Memleket Acısı
Zorunlu göçlerde ayrıldığın yerin acısı sarar her
yanını; dallanıp, budaklandığın, kök saldığın coğrafyadan ayrılmak kolay mı?
Memleketinin havası, sesi, kokusu bütün hücrelerine sinmiştir. Başını
kaldırdığında gördüğün, o gökyüzü değildir artık. Soluduğun hava, ışıyan güneş,
bastığın toprak senin değildir. Adı, o ad değil; tadı, o tat değildir artık!
Her şey bir acıya dönüşmüştür. Yıkıcı, yakıcı bir acıya. Zemheri ayazların
serinletemediği, içinizde kaynayan bir yarayı hissedersiniz. Yaşamak değildir
bu! İbrahim Dizman’ın Adı Başka Acı Başka adlı kitabını okuduğunuzda
hissettiğiniz budur.
“Orduluların Harut Usta’sı, Bakırcı Mıgırdıç Usta’nın oğlu
Harutyun Artun, “Karadeniz’de en yaşlı, son Ermeni”, diye kendisinden söz
eder. Yeni adı “Zafermilli” olan ama güngörmüş Orduluların hâlâ eski adıyla
andığı Ermeni Mahallesi’ni, son Ermenilerin hayatlarını anlatıyor. Bu, aynı
zamanda Türkiye’nin son yüz elli yılının hüzünlü bir dökümü niteliğinde.
İbrahim Dizman, hemşerisi Harut Usta’yı uzun uzun konuştururken, ayrıca
tanıklık ve gözlemlere başvurarak, özenle çerçeveleyerek canlandırıyor onun
hikâyesini. “Bakır tavayı, güğümü
herkes yapar. Ben farklı, orijinal ve memlekete yararlı şeyler yapmayı istedim
hayatım boyunca” diyen, memlekete ilk şofben geldiğinde onu söküp
inceleyerek sırrını keşfeden mahir bir ustanın hikâyesi bu aynı zamanda.” (Tanıtım
Bülteninden)
Ayrıca, yirminci yüzyıl
başlarında Ordu ve civarının sosyal ve ekonomik yaşamı hakkında bilgi de
veriyor. Ordu’da
Ermeni, Rum ve Türklerden kurulu bir bando ya da orkestranın olduğunu,
konserler vermek için Trabzon’a gittiğini veya bugün İsmet Paşa İlkokulu olan
eski Ermeni Mektebi’nin üst katında yer alan salonda tiyatro oyunları
oynandığını öğreniyoruz. Sürgün öncesi kentte yaşayan bazı Ermeni tüccarların
Avrupa’ya gidip geldiği, fındık ticareti yapan zengin Ermeni aileler, her
milletten müşterisi olan Rum ve Gürcü meyhaneciler, kardeş gibi anlaşan Ermeni
ve Türk gençlerin yaşadığı sokaklar hakkında da bilgiler ediniyoruz.
Ordu’nun tarihi hakkında önemli bilgiler
verildikten sonra Birinci Dünya Savaşı süreci ve tehcire değiniliyor. Tehcirin
haklılığı ya da haksızlığını tartışmakla ilgilenmeden, olan biteni objektif bir
gözle aktarıyor yazar. Amacı kimseyi yargılamak değil, bir toplumun yurdundan
edilişinin yarattığı acıya dikkat çekmek. Bir zamanlar yan yana olan, acıyı,
kederi ve sevinci paylaşan, farklı kültürlerden ve milliyetlerden insanların
birbirine düşman edilişinin yarattığı travmayı gözler önüne seriyor.
Ordulu Ermeniler gruplar halinde şehri terk etmeye
zorlanırken; bir kısmı çocuklarını komşu Türk ailelere bırakıyor. Bazıları
yolda kaçmayı başarıyor, kimisi ölüyor, kimileri de Alevi köylerine sığınıyor
ve oralarda uzun süre saklanıyor. Memleketin bir diğer “ötekileştirilmiş”
kesimi olan Aleviler baskıyı yüreklerinde hissettikleri için, hiç düşünmeden,
hayatları pahasına sürgüne zorlanan Ermenilere yardım elini uzatıyor.
Kitabın kahramanı Harut Artun, duyduklarını ve
anımsayabildiklerini anlatıyor yazara. Kendi ailesinden de kayıplar, ölümler
var. Babasının şans eseri kurtulduğu sürgünden sonra tekrar Ordu’ya döndüğünü,
orada yaşamaya devam ettiğini ve ailesini kaybetmiş bir kadınla evlenip
çocuklarını burada büyüttüğünü, oğlunun da baba mesleği olan bakırcılığı
öğrenip yine burada yaşamaya devam ettiğini öğreniyoruz.
Harut Altun’un ifadesiyle “Sağ kurtulanlar
asla dinmeyecek bir fırtınanın içinde tamamlıyor kalan ömürlerini. Korku
ve kederle büyüyen bir fırtına. Susuyorlar, en yakınları ile bile
konuşmuyorlar, tehciri ve yaşanılanları. En yakınlarını soruyor
çocuklar; amcaları, halaları, teyzeleri, büyükanne ve babaları. ’Öldü’ demekle
yetiniyor anne ve babalar, hiçbir detaya girmeden. Çocukları bu trajedinin
ağırlığı altında ezilmesin istiyorlar, böylece onları koruyacaklarını
düşünüyorlar.”
Seneca’ya atfedilen sözde olduğu gibi “Hafif acılar
konuşulabilir, ama derin acılar dilsizdir.” Kabuk bağlamış acılar, üstü kapatılmış korkular, dillendirilmeyen
kayıplar, bir suskunluğa sürüklese de bizleri, ortak vicdan ve akılla tüm bu
kötücül durumların üstesinden gelinecek.
Selma Sayar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder