Bella Ciao ! - Yeşim Yeşiloğlu - Sevdalım Hayat
Bella Ciao ! - Yeşim Yeşiloğlu

Bella Ciao ! - Yeşim Yeşiloğlu

Paylaş
Bella  Ciao !

La Casa de Papel izleyen herkes gibi -bir kez daha- partizan marşını söylemeye başladık. Bazıları çok daha önceden bildikleri ve her bir sözüne inanarak yaşadıkları bu marşın kapitalist düzene meydan okurcasına popüler olmasından memnundur elbet. Ama bu yazının konusu bu olmayacak. Ne kapitalizmin sosyalizme doğru zorunlu evrimi ne de kapitalizmin sosyalist ögeleri metalaştırarak pazarlaması.

Tüm bunları bir kenara bırakalım ve Çav Bella derken ne kadar samimi olduğumuzu tartışalım biraz.

Gezi sürecinde gençler ön plandaydı evet ama bir de “beyaz yakalılar” vardı. Plazalardan çıkıp meydana akan, faşizme karşı sesini yükselten artık yeter diyen milyonlar. Gündüzleri Clark Kent olarak patronun verdiği işleri yapmak zorunda olan ama mesai sonrası pelerinini giyerek meydana akan milyonlar.

Polis gaz atıyor, polis dövüyor, öldürüyor. Ama hayatı boyunca kredi borcunu aksatmamak adına debelenen, çocuğu iyi eğitim alsın diye kendisinden feda ettikleri ile birikim yapan, bir yandan toplumun cehaleti bizi kör kuyulara atmasın diye uğraşan diğer yandan devlete karşı tüm borçlarını ifa eden karşılığında alması gerekeni almasa da isyan etmeyi tercih etmeyen  beyaz yakalıların ağzında tek bir slogan: Simit sat onurlu yaşa!

Şimdi, bu sloganın altında ezilen biri olarak yazıyorum bu yazıyı. Simit satıp onurlu yaşamak yerine hala sisteme hizmet ediyorum zira.

Mesleğimi seviyorum ama ben -de diğerleri gibi- sistemin dişlileri arasına sıkıştırılmış bir İngiliz anahtarı olmak isterken kendimi yine kapitalist düzene hizmet ederken buluyorum, sistemin çarkı olmuşum, simit satıp onurlu yaşamam gerekmiyor muydu?  

Mesele hepimizin işini bırakması, açlığa mahkûm olması falan değil elbette. Hala bu şekilde devam etmekte ısrarcı olmamız. İyiler ve kötüler diye ayrılacaksak isyan karakterine göre neden biz iyi olmak zorundayız?  

Yasalara uygun davranmalı, hakkımızı yasal yollardan aramalı, bir haksızlık gördüğümüzde yetkililere başvurmalı, sorunları onların çözmesini talep etmeli, yaptırımı olmadığını bilerek ve buna güvenerek çözmeseler bile beklemek beklemek beklemek. 


İki kişiyi öldürdüğü halde dışarıda gezebilen bir mafya bozuntusu medeni bir konuşmaya rağmen size silah çekebilir, bu dünyadaki sayılı günlerinizi anında sonlandırabilir. Taşeron şirketin maliyetinin beş katı kazançla kazandığı ihale sonrasında yaptığı ancak iki gün sonra kırılan kaldırımları düzeltmesini sağlayamazsınız. Nasılsa parasını almıştır, belediye ile olan ilişkilerine güveniyordur. 


İşini kaybetme korkusu ile zam istememek, bir türlü bitmeyen mesailere hayır dememek, patron yönetici baskısı ile iş yürütmek, günün 2/3 ünü işverene feda etmek, stresle sinirle yaşamı da boş vererek çalışmak çalışmak çalışmak. 

Gösteri ve yürüyüş hakkınız Anayasal bir hak olmasına ve bu hakkın kullanımı için izin almanıza gerek olmamasına rağmen Anayasa’ya aykırı bir kanunla “bildirim” yükümlülüğü ve “kamu düzeni” nedeni ile verilmeyen izinlerle karşılaşırsınız. Çalışmaktan arta kalan vakitlerde TV izlerken tüketici çılgınlığını daha da arttırmaya çalışan bitmek bilmez reklamlar arasında kaybolur, biraz daha ruhsuzlaşırsınız. Fazla mesai ücreti olması gereken reklam bedellerinin oligarkların cebine gittiği gerçeğini -arada bir- hatırlayarak.

İtiraz edenleri susturmak için yapılanları kanıksamak, sesini çıkaranları içeri almalarına sessiz kalmak, adım atıp engel olmak yerine karanlıkta saklanmak, kaçınılmaz sonu beklemek beklemek beklemek. 


Haksız savaşların, ahlaki bir yönü olmayan işgallerin ortasında sesinizi keserler, “vatan-millet” derler gencecik insanların ölümüne sevinmemizi beklerler. Birkaç diktatör güç tazelesin, milletin a… a koyan birkaç patron birkaç ihale daha alsın diye yas tutmayı da hesap sormayı da vatana ihanet sopasıyla savuştururlar. Her zaman haklı olan beylerin hatalarını yüzlerine vurdukça soğuk duvarlara merhaba dersiniz, tek başına bir başına, kim için ne için dedirtecek bir başınalıkla.  

İşgallerin eskisi gibi topla silahla olacağı yanılsaması içerisinde çoktan kuşatılmış, ele geçirilmiş olduğumuz gerçeğini gizlemek için çaba harcarlar. Bazen çaba harcamalarına gerek olmaz. Dönüşüm tamamlanmak üzeredir zira, herkes sadece kendi hayatını kurtarmak derdindedir. Ne insanlığın ne doğanın ölmesi önemlidir. Önemli olan tek şey maddi kazançtır, ceptir, gelecektir.

Birileri onurunu, saygınlığını, güvenilirliğini satmıştır 6 rakamlı çeklere, aynısını sizin de yapmanızı beklerler, daha ucuza. Yapmayacağım, onlara benzemeyeceğim, ideallerime bağlı kalacağım dersiniz. Gün gelir sokaklara iner artık yeter dersiniz, bu düzene de bu baskıya da yeter. Sonra mı? Sonra Clark Kent'in mesaiye kalması gerekir.

Evet, arada bir aynaya bakmak, ben neydim ne oldum ne olacağım diye düşünmek. Arada bir "aynaya bakabiliyor muyum" diye bakmak. Neydik ne olduk diye pişmanlık duymak ya da neydim ne oldum biliyorum ama henüz bitmedi diyerek bakmak. Makinaları kıracağımız günlerin geleceğine inanarak, salt inanarak değil hazırlığını da yaparak bakmak. Umut ateşini kendi gözlerinde yakmak önce. Denemek denemek denemek. Denediğini bilerek gitmek. Belki o zaman, o zaman belki bella ciao derken hırstan değil umuttan dökülür gözyaşları...


Yeşim Yeşiloğlu 
yesim@sevdalimhayat.com 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder