Ziya / On Sekiz - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Ziya / On Sekiz - Ender Macun

Ziya / On Sekiz - Ender Macun

Paylaş

Ziya / On Sekiz








imdi bu Ziya yetim büyümüş. Anasına babasına ne olduğunu kimse bilmiyor. Önceleri teyzesinin yanında, sonra bir yerlerde, çok sonrasında kendi imkânlarıyla tuttuğu, işte şuracıktaki tek göz evde yaşamış. Bildiğim, matbaalarda, marangozhanelerde, mücellithanelerde çalışmış. Evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. Genç yaşlarında işsiz kalmış. Eve para pul götüremez olmuş. Bu da çareyi evi terk etmekte bulmuş. Herkes başka bir şey anlatır Ziya hakkında ama en doğrusu benim anlattığımdır. Şimdi gelelim başa…Ziya uzaktan akrabamız olur bizim. Tabi. Öyle. Anası babası ortadan kaybolduğunda ben genç kızdım. Dedeniz Süleyman Efendi ile yeni evlenmiştim daha. On altı, on yedi yaşlarındayken yani. Bu daha çocuk. Kaldı mı ortada. Teyzesi Müyesser sahip çıktı, yanına aldı. O zamanlar bunlar Karamürsel’de oturuyorlar. Biz duyuyoruz ama tam da ne olmuş anlayamıyoruz yani. Uzaktan bu Ziya’nın durumuna üzülüyoruz. O zamana kadar bir kere görmüşüm Ziya’yı. Bu doğduğunda. Teyzesi Müyesser’le sık sık yazışıyoruz. O bana mektup gönderiyor, böyle sayfalar dolusu, ben de ona gönderiyorum. Yıllar sonra Süleyman Efendi’yle kalkıp Karamürsel’e gidiyoruz, bak dinle… Şükran, Feriha, annenle…Şükran daha bebek kucağımda. Tren Karamürsel’de duruyor. Bizi bu Ziya karşılıyor. On, on iki yaşlarında. Feriha teyzenle arkadaş oluyorlar hemen. Müyesser ve kocası bizi iyi ağırlıyorlar evlerinde. Üç beş gün kalıyoruz orada. İstanbul’a tren bileti aldık, döneceğiz, annen ve Feriha tutturuyorlar Ziya da gelsin bizimle diye. Süleyman Bey de oğlu gibi seviyor bunu. Kara kuru, cana yakın  bir şey yani. Alıyoruz yanımıza, hoop trene. Haydarpaşa’dan Mevlanakapı’daki eve geliyoruz. Şu bizim eski ev. Ziya on gün kadar kalıyor bizimle. Onuncu günün sonunda trene bindirip gönderiyoruz gerisin geriye. Gelgelelim trenden inmiyor bizim oğlan Karamürsel’de. Müyesser perişan. E biz bindirdik, yolladık oğlanı diyoruz. Telefonlar ediliyor, mektuplar gidip geliyor. Oğlan yok ortada. Kayıp ilanları veriyoruz iki koldan. Hem burada İstanbul’da hem orada. O karakol senin bu karakol benim dolaşıp duruyoruz Süleyman Bey’le, ama nafile. Ziya yok ortalarda. Müyesser’e utana sıkıla yine bir telefon… Müyesser fena tabi. Deli divane olmuş. Kardeşinin tek çocuğu. Ne yapsın garibim. Bakamadınız el kadar çocuğa diyor. O oradan öyle konuşuyor, Süleyman Bey buradan bana sinirleniyor. Haklı, ikisi de haklı. Ben de Feriha’yla ananı suçluyorum. Sabah akşam temiz birer sopa yiyorlar.
Böyle böyle zaman geçip gidiyor. Unutuyoruz bizim garip Ziya’yı. Çocuklar büyüyor. Büyüyor da nasıl büyüyor… Siz oluyorsunuz. Evler değişiyor, hayat hepten değişiyor. Derken bir gün Ziya gelip bizi buluyor nasıl yapıyorsa. Elinde tepeleme dolu kese kâğıtları. Bir sürü meyve almış. Sen daha bebeksin. ‘Adviye teyze’ dedi, bak dün gibi hatırlıyorum. ‘ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Size karşı mahcubum.
Çok şeyler geçti başımdan. Şimdi elim ekmek tutuyor.’ Aynen böyle dedi işte. Sonra da pek bir şey konuşmadı zaten. Geldi işte ahan da şu karşımızdaki Miyase’nin üst katına yerleşti. Bir döşek verdik, iki de sandalye. Evin arkasında küçük bir bahçe vardı. Böyle bakımsız bir şey. Oraya el atmış. Erik, kiraz, şeftali dikmiş. Öyle işte. Bakkala koşup Müyesser’e telefon açtım hemen, durur muyum. Telefonu yüzüme kapatmaz mı… Utanmaz cibiliyetsiz seni.  Tüüh, yazıklar olsun. Ne suçum varmış benim. Söyle bakiim, ne suçum varmış benim? O kadar emek… Eline gözüne dursun.”

Ender Macun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder