Görünmez Bir Adam - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Görünmez Bir Adam - Ender Macun

Görünmez Bir Adam - Ender Macun

Paylaş

Görünmez Bir Adam
Tarık Akan’la uzun yıllar önce biricik okulunun bahçesinde,  küçük bir limon ağacının altında tanıştım.
Sinemasından bahsetmeyeceğim. Ne Yol var bu yazıda ne de Derman. Ne Neşeli Günler ne de Hababam. Elbet sinemadan edindiği duruş ve eda yazıya sızacak, belli.
Gölgesi, bahçedeki limon ağacının gölgesinin üstüne düşmüş, orada kalmış. Sanırsın ki bir ağaç insan. Oturmuş, birkaç kediyle konuşuyor. Onları ahbap bellemiş. İyi de etmiş. Birbirlerine, sadece kendilerinin anlayabileceği bir dilde bir şeyler anlatıyorlar. Mırıldanmalar, miyavlamalar, gülücükler… Cebinden birkaç lokma bir şey çıkarıp veriyor kedilere. Sonra kalkıyor oturduğu yerden, Beşiktaşlı siyah beyaz bir kedi de peşinden tıpış tıpış gidiyor. Bu, bahçenin yeni müdavimidir. ‘Sen bahçede kal’ diyor kediye. Kedi, uzun gölge okuldan içeri girene kadar arkasından seyrediyor. Miyav ve miyav…

Tarık Akan’la uzun yıllar önce biricik okulunun bahçesinde,  küçük bir limon ağacının altında tanıştım. Halen onun emanet ettiği okulunda zevkle çalışıyorum. Aramızdan ayrılışının ardından onunla ilgili bir şeyler yazmak istedim ama ne elim ne de aklım bir türlü gitmedi kağıda, kaleme. Şimdiyse onunla ilgili biriktirdiğim onca küçük yaşanmışlık sıraya girmiş bekliyor. Her gidenin ardından çekinmeden, sahici olarak sormak lazım: Nasıl bir insandı? Hayatımı nasıl etkiledi? Başkalarının hayatına olan etkisi neydi? Kedilerle, özellikle kedilerle arası nasıldı, vs.

Onun sinemasından bahsetmeyeceğim. Ne Yol var bu yazıda ne de Derman. Ne Neşeli Günler var ne de Hababam. Ama elbet sinemadan edindiği duruş ve eda yazıya sızacak, belli.  Bakırköy’de, kendi okuduğu okulu muhteşem bir okula dönüştüren, biraz mahcup ve ‘içimizden biri’ olan Tarık Akan’ı paylaşacağım. İçimiz dediğim, biraz buruk. Hâlâ kederli.

Birkaç saptama: Onun merhametli bir insan olduğu kesin. Sakin, sevecen, usturuplu, duyarlı, neşeli bir insan. Gösteriş düşkünü değildi, mezuniyet veya ödül törenlerinde hep aynı siyah takım elbiseyi giyerdi. Temiz, pak ve bakımlı edası olan bir insandı. Zaten ne giyse yakışır, cuk otururdu üstüne. Onunla ilgili çevremde kötü bir söz işitmedim. Kendisi, sanatçı kişiliğini bir yana koyun, Türkiye’nin en önemli okullarından birinin, hadi tevazuyu bir kenara bırakayım, en iyi okulunun kurucusuydu. Akıllı bir adamdı. Bir patrondu. Ama aslında değildi de. Tarık Akan, böyleydi, her şeyden önemlisi, her şeyin üstünde, iyi bir insandı. Öyleydi.

Okulda Cuma günleri kapanış törenlerinde ve okulların kapanış günlerinde mutlaka bahçede, tören alanında bulunur, biricik öğrencilerinin başarılarını ilk alkışlayan da o olurdu. Müdürümüzün, okul topluluğunun her bireyine teşekkür ettiği nazik konuşmalarında sıra Tarık Akan’a ‘böylesine farklı,  bir okul kurduğu için’ teşekkür etmeye geldiğinde o mahcup olur, hemen dizlerini büker, eğilir, bir süreliğine görünmez olmayı denerdi. Cüssesi itibarı ile pek beceremezdi de. O ne kadar ‘kendince’ görünmez olsa da orada, arkalarda bir yerlerde olduğunu bilirdik ama. Bütün okul topluluğu yüzünü bu görünmez adama döner, kocaman alkışlardı. Alkışlar bittiğinde, dudağında bir tebessüm, sessizce ayrılırdı tören alanından. Bu küçük oyun hoşuna giderdi. Bu küçük oyun hepimizin hoşuna giderdi.

Yüzlerce öğrenci mezun etti. Sanatçı yönünden, eserlerinden çok bununla gururlandı hep. Her mezuniyet töreninde yaptığı konuşmalarda ilk önce öğretmenleri alkışladı, alkışlattı. Bu konuşmalarda çocuklarına her zaman düşünmelerini, aklın izinden gitmelerini öğütledi. Her mezuniyet konuşmasını özellikle kısa tuttu. İlkokul öğretmenini hiç unutmadı. Gitti, izini buldu, elini öptü.

Atatürkçüydü. Bunu her fırsat bulduğunda paylaşmaktan çekinmedi. Okulda Atatürk’le, Cumhuriyet’le  ilgili bir program yapıldığında ilk konuklardan biri Tarık Akan’dı. Salonun arkasında öylece durur, kollarını göğsünün üzerinde bağlar, keyifli keyifli çocuklarını seyrederdi. Nazım’ın yoldaşıydı. Deli gibi Nazım okurdu. Tekrar tekrar okurdu.

Sanatçı kişiliğinin hiçbir zaman okul kapısından içeri girmesine müsaade etmedi. Onu büyük demir kapının dışında bıraktı keyifle. Okulda, okul kültürünü yakından takip eden büyük ve meraklı, görünmez bir çift gözdü ayrıca. Akşam vakitleri arka kapıdan çıkıp da sokağa, insanların arasına karıştığında onu tanıyan birkaç kişiyle hafifçe selamlaşır, başı önünde sokağın sonunda kaybolur giderdi.

Dedim ya, deli gibi okurdu. Küçücük odasının dört bir yanı kitaplar, resimlerle doluydu. Masasının üstü kitaptan geçilmezdi. Öğrencilerinin de okumasını desteklerdi. Ona göre gerçek başarı ve ilerleme kitap okuma kültürünün gelişmesine bağlıydı. Bunun tohumları da burada atılacaktı.

Son günlerinde, bahçede, yine o limon ağacının yanında, biraz bitkin, dedi ki: “Birkaç yıla daha ihtiyacım var. İki yıl belki… Yazmam lazım. Yazıya geçirmem gereken şeyler var. Anlatmam lazım.”

Göçüp gitmiş insanların arkalarında bıraktıkları iz bir müddet sonra silinmeye yüz tutar. On yıl, elli yıl, yüz yıl, beş yüz yıl sonraya bakmak lazım. Ben şimdi bakayım dedim. Pek az insan kalıcı iz bırakmıştır. Bu kalıcı izlerin mutlaka insanlık tarihinin yazılmasına katkı sağlamış olması beklenir. Bir müneccim edasıyla, Tarık Akan’ın kalıcı birçok iz bırakmış olduğunu düşünüyorum. Onun arkasında bıraktığı en kalın ve derin iz okuludur. Sanat hayatında üretmiş olduğu onca önemli film elbet sanat tarihimize altın harflerle yazılmıştır, fakat kurmuş olduğu kültür ortamı sorgulayan, araştıran, düşünen ve farkındalığı gelişmiş bireyler yetiştirmeye devam edecek. Sonu olmayan bir akarsu gibi akacak, akacak, akacak, akacak… Durmamacasına. Hayata.

Her törende gözlerimiz artık sahiden görünmez olmuş bir adamı arıyor. Onun bahçenin bir köşesinde, dizlerini bükmüş, kalabalık içinde saklanmış, kendince görünmezlik oyunu oynadığını düşünüyoruz. Öyle işte. Özlediğimiz doğru. Gerisi hikâye.

Ender Macun, Mart 2018




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder