Sevmiyorum Suyunda Yıkanmamış Rüzgârı
Şiirle hiç aram olmadı.
Annem arada ezbere Nazım’dan okurdu onu bilirim, babamın kitaplığında Hayyam’ın
rubaileri vardı bazen onu karıştırırdım. İlkokulda ezberlediğim 23 Nisan
şiirini kürsüde unuttum, lise yıllarında Orhan Veli’ye tutuldum, üniversitede
Can Yücel’e hak verdim. Sonrasında güzel sesli, güzel duygulu adamlar -Tuncel
Kurtiz, Genco Erkal gibi- şiirler okudu ruhum sadelenerek dinledim. Ama yine de
hiçbir zaman şiir tutkunu biri olmadım. Edebiyatın zirvesinde kar tanesi
dediler ama ben gene de dokunup hazlanamadım pek. Birkaç denemem de olmadı
değil hani, kimselere okutmadım.
16 yaşımda, denizli memleketimden
ayrılıp bozkırdaki şehrin okuluna gideceğim gün, arkamı dönüp denizime yani
ikinci anneme, sadık sevgilime, kadim dostuma nemli ve hüzünlü bir bakış atıp “dönmeye gidiyorum” demiştim.
Memleketime dönmek, denize
kavuşmak umduğum kadar çabuk olmadı. Bir gelecek yaratma coşkusu kavuşmamızı
olması gerektiğinden daha fazla geciktirdi. Bu telaş içinde bile, sadece
hatırladığım zamanlar değil, her an hissedilen bir sızı gibiydi o hasret. Hatta
geceleri düşlerime girdi. Kim bilir kaç kez. Hatta bir keresinde, 16 yaşımda
denizden ayrıldığımdan bir yıl sonra, hep 17 yaşında kalacak dizeler döküldü
defterime. Belki naif, elbette acemi, biraz da çekingen:
Bir düş gördüm
masmavi,
köpük köpük, dalga dalga.
Beyaz bir atın
sırtında,
koşuyordum adalara.
Atımın adı Mai, ayakları
sularda.
Yüzüm güleç mi güleç,
mutluyuz dörtnala.
Bir düş gördüm masmavi
Dans ediyorum karanlıkta
Ellerim bembeyaz
Dönüyorum, yuvarlanıyorum.
Engin, soğuk, derin sularda.
Yükseliyorum
Bir yıldız kopmuş, düşmüş
saçıma
Bir düş gördüm masmavi
Ayrılık zamanı gelmiş, dur
ağlama!
Her yerim gözyaşı, masmavi,
köpük köpük
Mai geliyor, gidiyoruz yüreğimiz
yaşla
Dönmeye gidiyoruz.
Bir düş gördüm masmavi
Bir uyandım ki ellerim
masmavi.
Sonunda elbette denizime
döndüm. Ancak 12 yıl sonra tutabilmiştim sözümü. Ama bu dönemde deniz özlemi ruhumdaki
sanatsal yönelmelerin rengini değiştirdi. İçinde deniz sözü geçen şiirlere
yaklaştım, konusu deniz olan romanları okudum. Tekrar tekrar. Notalarının
arasında martı sesi olan şarkılarda ağladım, defterlerime “denizin üstünde dans
eden kız” resimleri çizdim. Günlük hayatım da bu özlemin gölgesinde sürüp gidiyordu.
Denizi anımsatan eşyalarla süslediğim odamda geceler boyu onun her tonunun
mucizeye dönüştüğü maviliğini, ciğerimden ruhuma hapsettiğim kokusunu hayal
ederek uykuya daldım. Kendime mavi
kazaklar aldım, şişesi mavi olan kokular süründüm. Ben deniz çocuğuydum, denize
doğmuş, denizle büyümüştüm. Acım, hüznüm, sorularım, coşkularım her şeyimi
serin sularına atmamış mıydım? Ne işim vardı bozkırda?
İşte bugün tekrar bana “şiir
ve ben” , “deniz ve ben” dedirten şey; zaman zaman ilkokul çocuğunun müsamere tonlamasıyla
içimden tekrarladığım şiirdir. Gurbette yaşayıp, denizime sıla dediğim
zamanlardan başlayan bir alışkanlık.
Artık -şükür ki- kucağında nefeslendiğim şehirde, olmadık zamanlarda
kimi sesli, kimi içimden tekrarladığım, bugün tekrar araştırdığımda yerlerini
karıştırdığımı hatta biraz da uydurduğumu gördüğüm o dize:
“SEVMİYORUM SUYUNDA YIKANMAMIŞ RÜZGARI
EY DENİZ SENDEN AYRI NASIL
YAŞAYACAĞIM?”
Şiirin aslı ise şöyle:
DENİZ HASRETİ
Gözümde bir damla su deniz
olup taşıyor
Göllerde kalmış gibi yanıyor,
yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende
yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz
sanıyorum
Nasıl yaşayacağım ey deniz
senden uzak
Yanıp sönüyor gözlerimde
fenerin
Uyuyor mu limanda her gece
sallanarak
Altından çivilerle çakılmış
gemilerin?
Sevmiyorum suyunda
yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor
mavi, yeşil…
İçimi güldürmüyor sensiz ay
ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler
güneş değil
Bir gün nehirler gibi
çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana
akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana
bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık
bahçelerinden?
Şiirin sahibi Ömer Bedrettin
Uşaklı. 1946 yılında henüz 42 yaşındayken hayata veda etmiş bir cumhuriyet
dönemi şairi. 1927 Mülkiye Mektebi mezunu. Maliye memurluğundan kaymakamlığa,
vali vekilliğinden milletvekilliğine uzanan devlet görevi içinde sanatını
safiyetle kanıtlamış biri. Çağdaş Fransız şiiri yapısından esinlenen Uşaklı, eserlerinde
öz ve sade diliyle doğayı, gurbeti, ölümü, özlemi ama en çok denizi
temalandırmış. İlginçtir ki denizi ve ona dair her duyguyu böylesine güzel
anlatan şair, deniz olmayan bir yörede doğmuş ve hayatının çoğunu denizsiz
yerlerde geçirmiş.
Ömer Bedrettin Uşaklı’nın
şiirleri önce Milli Mecmua’da, daha sonra Hayat ve Varlık dergilerinde
görülüyor. 1926’da Deniz Sarhoşları, 1934’te Yayla Dumanı, 1940’ta Sarıkız
Mermerleri adlı kitapları yayınlanmış. Bu şiirlerden bazıları dönemin popüler
Türk müziği eserlerine de güfte olmuş, gönüllere akmış.
Bugün milli coşkularımızın
kanatlandığı özel günlerin vazgeçilmezi, “Eğilmez başın gibi, gökler bulutlu
efem. Dağlar yoldaşın gibi, sana ne mutlu efem!” türküsünün sözleri bu yürekten
dökülmüş. Ve yine o çok sevdiğim, dinlerken ruhumun hüzünle titrediği “Kapıldım
Gidiyorum Bahtımın Rüzgarına” şarkısının güftesinin de Ömer Bedrettin Uşaklı’ya
ait olması, içimdeki hayranlığı arttırıyor.
Hal ve hareketlerinde
duygudan, gönülden ve hatta vicdandan, adaletten, merhametten uzak, değil
yazmasını, okumasını konuşmasını bile beceremeyen, sanata ve sanatçıya dağlar,
denizler kadar uzak devlet adamlarının çoğunlukta olduğu şu dönemde, bu
saygıdeğer şair ve devlet adamını hürmetle, sevgiyle anıyorum.
Hande Çiğdemoğlu
Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı cümlesinde hangi söz sanatı bulunmaktadır
YanıtlaSil