Aslında düşüncelerine aykırı bir hayat yaşayamaz insan, ya dünya görüşünü ya da hayatını değiştirir.Bizim Temel, eşiyle birlikte yola çıkmış. Yanlarında bir de eşek. Yerleşim bulunmayan bir alandan geçerlerken, eşeğe bir ara eşini bindirmiş, kendi de ipini çekerek yürümeye başlamış. Nasılsa kimse göremeyeceğine göre böyle bir “kılıbıklık” yapmaktan çekinmemiş.
Bir süre sonra, karşıki tepeden yankılanarak bir
ses gelmiş. “Temel, karını kaçırıyorlar!” Dönüp bakmış, öyle bir şey yok, hanım
eşeğin üzerinde gülümsüyor. Zaten ip de Temel’in elinde.
Aynı adamın yankılı sesi yine aynı uyarıda
bulunmuş. Bakmış Temel, gene doğru değil. Ne var ki, gittikçe sıklaşarak birkaç
kez daha o ses duyulmuş. Sonunda Temel, ipi eşine verip “Sen devam et” demiş,
“çıkıp bir bakayım, kim bağırıyor orada.”
Sesin geldiği tepeye varınca kimseyi bulamamış.
Ama dönüp aşağı bakınca, karısının kaçırılmakta olduğunu görmüş. “Ula Hatçaa!”
diye seslenmiş, “buradan bakınca sahiden öyle görünüyor!”
Nerede duruyor, hayata hangi açıdan
bakıyorsanız, gerçekliği ona göre görüyorsunuz. Ona göre yanılıyorsunuz. Güzel,
çirkin, doğru, yanlış, faydalı gibi kavramları öyle anlıyorsunuz.
İnsanların düşündüğü gibi, yani özgür
tercihlerinin sonucuna göre yaşadığı sanılır bazen. Oysa en azından Marx’tan
beri biliyoruz ki, aslında insanlar yaşadıkları gibi düşünüyor.
Aslında düşüncelerine aykırı bir hayat yaşayamaz
insan, ya dünya görüşünü ya da hayatını değiştirir. Örneğin, ticaret için
ilişkide olduğu kişilere, onların sempatik bulacağı biçimde görünmeyi, yani
olduğundan farklı görünmeyi pek içine sindiremez; ama zamanla, kendini de
kandırarak, onların sempatik bulacağı kişilik özelliklerini benimsemeye
başlayabilir. Aynı şekilde, üniversite öğrenciliğinde kadın erkek
ilişkilerine özgürlükçü yaklaşırken, artık “bir genç kız babası” olarak dünyaya
baktığını ve gerçekleri daha açık gördüğünü ileri sürebilir. Veya eskiden emek
hakları için mücadele ederken, artık işçileri daha iyi tanıdığını, fabrikada
yönettiği çalışanları boş bırakırsa hepsinin kaytaracağını söyleyebilir. En çok
da kendine söyler bunları.
Elbette daha güzel bir tarafa da yönelenler de
var. Veya durduğu yer değişmeyenler. Her durumda kişinin düşünceleri hayata nereden
baktığına göre şekilleniyordur. Yaşadığı gibi düşünüyordur. Büyük bir
cesaretle kendi düşünceleri üzerine düşünenler hariç…
Kişiliğini ve düşüncelerini belirleyen
dinamiklerin farkına varanlar, ancak onlar koşullarını aşan bir düşünme
yeteneğine ulaşırlar. Ama bu yazının vesilesi onlar değil, özgür düşünmeyi başaramayan
bir sanatçı.
Geçen gün Posta'dan
Oya Çınar'a konuşan müzisyen Çelik, “Ben Allah’ın donattığı, kabiliyetle yarattığı bir insanım.” dedi.
“Benim bir duruşum, bakış açım var.”
Demek ki Çelik kendi açısından bakınca, Allah’ın
bazı insanları seçerek onları diğerlerinden üstün kıldığını görüyor. Böyle bir “üstünlükten”
dolayı da sanatını icra etmek için ayrıcalıklara sahip olması gerektiğini
düşünüyor. Bazı sanatçıların “Biz halktanız diye tutturmalarına” kızıyor. “Değilsin. Postanede
çalışan biri misin sen? Tarlada mı çalışıyorsun? Bakkal mısın? Tostun arasına
sosis koyan adam mısın? Seni Allah üstün bir kabiliyetle donatmış. Az önce
kuaförde bıyıklarımı düzelttirdim. Geldim burada seninle sohbet ediyorum güzel
güzel. Nasıl aynıyız biz? O zaman bu şarkıları buyursunlar onlar yapsın. Bana
ne gerek var ki o zaman? Kendi kıymetimi bilmek zorundayım.”
Kendilerine doğuştan ayrıcalık yakıştıranların
uğruna mücadele ettikleri değerlerinin bulunmayışında; milliyetlerini,
dinlerini, cinsiyetlerini üstünlük gibi hissetmelerinde anlaşılmayacak bir durum
yok. Çelik’in bakire bir kadınla birlikte olmak konusundaki soruya verdiği
yanıt buna örnek:
“Çok güzel bir duygu. … Düşünsene bir kadınla
berabersin ama yan masada onun birlikte olduğunu bildiğin birini görüyorsun.
Onun yatak deneyimindeki her şey kafamda canlanır. Ben buna dayanamam açıkçası.
… Kimi beyniyle yaşar. Kimi inek gibi yer, inek gibi sevişir, inek gibi ölür.
Ben ruhumla yaşarım. Bir kadını nasıl mutlu edeceğimi de çok iyi bilirim
ayrıca.”
Bu toplumsal bir mesele olmasaydı, “Çelik’in
Duruşu” bizim için üzerinde düşünülecek bir konu olmazdı.
Çelik’in hayatı böyle görmesi, aynen dediği
gibi, onun duruşundan kaynaklanıyor. Örneğin Karacaoğlan duruşundaki bir
sanatçı, böyle mi görür?
Eşitlik, özgürlük, emek gibi değerleri
benimseyerek yaşayan insanların baktığı açıdan, sanatçının halk sayesinde
yapıtlarını ve kendisini üretebildiği görülür. Beethoven, Dostoyevski, Nazım…
Hepsi, halkın en iyi müziği, en katmanlı romanı, en derinlikli şiiri
anlayacağına duydukları inançla o yapıtlarını yarattılar. Onlar bilir ki,
doğanın veya sanatın güzelliği, ancak insanın onu güzel bulmasıyla anlamlanır.
Ne güneşin doğuşu, ne bir hikayenin anlatımı ne de bir senfoninin teması,
hiçbiri güzel olmazdı, insanlar onu güzel bulmasaydı. “İnsanlar” da soyut
varlıklar değil; geçim derdiyle uğraşan, gündelik hayatın telaşıyla yaşayan
insanlar. Zaten sanat bu insanların hayatına dair olduğu ölçüde sanat özelliği
taşıyor. Hayattan kopuk bir uğraş olabilir mi sanat?
Olabilir elbette. Sanattan insanları oyalaması
bekleniyorsa, olabilir. Ne yaşadığını anlayıp sorgulaması istenmiyorsa
insanların, sanatın da işlevi ona göre tanımlanacaktır. Patronlar ve
yöneticiler için işleyen bu hayata itiraz etmeden katılmaları gerektiğine göre,
insanların izlediği sanat da yaşadıkları hayat üzerine söz söylemek yerine,
hayata mola verdiren, alıp başka dünyalara götüren bir işlev yerine
getirmelidir.
E, hayata bu şekilde elitlerin ve yöneticilerin
yanında durarak bakan bir sanatçı, hayata dair sözler peşine düşecek değil ya,
kendi egosunu tatmin etmekle uğraşacaktır. Hatta kendisinin nerede durduğunun
bile farkına varamayacak, ne kastettiğini kendisi de bilmeden “benim bir
duruşum var” diyecektir.
Öyle durmak, o açıdan bakmak da ille bir
yozlaşmışlık olgusuna karşılık gelmeyebilir. Asıl sorun, hak edilmemiş
konumlardan, hak edilmemiş ayrıcalıklardan kaynaklanıyor.
Zenginliği hak etmeyen biri, o konumundan
dolayı, yoksulluğu yoksulların suçu gibi görmez mi? Aynı şekilde, hak edilmemiş
popülerlik tepesine çıkınca bir sanatçı, gündelik hayatın içindeki insanları
küçümseyip sanatla bağını kaybeder. Olsun, biz bir şey kaybetmeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder