Tembellik Hakkı- Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Tembellik Hakkı- Hande Çiğdemoğlu

Tembellik Hakkı- Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

Katılımcı: mavitoprak/Hande Çiğdemoğlu

Tarih:  30.03.2018

Kitap: Tembellik Hakkı/ Paul Lafargue

Çağrışım:
Kadın işten çıkmış hızla yürürken, aklında ertesi gün vereceği kredinin, bitmemiş mali tahlil analizi. Ellerini cebine sokuyor, cebinden market alışveriş listesi. Oysa tüm mesai günü boyunca sahilde oturup bir bardak çay içmeyi hayal etmişti. Saatine bakıyor mümkün değil. Aceleyle markete gidiyor, yarın ve diğer günler için yapacağı yemek için malzeme alması lazım. Gece, taa bir ay önce başladığı kitabı okumak istiyor ama yemekleri geceden yapmazsa çocuklar hazır şeyler yemek zorunda kalacaklar. Eve vardığında ikizler koşarak annelerinin boynuna atlıyorlar. “Anne biliyor musun bugün ne oldu?” “Dur kızım elimdekileri bırakayım.” “Annee bugün bahar mı oldu şimdii?” “Oğlum bir dakika, Ayşe Hanım teşekkür ederim, sen gidebilirsin.”  Çocukların bakıcısı, iki çocuğun peşinde koşmaktan yorgun,  aynı zamanda evi süpürüp silmiş, ona söylendiği gibi çocuklar uyurken ütüleri de yapmış. Çocuklar çok sevimli ama çok yaramazlar. Artık yorgun hissediyor, eskisi gibi genç değil. Çömelip kalkarken dizinden kırt kırt sesler geliyor. Aklı, okuldan gelecek oğlunda. Bu sene üniversite sınavına girecek, inşallah mühendisliği kazanır diye düşünüyor. Dizini ovalıyor ayakkabılarını giyerken, “Oğlanı okutmak için daha çook çalışacaksın, dinleme kendini ” diyor. Kadın çocukların hevesle anlattıkları hikayeleri dinler gibi yaparken, akşam yemeğini hazırlıyor. “Anne, babam gene geç mi gelecek?” diyor çocuklardan biri. O sırada telefon çalıyor, baba gene geç gelecek belli. Bu ay satış hedefi tutmamış, toplantıya kalmışlar, patron ateş püskürüyormuş diyemiyor çocuklara. “Hadi bakalım sofraya…” Yemek yeniyor, mutfak toplanıyor, marketten alınanlar dolaba, kavanozlara yerleştiriliyor. Çocuklar mızmızlanıyor. “Anne hani kutu oyunu oynayacaktık.” İşini daha da hızla yapıyor kadın, çocuklar onu özlemiş. Haklılar. Benim de günde kaç kez burnumun direği sızlıyor,  çocuklar daha 2 aylık olmadan işe dönmek zorunda kalmasaydım keşke, ne de çabuk büyüyorlar diye düşünüyor. Ama onların ihtiyaçları günden güne artıyor, seneye anaokulu zamanı. Hem evin kredi taksitinin bitmesine daha 6 sene var. Omuzları düşüyor. Ama yorgunluğunu bir kenara atıp, çocuklarla oyun oynuyor, sonra onları yıkıyor, pijamalarını giydiriyor, yatırıyor. “Hadi bakalım saat on yatağa kon.” Çocukları uyuturken, başı yatağın kenarına düşüyor tam dalacakken kapının tıkırtısına fırlıyor. Kravatı yana kaymış, ceketi iş kokmuş adam tüm günü üstünden çıkarmak istercesine ayakkabılarını çıkarıp atıyor. Evin sessizliğinden tahmin etse de yine de bir umut soruyor: “Çocuklar yattı mı?” , Bir müşteriye satış yaparken, öğle yemeğini kaçırmış, bir daha da bir şey yemeye fırsat olmamış. Kadın sofraya gelecek hali olmadığını gördüğü kocasına bir bardak çay ve bir parça kurabiye getiriyor. Oysa adam yığıldığı kanepede uyuyakalmış. “Hadi canım yerine yat saat geç oldu” diyor kadın. Adam bir gözü kapalı kollarını açıyor, kadın kanepenin kenarına ilişiyor. Başını adamın göğsüne dayıyor, aslında ona anlatacağı ne çok şey var. Adam kalan son nefesiyle konuşur gibi “Seni çok özledim” diyor, kadın “Ben de” demek istiyor ama uyku ikisini de alıp götürüyor. Yeni güne kanepede uyanacaklar. Sohbet edemeden, çocuklarıyla oynayamadan, yemekte şakalaşamadan, film izlerken kahve içemeden, sevişemeden, gülüşemeden, düşünemeden yeni güne sırt ve boyun ağrılarıyla başladıkları bugün de diğerinden farksız olmayacak. Sabahın ışığı sokaklarda işlerine koşuşturan yorgun, mutsuz insanlarla solacak, arada hayattan birkaç parça koparabilenler çıkacak, bir avuç mutluluğu sömürür gibi yaşayıp bitirecekler.

Paul Lafargue, ezberleri bozan düşünce sistemiyle aslında övülen çalışma eyleminin, nasıl da sömürülmeye dönüştüğünü anlatıyor “Tembellik Hakkı” kitabında. İnsanın doğal yapısının ancak beden devinimlerini gerçekleştirmek ve temel ihtiyaçlarını gidermek için harekete/çalışmaya müsait olduğunu, hayattan keyif almanın, düşünmenin, var olmanın kendini tüketircesine çalışmakla mümkün olamayacağını anlatıyor. Mitolojik tanrılardan, filozoflara genel ve doğru fikrin “tembellik” olduğunu örnekler ve sözlerle anlatıyor. İşçilere öğretilen ve hatta dayatılan “Çalışma Hakkı” nın aslında “Yoksulluk Hakkı” ndan başka bir şey olmadığını söylüyor. Ve çalışmak için can atan işçilere, bu fikre kucak açmaları hatta bunun için mücadele etmeleri,  aslında dünyayı bireysel ve toplumsal yoksulluğa iten bu tutkuya kapıldıkları için kızıyor.

Neredeyse 140 yıl önce ortaya atılan bu düşünceler, bugün kendi yaşamımızı sorgulatmıyor mu size de? Yukarıda anlattığım sahne, hanginize tanıdık gelmiyor? Sadece maaşlı ve sigortalı bir iş için neredeyse ilkokuldan beri didiniyoruz. Çocukluğumuz, gençliğimiz bir meslek sahibi olmak aslında bakarsanız hayatımızı kazanabilmek adına harcanıp gidiyor. Ya yetişkinliğimiz? Ortalama bir sosyal statüdeki kadın ve erkeklerin hayatı, Pazar günü alacakları yarım nefesi, yılda bir kez yapacakları tatili düşünerek, kendini kaybedercesine çalışarak/çalıştırılarak geçiyor. Ve ortalama bir iş sahibi olan on kişiden biri, işsiz olan diğer dokuzunu görünce gökyüzünü görememekten, güneşin sıcaklığını duyumsayamamaktan, okuyamamaktan, düşünememekten, konuşamamaktan, keyifle uzanıp hayatı koklayamamaktan şikayet etmeye utanıyor. Spor yapmak, kitap okumak, müzik dinlemek, seyahat etmek gibi basit ve temel insani eylemler ancak bulunması zor “boş vakit” lerin hakkı olarak kayda geçiyor.

İşçi erkek, kadın ve çocuklar, yüz yıldır, binbir zahmetle acının çarmıhlı tepesine tırmanmaktadır… Ey tembellik, uzun süren sefaletimize acı! Ey sanatların ve soylu erdemlerin anası tembellik, insan kaygılarına merhem ol!” (sy.56)

Hande Çiğdemoğlu 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder