Çok uzak kalmak kadar, fazla yakında durmak da algılamayı
bozuyor.
Örneğin, küçüklüğünüzden beri içli dışlı olduğunuz
futboldan son yıllarda uzaklaştıysanız, televizyondaki bir maçı, eskisinden çok
daha net bir farkındalıkla izleyebiliyorsunuz. İçinde yaşadığınız dünyaya
dışarıdan bir gözle bakma fırsatı yaratıyor bu durum. Ayrıca, o sırada tek
başına veya kalabalık içinde bulunuyor olmak da farklı anlamlar ortaya
çıkarıyor.
İzlerken aklınızdan geçenlerin ve aldığınız notların, hayatın
başka yönleri için de geçerli olduğunu düşünüyorsunuz.
***
Maç doksan dakika. Süre sınırlı. Bu nedenle geçen her
saniye değerli.
Geçen her an, bir daha geri gelmeyecek şekilde geçmişte
kalıyor. Ama yine de kaybedilen zamanın telafisi mümkün. Son düdük çalana
kadar.
***
Kişisel başarılar, ekip ruhu olmadan yaratılamıyor. Ancak
dayanışma halindeki takımların içinde yıldızlar parlayabiliyor.
Dolayısıyla, kişisel başarılar, aslında o kişilerden çok, grubun başarısı olarak ortaya çıkabiliyor.
***
Önemli olan sonuç olsaydı, kimse bir maçı naklen izlemez,
sadece son dakikalarına bakardı. Aslolan, mücadele sürecinde yaratılan
güzellik.
Ama baştan sona kesintisiz izlemek, maçın içinde birçok
gereksiz zaman dilimi bulunduğu duygusunu da yaratıyor. Oyunun durduğu
dakikalar, güzelliğin içindeki fazlalıklar şeklinde ortaya çıkıyor.
***
Yalnız oyunun durduğu süreler değil, yan paslar, zaman
geçirmeye yönelik oyalanmalar da güzelliği bozuyor.
Güzel oynamaktansa rakibin güzel oynamasına engel olma
çabası, sadece sonuçla ilgilenen taraftarların onaylayabileceği bir anlayış.
Böyle durumlarda maç izlemenin anlamı kalmıyor, sonucu öğrenmek yeterli oluyor.
***
Hilesiz mücadele etmek, fanatik olmayan herkesin
sempatisini kazanıyor.
Skor veya puan avantajından dolayı garantili bir oyun
tarzı, yani savunmaya öncelik verilmesi, rakip taraftar kadar, tarafsız
izleyicilerin de içini sıkıyor.
Tarafsız izleyicinin kalbi genellikle atak yapandan veya
yenik durumda olandan yana oluyor. Zaten yenik durumda olmakla atak yapmak
birbiriyle bağlantılı değil mi?
***
Taraf tutmak, objektif olmaya engel değil.
Ama fanatiklik, ne izlediğini anlamamaya ve olup biteni
çarpık algılamaya neden oluyor. Ofsayttan faullere kadar bütün olaylar,
gerçektekinden farklı görünüyor fanatik kişiye.
***
Birçok kişinin kendisine “fanatik” demesi, herhalde ancak
“taraf olmak”, “nesnellik”, “tarafsızlık” gibi kavramlar konusundaki cahillikle
açıklanabilir.
İnsan hiç kendini “bağnaz, başka bir düşünce ve inanışı
kabul etmeyen, yobaz...” anlamına gelen fanatik kelimesiyle tanımlar mı?
Fanatikliğin taraftarlıktan farkı niceliksel değil,
nitelikseldir. Bir kişiden, takımdan, görüşten yana taraf olmak başka, fanatik
olmak başka.
Fanatiklik, kuşkusuz, bir kişilik bozukluğudur.
***
Futbolcular, ellerini kaldırıp kendi lehlerine karar
vermesi için hakemi yanıltacak biçimde davranmaktan çekinmiyorlar. Ama bu
utanılması gereken hareketleri izleyicilerin çoğu utanç verici olarak görmüyor.
Bunun nedeni, sahtekârlık yapmaya çalışan futbolcunun, o
hareketi kişisel çıkarı için değil, takımı için, taraftarları için yaptığına
inanılması olabilir.
Bu tür mazeretler kişileri utanmaktan kurtarıyor ama
insanlık adına utanç verici durumlar oluşuyor.
***
Haftanın sekiz günü futbolla yatıp kalkmak, kişinin maç
keyfi almasını engellediği gibi, hayattan da kopmasına neden oluyor.
Kişiler ağır yaşam koşullarından kaçmak istiyor. Toplumu
yönlendirenler de bireylerin “zararlı” konularla ilgilenmesini istemiyor. Bu
iki isteğin birbirini en fazla beslediği alanların başında futbol geliyor.
Zaten futbol hiçbir zaman sadece futbol değildi ki!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder