Sana En Sevdiğim Parçayı Çalayım mı?
İçeri girer girmez, elindeki valizi sürükleyerek bara ilerledi.
Valizini yanına bıraktıktan sonra uzun bar taburesine oturdu ve ayaklarının
yerden kesilmesiyle, kısa boyu daha da kısaldı sanki. Esmer, tombul ve kıllı
ellerini son enerjisini bunun için harcar gibi uzattı.
“Pardon, bir bira alabilir miyim?”
Barın arkasında tek başına çalışan genç kadın kemerli, büyük
burnunun altında kaybolan incecik, kırmızı dudaklarını nezaketen, tek
tarafından hafifçe bükerek karşılık verdi:
“Fıçı mı?”
Genç adam, “Evet, büyük boy olsun… ailemin yanından geliyorum da,”
diyerek güldü.
Kadın bir çizgi kadar ince kaşlarını şimdi anladım, der gibi
kaldırdı. “Bir tekilayla başlardım ben olsam.”
Adam dikkatlice kadının büyük gözlerine baktı, tanışıyor muyuz der
gibi. Bu kadar büyük gözlerle daha önce tanışmış olsa unutmazdı, değil mi?
Kendisi bu noktada bana katılıyordu. Sonra sesli dile getirmedikçe bu cümlenin
hiçbir anlama gelmediğini düşünüp, beni savuşturdu ve önüne bırakılan biradan
büyük bir yudum alır almaz, anlatmaya başladı:
“Ailem başka bir gezegenden. Tartarus’ta yaşıyorlar. Ben
İstanbul’da okuyorum iki senedir. Bu hafta sonu ziyaretlerine gittim de, döner
dönmez, eve gitmeden bir şeyler içmek istedim.”
Tartarus kelimesini duyduğu anda dehşet ifadesi alan yüzünü hemen
toparlayıp, karşılık verdi kadın:
“Benimkiler de Avernus’ta ama ben çok nadir gidebiliyorum. İşten
izin alamıyorum. Buraya bir haftalığına tatile gelmiştim, ama on yıl oldu.”
Yine yarım dudakla gülümsedi.
“Benimkiler yaşlı, o yüzden arada bir giderim. Bir de…” -koca bir
yudum aldı- “geçen yıl kardeşim öldü. Ama bu konuda konuşmaktan hoşlanmam, o
yüzden kimseye bahsetmezsen sevinirim. Neyse… bu sene daha sık gidiyorum.”
Kadın eğilip, adama da eğilmesini işaret ettikten sonra, kafasını
hiç oynatmadan sağa sola baktı. Önemli bir bilgi verir gibi devam etti:
“Dert etme, iyi sır tutarım. Patronun da kardeşi geçenlerde öldü,
evinde vurmuşlar. Alacak meselesiymiş. Kimse bilmiyor. Bu da aramızda kalsın
tabii.” Etrafına bir kez daha göz atıp, kimsenin kendilerini dinlemediğinden
emin olduktan sonra, rahatlayıp, geri çekildi.
Adam ne demek, olur mu öyle şey, der gibi gözlerini kapatıp başını
hafifçe eğdi.
Kadın bara bırakılan boş bardakları hızlıca mutfağa taşıyıp,
döndüğünde, o etrafına, diğer masalara tanıdık bir yüz arar gibi bakınıyordu.
“Kalabalığı sevmem, buraya pek gelmem, ama bugün kafamı dağıtmak
istiyorum.”
“Ben çok severim. O yüzden hep insanların çok olduğu yerlerde
çalışırım. Beni besliyor. Arada bir şiir yazıyorum bu sayede.”
“Beni boğuyor. Evde tek başıma aynı müzikleri dinleyerek biramı
içebilirim. Ben de senaryo yazıyorum. Kısa film senaryoları.”
“Benim için asıl iç sıkıcı olan, yalnız olmak.”
“Tartarus’tan geldiğim için insanlardan saklanmaya alışkınım. Bu
yüzden genellikle çevremde pek insan yoktur. İnsanları sevmem zaten. Seninle de
neden konuştuğumu bilmiyorum…”
“Ben de sevmezdim, ama buraya iyi insanlar gelir. Arada bir film
günleri oluyor. Bu hafta Haneke yapıyoruz, çok severim… Cuma akşamı… gelsene.”
Ellerini silip, bir sigara yaktıktan sonra adamın önüne bir kül tablası ve
biraz da çerez bıraktı.
“Ben de Lars Von Trier severim, ama uzun zamandır film
izleyemiyorum.”
“Burada bir şeyler izleyip, insanlarla tanışmak, izlediğimiz film
hakkında konuşmak beni mutlu ediyor. Benzerlerimi bulmak, senin gibi…”
“Dedim ya, insanlardan uzak durmak istiyorum. Sürekli
kendilerinden bahsediyorlar. Kendisiyle dolu herkes… Sanırım bu yüzden
yalnızım.”
“Başka bir barda bunu patronun yüzüne söylemiştim. Çok açık
sözlüyümdür. İşten çıkarılmıştım. Komik!”
Adam şikâyet eder gibi “insanlar…” dedikten sonra birasının son
yudumunu alıp, saatine baktı:
“Son metro kaçta, biliyor musun?”
“İstersen burada kalabilirsin,” dedi kadın, “ben de burada
kalıyorum. Zaten bu işi de o yüzden kabul ettim. Barda kalmama izin veriyorlar,
çok rahat. Sana en sevdiğim parçayı çalayım mı?”
“Olur.”
Kadın boşalan bardağı doldurdu.
Cemile Özyakan
cemileozyakan@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder