Gittin mi büyük
gideceksin,
Ayrılık bile gurur
duyacak seninle
Can
Yücel
Ülkemin tüm ölü ozanlarına…
Anladım ki, gelmiş geçmiş en büyük narsist,
insanın yarattığı ve onsuz var olamayan, eski toprak, dilin kendisiymiş… Dilin canı vardır. Doğar,
büyür, bizim gibi, bir gün ölür. Dil, başka dillere dönüşür. Zaman içinde şekil
değiştirir. Hepimiz bu büyük ölümlü narsist önünde eğilelim! Bunu hak ediyor. Her
canlı gibi dil de hayatta kalabilmek için, hatta diyelim ki, ölümsüzlüğe
ulaşabilmek için, çaba harcar. Bunun için onu kullanan insanı özgün bir şekilde
kullanır da. Şöyle ki, dil kendi narsizmini onu doğuran, büyütüp geliştiren
insan yoluyla, hayatta kalabilmek uğruna, açığa çıkarır. İnsanlar içinden insan
seçer, seçtiklerini, meziyetlerini göstererek sarhoş eder… Kendi evladının
güzelliği ve yetenekleri karşısında ilk önce hayrete düşen ‘seçilmiş insan’ bir
müddet sonra evladının hünerlerini kullanarak, eli mahkum, söz’ü işler, söz’e biçim verir; şiir kor ortaya. Ölümsüzlük bir kelâm ileride
artık… Anladım ki, aslında şiir, dilin sayıklamasıymış.
***
Ülke diye benimsediğimiz bu biçare
topraklarda, hemen herkesin, hayatının bir döneminde o puslu, kasvetli ve ılık şiir
ülkesinden geçmişliği, bir nebze olsun takılmışlığı, durup dinlenmişliği vardır
desek yanlış olmaz. Yanlış olsa da ne yazar? Bir zamanlar, yine burada, bu
topraklarda, sakin ve telaşsız yaşamışlığımız vardır, doğrudur. Ne zamandır?
Çok eski midir? Bir zamanlar, elimizi değsek ağaca, ağaç büklüm büklüm hani. Güneş
aha şuracıkta. Elini uzatsan, tutabileceksin… Duymuşluğumuz vardır sesini de
sessizliğini de ve bu da doğrudur. Biz, şiir ülkesinden bir zamanlar seke seke,
yalınayak geçenler, hey gidi biz. Neredeyiz şimdi?
Dinle. Kimimiz gençlik heyecanıyla hayatımıza dokunan
şiirlerle, kimimiz ilk sevgiliye ithaf edilen o naif aşk ve ıstırap dizeleriyle,
kimimiz de sere serpe okul yıllarında büyük gururla söyleneduran kahramanlık
destanlarıyla, heyecanla flört ettik. Etmedik mi? Hatırla. Şiiri rüya yapıp geceler
boyu durmadan seyrettik. Sayıklamalarımıza şiiri korkusuzca ekledik. Biraz daha
abartıp, bizzat şiir döktürenlerin, incesinden kitap bastıranların, hatta ‘şair’ mertebesine yükselenlerin sayısı da az
değildi hani. Ceplerinde mutlaka taze yazılmış iki üç şiirle dolaşırlardı. Kadeh
tokuşturmuşluğumuz vardır kendileriyle. Olmasa ne yazar?
Burası… Şairini, ozanını çokça övmüş, yere göğe
sığdıramamış bu kocamış toprak parçası, bu imansız dağ taş, onu, şairi yani, zamanı geldiğinde lime lime
yapıp öldürmeyi, ölümlerden ölüm beğendirmeyi de bildi hani. Toprak bilir. Taş
bilir. Sor, söyler. Şiir neden vardı bir zamanlar hayatımızda? Paramız olmadığı için mi? Kulağını daya toprağa. Dinle.
Bak şimdi; bizler, biz paslı hurda yığınları, büyüyüp de
elimiz ekmek tutmaya, gözümüz gönlümüz açılmaya başlayınca şiir de hayatımızdan
yavaştan çekilmeye başladı. Oysa şiir ekmeğin içinde… Hepimiz diyorum, biz
diyorum. Öyle. Ay başında elimize tutuşturulan üç kuruş para ile aldığımız
şeyleri şiirin üzerine boca ettik ilk önce. Sonra bir adım geri çekilip
eserimizi seyre daldık. Ah, şiir o
paranın yanardöner fligranında… Bir makine halısı serdik saf şiirimizin üstüne;
allı pullusundan. Anladım ki, şiir pulun kenarında… Üzerine cilalı bir sehpa… Orada
işte, cilanın zehirli eczasında… Onun da üzerine kalıncana bir cam vazo… Çiçeksiz. Anladım ki, şiir o çiçeksizliğin tam
da ortasında… Şiiri hatırlatan her şeyi yasak saydık. Oysa şiir hatırlamanın ve
sayıklamanın hemen ucunda.
Bir zamanlar sular seller gibi ezberlediğimiz ‘Sisler
Bulvarı’ yerini başka sahici bulvarlara bıraktı. Arabalandık. Çoluk çocuk
sahibi olduk. ‘Sarhoş Gemi’ de haliyle, yitti gitti. Ne cebimizde revolver var,
ne de uzaklarda bir karlı kayın ormanı…Tek bir sözcük bile bırakmadı ardında.
Şiir acımasızdır. Şiir dilin narsist evladıdır da… Kimseye minneti yoktur. Dedim
ya, sayıklamasıdır dilin. Yavaş yavaş aklımızdan yitip gitti tüm dizeler. Biz
istedik diye değil, o çekip gitmek istedi de o yüzden oldu. Başına buyruktur. Sanki
hiç okumamışız, sanki hiç, bir dergiden kesip defterimizin bir yerinde
saklamamışız, duvarımıza asmamışız gibi. Bitmedi. Şiir gidince, biz de gittik. Toparlanıp
geri gelemedik gittiğimiz yerlerden. Hepimiz mülteci olduk. Neredeydik yıllar
önce, neredeyiz şimdi? Bu topraklar bunu bilir. Konuşmaz. Yer ve gök bilir. Şiir yere ve göğe yakın olandır çünkü. Bu garip ve puslu ülkenin
ve kocaman dünyanın bütün ölü ozanları gibi yani.
Yaşayan kaç şair var? Kaç ölü ozan var belleklerde? Şiirlerin kaçı öldü, kaçı hâlâ hayatta peki? 'Yaşamaya dair' ne kaldı elimizde avucumuzda? Şiir yok. Hayat acımasız. Ya da şöyle demeli: Hayat yok, şiir acımasız. Hangisini alırdınız? Şiir yokluğun ortasında. Dilim şimdi bunu sayıklıyor, bak. Dilimin sayıkladığını yazıyorum, unutmayayım diye...
Yaşayan kaç şair var? Kaç ölü ozan var belleklerde? Şiirlerin kaçı öldü, kaçı hâlâ hayatta peki? 'Yaşamaya dair' ne kaldı elimizde avucumuzda? Şiir yok. Hayat acımasız. Ya da şöyle demeli: Hayat yok, şiir acımasız. Hangisini alırdınız? Şiir yokluğun ortasında. Dilim şimdi bunu sayıklıyor, bak. Dilimin sayıkladığını yazıyorum, unutmayayım diye...
Ender Macun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder