Sevgili Kişisel Gelişim Okuru - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Sevgili Kişisel Gelişim Okuru - Zafer Köse

Sevgili Kişisel Gelişim Okuru - Zafer Köse

Paylaş

Birçok dileği vardır Oblomov’un, ama gerçek anlamda istekleri yoktur. Çünkü “istemek”, gerçekleşmesi arzulanan şey için gereğini yapmak iradesini de içeriyor.

Doğrusu, kişisel gelişim kitapları okuman, bence bir okur etkinliği değil. Çünkü bu kitaplara ilgi duymanın nedeni, en kolay şekilde sonuç alma hevesi olsa gerek.

Oysa okurluk, bir konuya yoğunlaşmakla, sorgulamakla, araştırmakla ilgili bir şey. Bir yolculuk gibi. Ulaştığın bilgileri inceleyerek, aralarında bağlantı kurarak ilerlersin. Kolay bir çözüm peşinde olduğundan değil, düşünüyor olmanın, anlıyor olmanın güzelliğini yaşamak için düşersin bu yola.

Tam buraya bir alıntı koyalım; sen seversin alıntıları. Nazım diyor ki: “anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık”

Alıntıları seversin ama bir metnin içinden koparıp alınmış parçanın öncesi ve sonrasıyla pek ilgilenmezsin.

Oysa hiçbir alıntı söz, orijinal metindekiyle tamamen aynı anlama gelmez; kullanıldığı yeni metinde yeniden anlamlanır.

Bir cümle, öncesiz ve sonrasız şekilde, öyle tek başına “paylaşılınca” ortaya bir anlam çıkabilir mi? İçinde yer alacağı bir metin, bağlantı kurulacak bir konu olmayınca, nasıl anlamlanacak ki? Hayattaki soruların yanıtlarını birer cümlede arayan insanlar için onlar.

Kızmıyorsun değil mi? Böyle imalı şekilde seni eleştirmemden rahatsız olmuyorsundur, umarım.

Gerçi birbirimizi biraz rahatsız etmekte fayda olabilir. Ama lütfen eleştirilerimi kişisel bir saldırı gibi görme.

Çünkü kişisel gelişim kitaplarına ilgi duymaya neden olan “faydacılık”, yani pragmatik kişilik özelliği, aslında kişinin edebiyata ve kitaplara olan yaklaşımının ötesinde, genel bir varoluş sorunu. Ve yaşadığı ortamla ilgili bir mesele bu.
Son on yıllarda hayatın gidişatı, içinde yaşadığımız kültür atmosferi gibi açıklamaları var elbette bu durumun. Her gün yüzlerce köşe yazısı saldırıyor üstümüze. Basit cümlelerle, kısa paragraflarla kanaatler fışkırtılıyor.

Daha sonra bu konuları da biraz konuşuruz; “gelişimi” ve hayatın diğer konularını “kişisel” mesele olarak ele almak sorunu üzerinde dururuz. Şimdi sana bir kitaptan söz edeyim: Oblomov.

Yüz elli yıldan çok oluyor, Ivan Gonçarov'un yazdığı bu romanda, aynı isimdeki bir kahramanı tanıdı dünya. Onun kişilik özelliğine, onun ruh haline karşılık gelen bir kavram olarak, “Oblomovluk” kelimesi bu şekilde türemiş oldu.

Miskin, heyecansız ve isteksiz bir kişidir Oblomov.

Bir iş yapıp köşeyi dönmeyi hayal eden, bir kitap okuyup kafasındaki sorulara yanıt bulmayı uman, hayatındaki sorunların çözümü için ancak kolaysa harekete geçen çevremizdeki insanlar gibi. Bizler gibi.

Birçok dileği vardır Oblomov’un, ama gerçek anlamda istekleri yoktur. Çünkü “istemek”, gerçekleşmesi arzulanan şey için gereğini yapmak iradesini de içeriyor.

İşte bizler de öyle; birer Oblomov’a dönüşmemize neden olan koşullarda yaşadıkça, insanlık halinin doğal gereği olan direnme özelliğimizi kaybediyoruz.

Fakat Oblomov’un, pasifliğine ek olarak bir tedirginliği de var. Huzursuz bir miskin o. Bizler gibi. Kabul et, senin gibi.

Oblomov’un kendi kendine yerinden kalkmayacağı belli. Sürekli o divanda öyle uzanacak. Ama bir etkiye de hep açık kalacak. Beklenmedik bir anda ayağa kalkmasını sağlayacak bir etkiye. Hatta buna, sanıyorum, bir aşamadan sonra gönüllü de olacak. Birbirimizi biraz rahatsız etmekte fayda olduğunu düşünmemin nedeni bu. Yoksa nasıl kalkarız o divandan?

Hey, arkadaşım, orada mısın? Dinliyorsun değil mi? Aman, gitme!

Bu anlattıklarımı duyanlardan bazıları sanacak ki, seni vesile edip aslında onlara sesleniyorum. İlk anlaşılandan daha farklı bir şeyler anlatıyorum. Edebiyat veya felsefenin kanıtlanmış kitaplarını okumanın sağladığı “üstünlük” duygusunu hissettirmek falan gibi…

Hayır dostum, öyle “yüksek” yazılarla ilgilenmiyorum. Bütün bu sözleri, içtenlikle sana söylüyorum. Gerçekten.

Çünkü seni önemsiyorum.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder