Ben çıktım, içeri bir
kelebek girdi. Kanatlarının rüzgârını yanağımda hissedip irkildim. İyi ki
dokunmadı dedim. İyi ki ben çıkmadan girmemiş. Kelebekleri sevmem. Hayatım
boyunca onlardan ürkerek ve tiksinerek kaçtım. Asıl sevmediğim bu tırtıldan
devşirme hayvancık mıydı gerçekten?
Bir kelebeğin varoluşu
belki de en takdire şayan dönüşüm hareketiydi. Ama kelebeklere yapılan bunca övgü,
bu muhteşem dönüşüme değil sonunda ortaya çıkan güzelliğine değil mi? O kanatlı
şey aslında, çirkinlikten güzelliğe farkında bile olmadan dönüşüyor, sırf bu
yüzden de alkış görüyordu. Aynı dönüşüm daha çirkin bir görüntü ile
sonuçlansaydı yine de sevilir miydi kelebekler? Sanmam. Çünkü aslolan sadece
güzellikti. Öncesinin, sonrasının ve nasıl olduğunun bir önemi yoktu.
Kelebekler bahane. Belki
de asıl kaçtığım şey insanların güzellik kavramına böylesine düşkün olması. O rengârenk
kadife kanatlar, o tülden pembeler, lacivert benekler, dans edercesine çırpılan
kanatlar… Nasıl uçtuğunun, neden uçtuğunun bir önemi yoktu ki. İnsan gözü
okşansın yeterdi. Küçük kahverengi bir tırtılken yapışkan sırtına bir fiske ile
vurulup atılan o şey, kanatlandıktan sonra şaheser ilgisi görüyordu. Çünkü
güzellik, dünyadaki en hoyrat dayatmaydı. Yüzyıllar boyunca felsefenin, sanatın
hatta bilimin suyunun aktığı güzellik denizi her ne kadar tartışılabilir ve
göreli de olsa günümüz şartlarında popüler güzellik algısının böylesine
yüceltilmesiydi belki konu. O da tıpkı farkına varmadığımız diğer ezberler
kadar öğretilmiş, içi çürümüş diğer değerler kadar basitleştirilmişti. Güzel
romanın, güzel şarkının, güzel kadının, güzel yemeğin sınırları,
hatırlayamayacağımız kadar uzun süredir tek tip ve sığdı.
Güzellik tutkusunun
peşinde sürüklenen, bu kaygının esiri olmuş insanlar her dönem çoğunluğu
oluşturdu. Özünde öznel ve göreceli bir kavramı nesnelleştiren akımların
izinden yürümeye devam eden koca bir insan topluluğu.
Deyimlere konu olan,
günlük lügatlerimizde “iyi” kavramına bile karşılık gelecek kadar baskın bir
şey güzellik. Oysa Kant’ın dediği gibi:
“Bir
şeye iyi demek için, her zaman o şeyin ne olduğunu bilmemiz, yani o şey
hakkında bir kavrama sahip olmamız gerekir. Ama, bir şeye güzel demek için
böyle bir gereksinim yoktur. Çiçekler, gelişigüzel çizilmiş çizgiler… Bize
hiçbir şey ifade etmezler, hiçbir belli kavrama bağlı değildirler, ama yine de
hoşa giderler.”
İnsanların bazı şeylere sadece hoşuna gittiği için
böylesine ortak tezahürata kalkışması, belki de beni öfkelendiren. Tıpkı
insanların kanatlarına dokunmaya kıyamadığı, renklerini ve şeklini hayranlıkla
izleyip eşyaları ve giysilerinde ona öykündükleri kelebeklere yaptıkları gibi. Plotinos
ne kadar da haklı:
“Belli
şeyler özlerinden ötürü güzel olmayıp, pay alma nedeni ile güzeldirler,
bedenler gibi. Diğer bazı şeyler kendi başına güzeldirler, erdemin özü
gereğince güzel olması gibi.”
Işığa uçan kelebeklere
haksızlık etmekten vazgeçme zamanı geldi sanırım. En nihayetinde onlar
sevmekten, nefret edilmekten, beğenilmekten ya da örselenmekten habersiz
kısacık ömürlerini içgüdüleri ile tüketen canlılar sadece. Kelebekleri
sevmiyorum demeyi seri bir kanat çırpışı hızında terk ediyorum. Devran
güzelliği tam orta yerine alıp dönmeye devam ede dursun ben az önce çıktığım
yere geri dönüyorum. Tırtıl orada mısın?
Hande Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder