Sanırım bir rüyadayım. Çünkü uçuyorum. Hem de
kırmızı saplı bir paspasın üstünde. Aynı uçan süpürgenin üstündeki cadılar
gibi. Tabi ki ben o kadar çirkin değilim. Sadece sabah halıları sildiğim için
saçlarım dağılmış ve terim enseme yapışmış. Gerçi halıyı da bir su sildim,
annem duysa tefe koyar. “Üç sudan az silinen halıya, halı diye basma” demez
miydi hep. Neyse annemi boş verelim şimdi, uçuyorum yahu. Dağların ovaların üstünden
geçiyoruz. Rüzgârla birlikte paspasın mavi püsküllerinden yüzüme buram buram
çamaşır suyu kokusu geliyor. Öyle muhteşem bir koku ki başımı döndürüyor.
Duyduğum hazzı tarif edemem, altımdan geçen denizli, dağlı, ormanlı, nehirli
manzaraya bile bakmaya ihtiyaç duymuyorum.
Derken üstümüzden koca bir şey geçiyor. Uçak
olsa gerek diyorum ama gözlerime inanamıyorum. Bu 5000 Watt’lık bir elektrik
süpürgesi. Nereden mi biliyorum? Kulakları sağır edecek o “fa” sesi ancak bu
kadar güçlü bir makineden çıkar. Hem güçlü, güçsüz, toz torbalı ya da su
hazneli nasıl olursa olsun bütün elektrik süpürgeleri, fa notasına karşılık
gelen o muhteşem sesi çıkarır. Uçak hızla yanımızdan geçip gidiyor. Arkasında
bıraktığı temiz ve beyaz ize hayranlıkla bakıyorum.
Bu arada, paspas hızla inişe geçiyor.
Köpükten gölün üstüne usulca konuyoruz. Bir hamlede paspastan iniyorum. Üstünde
kayarak yürüdüğüm bu yoğun beyazlığın, mis kokulu çamaşır deterjanı köpükleri
olduğunu anlıyorum. Ama jel olanlardan değil, babaannemin sobanın üstünden
aldığı güğümdeki kaynar suyu boşalttığı leğende oluşanlardan. Hani şu elini
poşete daldırıp bir avuç atıp, oklavayla karıştırıp köpürttüğü toz
deterjan. Elimle köpükleri avuçlayıp
yemek istiyorum.
Sahi karnım nasıl da acıkmış. Ama işin
ortasında yemek olmaz. Lavabolar ovulacak, balkonlar yıkanacak. Of daha camlar
bile silinmedi. Benim ne işim var burada? İçimi müthiş bir huzursuzluk
kaplıyor. Günaha girdiğimde hep böyle olurum. Kuran kursu hocamız ne diyordu,
“temizlik imandan gelir”. Hemen üç kulhü bir elham okuyorum.
Daha “âmin” demeden köpüklerin içinden bir
tekne yükseliyor. Denizaltı teknesi herhalde diyorum, dipten çıktığına göre.
Etrafını kaplayan kıvırcık bulaşık telleri pırıl pırıl parlıyor. İçinde bulaşık
süngerlerinden oluşan bir kaptan köşkü, sık uçlu fırçadan da bir direk var.
Hayatımda gördüğüm en güzel tekne. Etrafındaki tellere dokunup var gücümle bir
şeyleri ovmak istiyorum. Çaydanlık olur ne bileyim dibi yanmış tencere, olmadı
ocak.
Köpüklerin üstünden tekneye doğru koşmaya
çalışıyorum, olmuyor. Hızla sıçrayıp batmayı başarıyorum sonunda. Ve tüm
gücümle yüzüyorum tekneye doğru. Köpükleri yaran avuçlarım karıncalanıyor. O
tellere mutlaka dokunmalıyım. Ayağıma bir şeyler takılıyor, ilerleyemiyorum.
Onlarca sarı toz bezi ayağıma dolanmış. Ne kadar yumuşak ne kadar kavrayıcılar.
Bu bezler dünyanın bütün kirlerini bir hamlede toparlayabilir. Sonra suyla kiri
akıtıp beyaz sabunla iki su yıkadın mı hoop eskisi gibi olurlar.
Gittikçe uzaklaşan teknenin parlak bulaşık
tellerinden vazgeçip sırt üstü yatıyorum köpüklerin üstünde. Bacaklarımı
kaldırıp sarı toz bezlerine dokunmaya çalışıyorum. Ama köpükler gittikçe
seyreliyor, suya gömülüyorum. Çırpındıkça daha da batıyorum. Su ne kadar da
sıcak. Gözlerimi kapatıyorum. Başım köpüklü suya giriyor, nefes alamıyorum.
Aklıma rahmetli kayınvalidemi ilk kez gördüğüm gelin hamamı geliyor. Evde
defalarca keselenmiştim hamama gitmeden önce. Beni orada da keseleyip hiç kir
çıkmadığını gördüklerinde saçlarımı sabunlayıp başımdan aşağı peş peşe tenimi
cayır cayır yakan suları dökmüşlerdi. Annemin omuzları gururla yukarı
kalkmıştı. Ama ben nefes alamamıştım. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Neyse ki
tertemiz bir suda boğulacağım. Bununla avunuyorum…
Ama aklıma çocuklarım düşüyor. Oğlan
tırnaklarını doğru düzgün kesemiyor, kızı kendi haline bıraksam nevresimini
Allah bilir on beşte bir değiştirir. Maazallah hastalık kapacaklar. Hayır
ölmemeliyim. Babaları desen ben demeden üstünü çıkarmaz eve gelince. O kim
bilir nerelere oturduğu pantolonuyla caanım koltuklarıma oturur, pis
çoraplarıyla nemi gitmemiş halılarıma basar, marketin fareli böcekli reyonundan
aldığı malzemeleri yıkamadan bembeyaz buzdolabıma sokar. Dışarının tüm pisliği,
mikrobu pür-i pak evime giremez, girmemeli! Hayır ölmemeliyim.
Hem daha perdeleri yıkamadım, cenazeme gelen
konu komşunun ağzına laf mı vereyim? Hiç olmazsa misafir tabaklarını dolaptan
çıkarıp yıkasaydım, çatal kaşığı parlatsaydım. Helvamı o kaşıklarla yemesinler.
Allah’ım ne olur ölmeyeyim. Öleceksem de bana biraz zaman ver, daha evde
yapılacak çok işim var.
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder