Yürüyüş - Sevdalım Hayat
Bu kadife kaplı, içleri bir bir başak rengi sayfalara bürünmüş defteri bugün satın aldım. Evet, bir umumi tuvalet müdaviminin bu hiç bitmeyecekmiş zevahiri altındaki kış mevsiminde bunları yapıp veya bulup satması ve satmaya kıyabilmesi bittabi çoktandır yaşamadığım bir ilginçlik olabilirdi.

Yanıma, hemen başucuma yatağın baş kısmında oturmuş; saçları yeni kalkmış bir insanın liyakatsizliği sebebiyle dağılmış ve bir birinciyi kalktığı gibi içebilecek hatta sarabilecek hatta ve hatta bana uzatabilecek güçte bir insan, bir herif almayı düşünüyordum. Her şey beni aldatıyordu. Evin içinde dahi çıkan buhar, kirlenmiş battaniyeler, bir kaybolma uğruna bulduğum Kumkapı meyhaneleri, o meyhanelerin garsonları,  Unkapanı pilavcıları, eskiciler, hiç fark etmeden yürüdüğüm seksen beşten kalma taşlı yollar, Evkaf Sokağı' ndan geçerken hatrına bir şeyler takılan insanlar... Her şey... Denizler, kokular ve kaybolmanın, bitmenin eşiğindeki derin kalabalık... Bense bunlara rağmen o bahsettiğim güçlü herifi arıyor, elimi kolumu sallayarak Laleli' den Eminönü' ne defaatle yürüyordum. Her adımım da belki de fark etmeden hüznü çağırıyordum ve hüzün, o her günün akşam saatlerinde soğuğa rağmen izlediğim, büyülendiğim Süleymaniye manzarasından geçip beni tam da burada, hiç sapmadan buluyordu. Bense buna kayıtsız, elimden bir şey gelmeyeceğini düşünerek adeta bir çağlayan gibi akmaya; akarken bir şeyleri alıp götürmeye devam ediyordum.

İlk beyazın düşmesine ve yola sahafçılar çarşısından çıkmama rağmen epey yol almıştım. Yanımdan bir bir binalar, bir bir fotoğraflarını çekmeyi düşündüğüm ama yapamadığım yapılar geçiyordu. Kaybolma hevesiyle ve her bir adımımda ayaklarımın daha fazla üşümesiyle yoluma devam ediyor, Kumkapı garsonlarını andıran adamlardan yol tarifi alıyor ve her anayolu andıran histen kaçıyordum. Hiç düşünmeden kaçıyordum, çünkü biliyorum ki durup birkaç dakika bile düşünsem bunu yapamayabilirdim. Ara sokaklara, mahallelere bir umutla giriyor lakin ne bir ihtiyar kahvesine, ne bir "sıcak süt" diye bağıran adama ve ne de bir hanımefendinin etkileyici bakışlarına rastlıyordum. Gece bir yıldırım hızıyla düşüyor, bir kum saatini bile izleyemeyen ben; bir soluklanma hevesi içinde ıslak olmayan bir kaldırım köşesine oturuyordum. İşte o an tam da o an zaman ellerimden kayıp gidiyor, asfaltta birikmiş yer yer gölcükler adeta çekilmeye başlıyor ve bir an olsun martılar ötmeyi, bağrışmayı bırakıyordu ve ben bunların hepsini tablamdaki tütünleri hareketlendiren bir esintiyle anlıyor, zamanı kaybetmiş; elinde tutamamış bir adamın çaresizliği içinde "keşke biri geçse de bu sokaktan ve bana zamanı tekrar sunsa" diye düşünüyordum. 

Ardından her şey olağanlaşıyor, normale dönüyordu. Her adımımda ayağımı daha da fazla üşüten gölcükler tekrardan yüzeye çıkıyordu çatlaklardan ve ben yorgun, bitkin olduğumu zamanın yeniden bulunmasıyla bir kez daha anlıyordum. Kalkmadan önce cigaramdan son nefesimi alıyor ve niçin soğuktan mustarip, uykusuz ve midesinden hasta bir adamı tahayyül ettiğimi düşünüyordum. Neden bu adamın görüntüsü belki de onu hiç görmememe rağmen aklımdan çıkmıyordu? Niçin bu his bir anda çakan bir şimşek hızıyla geliyor ve niçin ben bu adamın öksürüğünü, hırıltılarını, derdini tam da bu anda hayal ediyordum?

Çok sonraları o kaldırım taşından kalkabilmiş, bi' ihtiyar kahvesi bulabilmiş ve sıcak bir oralet söyleyebilmişim. Kafamda hiç olmayan, duymadığım kuş sesleri... Hemen önümde iskambil kağıtlarına sinirlenmiş bir hayal. Sağ tarafımda duran küllük ve yaşlanma hissiyatını bir bir içinde büyütmüş, büyütürken korkmuş ve korkusundan olacak bu hissi bana da geçirmiş bir insan silüeti. Bunların hepsi, hem de hepsi tam da burada. Bu alt kattaki batakhanede. Ve ben bunları muhtemel bir şeyi bekleme arzusuyla tüketmiş hiç de farkına varamadan oradan kalkmışım.

Epey sonra anladım beklediğim şeyin bu tahayyüllerimden, o adamdan ve isteklerimden öte bir ebced hesabının herhangi bir sonucu olduğunu.

BUĞRA BEKDEMİR




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder