Sen misin burnu Kaf Dağı’na yakın
tepelerde gezen? Sahip olduklarının tamamını, kendi çabanla elde etmiş gibi omuzları
yukarda yaşayan? Çocuğunun terli atletini, havalı çantandan çıkardığın bir
yenisiyle değiştirirken görürsün onu. Sümükleri burnunda kurumuş o çocuğun
tırnak içlerine dolan kara kirler mideni bulandırır. Annesine kızarsın.
"Bakamayacaksan yapma kardeşim" dersin. Kendi mükemmel anneliğine gururla
döner, son model akıllı telefonundan en süper anne forumlarına yorum yazmaya
devam edersin. Aklına gelmez, belki de zaten 5 tane olanın üstüne gelen tekne
kazıntısıdır o çocuk. Kızdığın annesi, onlara bu yaşa kadar bir barakada
bakmıştır. Sabah serininde ittirmeye başladığı arabasıyla kağıt toplarken,
birbirlerine bakan çocuklar o barakada kalmıştır. Akşam yemeği için sadece üç
ekmek, yüz gram peynir alabilecektir. Kocası desen, çocuk yaşta başlamış
bitmeyen kâbusudur. Rakılı nefesinin altında ruhunu ezmekten başka bir şey
bilmez.
Ofisindeki akşama dönen öğleden sonra
yavaşlığında, bol sütlü latteni soğutmadan önündeki CV’leri inceliyorsundur.
Şuna bak dersin. Tahsili de fena değil ama beş senede üç iş değiştirmiş.
Basiretsiz biri demek ki. Zora gelince kaçan, sorumluluk almayan bir adayın
bizim şirketimizde, hele ki şu önemli pozisyon için hiç şansı olamaz. Bize
vizyon sahibi biri lazım. Oysa bilmezsin, o sadece senin kadar şanslı değildir.
Onun, işinin tüm ayrıntılarına hâkim, çalışkan ve dürüst biri olduğunu hiç
öğrenemeyeceksin. İlk işinden kanserli annesine bakmak zorunda olduğu için
ayrılmıştır. İkincisinden, görüp sümen altı etmediği bir usulsüzlük şirket ortaklarından
birinin ayağına dolandığı için. Üçüncüsünden ise, tacize varan bir mobbing
yaşadığı için. Oysa sen çoktan A4 kağıdından ibaret bir geçmişi ıskartaya
ayırdın bile.
Ya arkadaşının kocası? Ahlaksız,
haysiyetsiz adam! İnsan gül gibi karısını, yuvasını böyle bir kalemde siler mi?
Hem de başka bir kadın için. Arkadaşına acır, üzülürsün ama bıyık altından
“Elinde tutamamış o da canıım, yuvayı dişi kuş yapar.” demekten de kendini
alıkoyamıyorsun. Oysa ne sen, ne kocan ne de herhangi bir yakının, zorunlulukla
gerçek aşk arasında seçim yapmak zorunda kalmıştır. Sonra da kendinizi mutlu
ilan etmişsinizdir. Ne de olsa mutluluklar genel geçer kurallara bağlanmıştır. Zaten
mutluluğun ne olduğunu da sen ve senin gibi mükemmeller belirler.
Peki, televizyon haberlerinde gördüğün şu
adli vakalar? Ekranın altında yazan isimleri gördüğünde “vah vaah” mı diyorsun?
Yoksa suça, suçluya hiç tahammülün yok
mu? Şehrin hemen dışındaki cezaevinin önünden geçerken irkiliyor musun,
içeridekilerin sana benzediğini unutarak? Masumiyetin sende saklı kalsın. Henüz
cezaevinde olmaman, belki de bazı seçimlere zorlanmadığındandır. Birinin sana
ya da sevdiklerine zarar vermek üzere olduğundaki o kısacık seçim anı. Ya
tecavüze uğrayacaksın ya da köşede gördüğün taşla saldırgana vuracaksın. Ya o
yabancı, çocuğunun odasına giderken mutfaktan kaptığın bıçağı ona
saplayacaksın, ya da olan biteni çaresizce izleyeceksin. Kim bilir hayatında o
çok sevdiğin kardeşinin suçunu üstüne almışsındır, belki hukukun gözden
kaçırdığı bir iftiraya uğramışsındır, belki de fren yerine gaza basmışsındır.
Çocuklarının karnını doyurmak için yiyecek çalana da hırsız deniyor,
biliyorsun.
Hayatta birçok yol, seçenek ve tesadüfle
karşılaşırsın. Karşılaşmadıklarından ise haberin bile olmaz. Başarılı olmakla
övünürsün. Buna, doğru hamlelerin ve zekice hareketlerin sayesinde ulaştığına
eminsindir. Peki sen misin, o ayrıcalıklı konumda bulunmayı hak eden?
Adaletsizliğin başını, her köşe başından uzattığı bir sistemin içinde savrulduğunu
biliyor olmalısın. Gördüğün, duyduğun olayları değerlendirirken, bunların içindeki
insanları pervasızca kınayıp, yargılarken bunu bir düşün istersen…
Hande
Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder