaya bağlı olarak okula yollanacaksın, ya da ömür boyu okul mokul
olmayacak hayatında. Okul, yani şu; biz epeyce bir zaman önce icat ettik,
çocukları koyuyoruz oraya, ana baba meşgul tabi, gerekli-gereksiz bilgiler
tıkıyoruz kafalarına. Orada itaat etmeyi, birlikte hareket etmeyi,
tanımladığımız seçme şeyleri, hikâye anlatır gibi anlatıyoruz. Biz de
inanıyoruz anlattıklarımıza. Tanımlamışız zaten. Güzel oluyor. Okul, yani
tutunabilmen için mecbur olduğun şeylerden biri. Hangi coğrafyada olursan ol.
İster Akan Su, istersen Şarkıcı Rüzgar ol. Fark etmez yani. Okul iyi bişey.
Öyle yani.
Ama okula gitmesen de,
mahrum kalsan da bu curcunadan, her halükarda bir şeyler öğreneceksin. Emin ol,
başkalarından ve denemelerinden öğrenerek acilen büyüyeceksin. Büyümen
gerekiyor çünkü. Böyle kaldığın müddetçe üretime faydan yok. Öyle ya da böyle,
bağlantı kurmayı öğreneceksin, öğrenmeyi öğreneceksin, sorgulamayı da. Bunları
öğrenemediğin müddetçe Akan Su olamayacaksın.
Arkadaşların olacak. Bak
bu neredeyse kesin. İyi ya da kötü arkadaşlar. Onlardan da öğreneceksin.
Tükürmeyi mesela, dil çıkarmayı, küfür savurmayı, dövüşmeyi, itiş kakışı, yalan
söylemeyi. Taş atmayı öğreneceksin. Her çocuk taş atar. Ha bak, dostluğu da
öğreneceksin. Canın yanacak biraz ama onu da er geç öğreneceksin. Nefret etmeyi
bütün kötü duyguların başına koyacaksın belki. Acıyı da yaşayarak öğreneceksin.
Eline bir şeyler alıp
resim çizeceksin. Kalem, taş, kömür, boya, barut, tebeşir, ne bileyim belki bir
ağaç dalı. Toprağa, kağıda, duvara, kuma, yere, koltukların üzerine, her yere
çizeceksin. Dünyanın her yerinde çocuklar resim çizerler. Şartları ne olursa
olsun çizerler. Bu güzel işte. Ev, güneş, ağaç, köpek, çiçek, kelebek, anne ve
baba çizerler. Şartları ne olursa olsun oyun oynarlar. Sen de oynayacaksın. El
ele tutuşacaksın başka çocuklarla, çember olacaksınız. Ama karşı cinse hep
şüpheyle bakacaksın. Karşı cinsin de sana. Bir araya gelmeniz oldukça zor
olacak. Yuva diye bellediğin yere yorgun döneceksin. Karnın aç olacak. Aklın
sokakta. Uyku güzel ama.
Gece uykuya daldığında
envai çeşit rüyalar göreceksin. Uykunda katıla katıla güleceksin, ağlayacaksın
da. Zangır zangır titreyeceksin. Hayatında olan, olmayan ne varsa her şey boca
edilmiş olacak rüyalarına. Yükseklerden düşüp çukurlara, mağaralara gireceksin.
Kuşlarla beraber uçup kaplanlarla savaşacaksın. Sabah kalkınca hepsi geçmiş
olacak ama. Sabah aydınlıktır.
Belki çocuk yaşında
çalışmayı, para kazanmayı öğreneceksin, ister istemez. Masumluğunu yitireceksin.
Temizliğini ve şeffaflığını yitireceksin. Kim olduğunu unutacaksın. Bütün bir
insanlığın senin üzerindeki zulmüne şahit olacaksın ama konuşamayacaksın. Oysa
konuşmayı çoktan öğrenmiş olmalısın. Nefreti, öfkeyi ve kini bilinçaltında
ustaca saklayacaksın. Yeri ve zamanı gelene kadar bekleyeceksin. Çocuksun daha.
Gözlerini kıs. Yumruklarını sık. Bekle. Geçmeyecek.
Bir şeylere merak saracaksın.
Bu satranç da olabilir, İspanyolca da. Ya da bıçak atmaca… Güvercin
uçurmaca. Dünyamızda merak edilecek çok
şey var. Yeter ki bir kapı arala. Bak bu kadar kötülük, bu kadar isyan, bu
kadar aptallık, bu kadar düşmanlık da var dünyamızda. Nefret her geçen gün
büyüyor. Dünyamız çok sihirli. Dünyamız çok şeker değil mi? Rüyaların gibi
mesela. Ne iyi ettin de geldin aramıza. Çok şekersin!
Parayı da tanıyacaksın
aşkı da. İkisi de yine bizim icadımız. Büyüdükçe daha yakından tanıyacaksın. Şu
da var ki, büyüdüğünde, büyüdüğünün farkına bile varmayacaksın. Bir bakmışsın
ki çoluk çocuğa karışmışsın. Anne ya da baba oluvermişsin. Ne zaman
evlenmiştin? Okul ne zaman bitmişti? Kayıpların olacak. Hayat o kadar hızlı bir
şekilde geçip gidecek ki, geçip gidişini seyretmeye bile zamanın olmayacak; o
kadar yani. Neyi eksik bıraktın? Neyin peşinden gitmedin? Ne istedin de olmadı?
Çok tuhafsın, kim vaat etti sana bunları? Sahip olduğun ya da olmadığın her ne
varsa hepsi ama insanlığımızın eseri, unutma bunu.
Ne zaman bir çocuk yüzü
okşasam kederleniyorum, içimden ağlamak geliyor. Ama eğiliyorum, onunla aynı
boya gelmek için diz çöküyorum. Ne zaman bir çocuk yüzü okşasam aslında kendi
çocukluğumun temiz yüzüne neşeyle karışık bir kederle dokunuyorum.
Ender Macun, Nisan 2018
Resim: Liu Ling, Autumn Dream, karakalem, 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder