Çelik’in Duruşu - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Çelik’in Duruşu - Zafer Köse

Çelik’in Duruşu - Zafer Köse

Paylaş
Aslında düşüncelerine aykırı bir hayat yaşayamaz insan, ya dünya görüşünü ya da hayatını değiştirir.
Bizim Temel, eşiyle birlikte yola çıkmış. Yanlarında bir de eşek. Yerleşim bulunmayan bir alandan geçerlerken, eşeğe bir ara eşini bindirmiş, kendi de ipini çekerek yürümeye başlamış. Nasılsa kimse göremeyeceğine göre böyle bir “kılıbıklık” yapmaktan çekinmemiş.

Bir süre sonra, karşıki tepeden yankılanarak bir ses gelmiş. “Temel, karını kaçırıyorlar!” Dönüp bakmış, öyle bir şey yok, hanım eşeğin üzerinde gülümsüyor. Zaten ip de Temel’in elinde.

Aynı adamın yankılı sesi yine aynı uyarıda bulunmuş. Bakmış Temel, gene doğru değil. Ne var ki, gittikçe sıklaşarak birkaç kez daha o ses duyulmuş. Sonunda Temel, ipi eşine verip “Sen devam et” demiş, “çıkıp bir bakayım, kim bağırıyor orada.”

Sesin geldiği tepeye varınca kimseyi bulamamış. Ama dönüp aşağı bakınca, karısının kaçırılmakta olduğunu görmüş. “Ula Hatçaa!” diye seslenmiş, “buradan bakınca sahiden öyle görünüyor!”

Nerede duruyor, hayata hangi açıdan bakıyorsanız, gerçekliği ona göre görüyorsunuz. Ona göre yanılıyorsunuz. Güzel, çirkin, doğru, yanlış, faydalı gibi kavramları öyle anlıyorsunuz.

İnsanların düşündüğü gibi, yani özgür tercihlerinin sonucuna göre yaşadığı sanılır bazen. Oysa en azından Marx’tan beri biliyoruz ki, aslında insanlar yaşadıkları gibi düşünüyor.

Aslında düşüncelerine aykırı bir hayat yaşayamaz insan, ya dünya görüşünü ya da hayatını değiştirir. Örneğin, ticaret için ilişkide olduğu kişilere, onların sempatik bulacağı biçimde görünmeyi, yani olduğundan farklı görünmeyi pek içine sindiremez; ama zamanla, kendini de kandırarak, onların sempatik bulacağı kişilik özelliklerini benimsemeye başlayabilir. Aynı şekilde, üniversite öğrenciliğinde kadın erkek ilişkilerine özgürlükçü yaklaşırken, artık “bir genç kız babası” olarak dünyaya baktığını ve gerçekleri daha açık gördüğünü ileri sürebilir. Veya eskiden emek hakları için mücadele ederken, artık işçileri daha iyi tanıdığını, fabrikada yönettiği çalışanları boş bırakırsa hepsinin kaytaracağını söyleyebilir. En çok da kendine söyler bunları.

Elbette daha güzel bir tarafa da yönelenler de var. Veya durduğu yer değişmeyenler. Her durumda kişinin düşünceleri hayata nereden baktığına göre şekilleniyordur. Yaşadığı gibi düşünüyordur. Büyük bir cesaretle kendi düşünceleri üzerine düşünenler hariç…

Kişiliğini ve düşüncelerini belirleyen dinamiklerin farkına varanlar, ancak onlar koşullarını aşan bir düşünme yeteneğine ulaşırlar. Ama bu yazının vesilesi onlar değil, özgür düşünmeyi başaramayan bir sanatçı.

Geçen gün Posta'dan Oya Çınar'a konuşan müzisyen Çelik, “Ben Allah’ın donattığı, kabiliyetle yarattığı bir insanım.” dedi. “Benim bir duruşum, bakış açım var.”

Demek ki Çelik kendi açısından bakınca, Allah’ın bazı insanları seçerek onları diğerlerinden üstün kıldığını görüyor. Böyle bir “üstünlükten” dolayı da sanatını icra etmek için ayrıcalıklara sahip olması gerektiğini düşünüyor. Bazı sanatçıların “Biz halktanız diye tutturmalarına” kızıyor. “Değilsin. Postanede çalışan biri misin sen? Tarlada mı çalışıyorsun? Bakkal mısın? Tostun arasına sosis koyan adam mısın? Seni Allah üstün bir kabiliyetle donatmış. Az önce kuaförde bıyıklarımı düzelttirdim. Geldim burada seninle sohbet ediyorum güzel güzel. Nasıl aynıyız biz? O zaman bu şarkıları buyursunlar onlar yapsın. Bana ne gerek var ki o zaman? Kendi kıymetimi bilmek zorundayım.”

Kendilerine doğuştan ayrıcalık yakıştıranların uğruna mücadele ettikleri değerlerinin bulunmayışında; milliyetlerini, dinlerini, cinsiyetlerini üstünlük gibi hissetmelerinde anlaşılmayacak bir durum yok. Çelik’in bakire bir kadınla birlikte olmak konusundaki soruya verdiği yanıt buna örnek:

“Çok güzel bir duygu. … Düşünsene bir kadınla berabersin ama yan masada onun birlikte olduğunu bildiğin birini görüyorsun. Onun yatak deneyimindeki her şey kafamda canlanır. Ben buna dayanamam açıkçası. … Kimi beyniyle yaşar. Kimi inek gibi yer, inek gibi sevişir, inek gibi ölür. Ben ruhumla yaşarım. Bir kadını nasıl mutlu edeceğimi de çok iyi bilirim ayrıca.”

Bu toplumsal bir mesele olmasaydı, “Çelik’in Duruşu” bizim için üzerinde düşünülecek bir konu olmazdı.

Çelik’in hayatı böyle görmesi, aynen dediği gibi, onun duruşundan kaynaklanıyor. Örneğin Karacaoğlan duruşundaki bir sanatçı, böyle mi görür?

Eşitlik, özgürlük, emek gibi değerleri benimseyerek yaşayan insanların baktığı açıdan, sanatçının halk sayesinde yapıtlarını ve kendisini üretebildiği görülür. Beethoven, Dostoyevski, Nazım… Hepsi, halkın en iyi müziği, en katmanlı romanı, en derinlikli şiiri anlayacağına duydukları inançla o yapıtlarını yarattılar. Onlar bilir ki, doğanın veya sanatın güzelliği, ancak insanın onu güzel bulmasıyla anlamlanır. Ne güneşin doğuşu, ne bir hikayenin anlatımı ne de bir senfoninin teması, hiçbiri güzel olmazdı, insanlar onu güzel bulmasaydı. “İnsanlar” da soyut varlıklar değil; geçim derdiyle uğraşan, gündelik hayatın telaşıyla yaşayan insanlar. Zaten sanat bu insanların hayatına dair olduğu ölçüde sanat özelliği taşıyor. Hayattan kopuk bir uğraş olabilir mi sanat?

Olabilir elbette. Sanattan insanları oyalaması bekleniyorsa, olabilir. Ne yaşadığını anlayıp sorgulaması istenmiyorsa insanların, sanatın da işlevi ona göre tanımlanacaktır. Patronlar ve yöneticiler için işleyen bu hayata itiraz etmeden katılmaları gerektiğine göre, insanların izlediği sanat da yaşadıkları hayat üzerine söz söylemek yerine, hayata mola verdiren, alıp başka dünyalara götüren bir işlev yerine getirmelidir.

E, hayata bu şekilde elitlerin ve yöneticilerin yanında durarak bakan bir sanatçı, hayata dair sözler peşine düşecek değil ya, kendi egosunu tatmin etmekle uğraşacaktır. Hatta kendisinin nerede durduğunun bile farkına varamayacak, ne kastettiğini kendisi de bilmeden “benim bir duruşum var” diyecektir.

Öyle durmak, o açıdan bakmak da ille bir yozlaşmışlık olgusuna karşılık gelmeyebilir. Asıl sorun, hak edilmemiş konumlardan, hak edilmemiş ayrıcalıklardan kaynaklanıyor.

Zenginliği hak etmeyen biri, o konumundan dolayı, yoksulluğu yoksulların suçu gibi görmez mi? Aynı şekilde, hak edilmemiş popülerlik tepesine çıkınca bir sanatçı, gündelik hayatın içindeki insanları küçümseyip sanatla bağını kaybeder. Olsun, biz bir şey kaybetmeyiz.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder