“Türk şiirinin cumhuriyete kadar ne türlü bir çıkmazda olduğunu görmek için eskiden beğenilen herhangi bir şiirine bakmak yeter. Halktan uzak kalmak şairlerimize öyle pahalıya mal olmuş ki bugün hiçbiri kendi milletiyle tercümansız konuşamıyor. Halbuki şair kendi milletinin tercümanı olacaktı, nerede?”
Bu satırlar Sabahattin Eyüboğlu’nun 1952’de Varlık’ta
yayımlanan “Halk Şiiri ve Âşık Veysel”
yazısından.
Sonra, Abdülhak Hamit ve Yunus’u karşılaştırarak devam
ediyor. Hamit’in kapılar zorlamış, yollar açmış çok iyi bir şair olduğunu
söylüyor. “Gerçekten çok şey borçluyuz bu
şaire.”
Eyüboğlu, Hamit’in büyük yaratma gücüne rağmen, halktan
ayrı düştüğü için hayattan da ayrı düştüğüne dikkat çekiyor. Şiirlerinin “orta malı” olmayı başaramadığını,
hayatımıza ve günlük konuşmalarımıza kendiliğinden katılamadığını anlatıyor.
“Hamit’ten yedi yüz
yıl önce konuşmuş” Yunus için, “Sözleri
millete devlet eliyle kitaplar dolusu dağıtılmamış, şan şeref kapılarına
adımını atmamış.” diyor. Ama “Yunus’un sözleri bugün söylenmiş kadar taze,
aramızdan biri söylemiş kadar bizden, üniversiteden köy kahvesine kadar her
yerde.”
Eyüboğlu’na göre bunun nedeni Yunus’un Hamit’ten daha iyi
bir şair olması değil, Yunus’un şiirinin halk çeşmesinde yıkanmış olması.
“Dante’nin,
Shakespeare’in, Moliere’in yıkandıkları çeşme. Şiirimizin, devletimizle
birlikte, bu çeşmeden adım adım uzaklaşması uzun hikayedir. Nice yaldızlı kuru
çeşmeler bize onu unutturmuş, o da uzaklarda kendi başına halk için, fakir
fukara için akmış, hala da akıyor. İşte Âşık Veysel…”
Âşık Veysel’in hem geleneğin tamamen içinde hem de
alışılmıştan farklı ve yenilikçi türde ürünler verdiğini anlatıyor Eyüboğlu. Yeni
Türk şairlerinin, çok başka yollardan gelip halk şiiriyle ve Veysel’le
buluştukları noktayı işaret ediyor: “Hem
halktan hem kendinden olma; hem düpedüz Türkçe hem de kendince konuşma;
kaybolmadan kaynaşma, çokluğa katılma.”
Ama Eyüboğlu, bu sözlerinin hemen peşinden, uyarma
gereğini de duyuyor; yeni şiirin bu buluşmasının geçmişe dönüş haline
gelmemesini gerektiğini söylüyor:
“Halk şairinin,
Veysel de olsa, ardından gitmek, vaktiyle halktan ayrılmamız, Yunus’tan
uzaklaşmamız kadar yanlış bir yol olur. Veysel bile, ileri bir dünya görüşüne
doğru gelişmek, Kızılırmak’ı ‘pavlikeye dökmek’ isterken yeni şairden beklenen
türkü değildir elbet. Ondan alınacak ders, sanatına tertemiz bir gönül ve bir
ömür vermesi, içinde ve dışında olup biteni açık gözlerden daha iyi bilmesi,
halktan, haktan, iyiden ve güzelden yana, işinin ehli ve sözünün eri olması,
insanlıkla şairliği ayırmaması…”
***
Eyüboğlu’nun bu düşüncelerini dile getirişinden sonraki yıllar
boyunca, “halk”, önemli oranda arabeske yöneldi, kültürel ve sınıfsal
bağlarından koparak lümpenleşti.
Köyden kente göç olgusuna medyanın artan belirleyiciliği
eklenince, yozlaşma önlenemez bir sonuç oldu. Özellikle 90’lı yıllarda
televizyonların çok kanallı hale gelmesiyle iyice güçlenen medya, halka
ulaşacak sanat yapıtları konusunda en önemli seçici haline geldi.
İnsanların ne okuyacağına, ne dinleyeceğine, ne
izleyeceğine karar veren bir güç, elbette hangi yapıtların halka ulaşamayacağı
konusunda da etkili olacaktı.
Ve iktidarların bir tür ortağı konumunda olan medya, “halk
bunu istiyor” kandırmacasıyla, pop kültürü ortamını gerçeklikten kopuk
ürünlerle doldurdu.
Ama hiçbir gelişme, Eyüboğlu’nun “Halk Şiiri ve Âşık Veysel” yazısındaki düşünceleri geçersiz hale
getirmiyor. Orada, Yunus’tan Veysel’e, Homeros’tan Nazım’a yüzlerce, binlerce
yıllık bir doğru ortaya konuyor.
Elbette direneceğiz medyanın manipülasyonlarına. Elbette
internetteki ‘hız’ın ortaya yüzeysellik çıkarmasına karşı koyacağız. Yeni
durumda yeni yollar bulacağız, yeni diller yaratacağız.
Hayata dair en nitelikli yapıtların değerinin her zaman
anlaşılacağına inanacağız. En duru, en derin ürünlerin karşılık göreceği
konusunda halka güveneceğiz. Muhtaç olduğumuz gücü bu güvenden, bu inançtan
alacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder