Öteki Türün 8 Mart'ı - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Öteki Türün 8 Mart'ı - Hande Çiğdemoğlu

Öteki Türün 8 Mart'ı - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş
ÖTEKİ TÜRÜN 8 MART'I

Dünya dediğimiz evin üzerinde doğup evrilmiş 50 milyar canlı türünden biriyiz sadece. Bu rakam ne kadar doğru ne kadar yanlış ya da ne kadar sapmaya tabi olur bilemem ama "insan" adı verilen tür böyle bir rakam içinde 1′e karşılık geliyor. İnsan. Tür olarak sınıflandırma şekli bu. Kadın ya da erkek değil dikkat ederseniz. Ama gel gör ki dünya kurulalı beri hatta kim bilir kurulmadan önce bile tür ikiye ayrılıyor. Aslında insan, erkek türüyle özdeşleşmiş, kadın bu ana türün bir kolu gibi.

Daha doğrusu, biz böyle algılıyoruz. Çünkü bizim, yani "insan"ın bir özelliği de, içinde yaşadığı dönemi ve koşulları kendi türünün "doğası" sanması. Oysa yüz binlerce yıllık varlığının sadece son 8-10 bin yıllık kısmında geçerli, insan-erkek özdeşleşmesi. Yerleşik hayata geçip tarımı geliştirmesi ve tektanrılı dinler döneminin bu özelliği, bizlerin yaşadığı kuşaklar döneminde "insan doğası" gibi algılanıyor. Biliyorsunuz Engels bu özdeşleşmeyi "insan doğası" ile değil, mülkiyetin kurumlaşmasıyla; yani sahip olma güdüsünün yayılmasıyla açıklıyor. Günümüzdeki aile ve devletin kökenini de aynı güdüye kaynaklık eden gelişmelere bağlıyor.

Son 8-10 bin yılın Yaradılış hikayeleri bütün tektanrılı inançlarda erkek üzerine kurulu. Hiçbir din kadına paye biçmiyor. En fazla kıymet veriyor, bir takım haklar bahşediyor. Peygamberler erkek, elçiler erkek, havariler erkek… Havva bile Adem'in eşi. Evren de, Tanrı da, dinler de sanki her şey erkek cinsine yani asıl tür "insan"a göre kurulmuş. Kadın onun bir parçası, yardımcısı, eşi, annesi, kardeşi. Cinsin ötekisi…

Öteki tür olduğu için midir, kadının maruz kaldığı bu ayrım? Tanrı bile ayırdıysa sizi, biz niye ayırmayalım mı diyor erkekler acaba? Dünya düzeni erkek erkine tutsak. Çekirdek aileler baba egemenliği üzerine kuruluyor. Soy babanın soyu, soyadı babanın. Reis baba. Baba yoksa ağabey. Başa bir erkek gerekiyor, aile olmanın gün ışığında çıplak kalmamanın, korunmanın insan yerine konmanın anahtarı bu. Zaten "insan yerine konmak" da daha çok "adam yerine konmak" diye ifade ediliyor. Muhatap alınacak bir erkek. Günümüz şartları ve istisnai haller, bu durumu her ne kadar alt üst ediyor gibi görünse de genel kabul görmüş kural bu. Çünkü ilk çağlardan beri doğa hatta belki Tanrı güçlüyü seviyor. Daha iri olanını, sesi daha kalın olanını, kasları daha sağlam, bileği daha güçlü olanını. Yani erkeği… Birbirini tanımayan kalabalık gruplar halinde yaşamaya başlandığından beri, toplumlar erkekler tarafından yönetiliyor. Parlamentolara kadınlar usulen alınıyor, yönetimde söz hakkı veriliyor hatta olmadı ülkenin başına getiriliyor. Ama onlar yerleşik erkeklik değerlerine karşı çıkmayan kadınlar; anlayış olarak yönetim erkeklerde. Bu durum itaat eden kadın cinsini bir nevi kutsamak, kendilerine de paye biçmek için olabilir mi?

Bilim adamlarının çoğu erkek. Adı üstünde bilim adamı. Aradan çıkan kadınlar takdir görüyor, abartılı biçimde alkışlanıyor. Yönetmenlerin çoğu erkek, yazarların, ressamların, bestecilerin. Kadınlar dünyayı erkeklerin gözünden izliyor. Kararlara katılıyormuş gibi görünüp kendilerini rahatlatıyor. Aradan çıkan 3-5 etkin kadın insanla, "Dünyayı biz de onlarla paylaşıyoruz." diye avunuyor.

Toprak Ana, doğanın sahibi "Kybele". Anne olmak yaratmaktır diye tanrılaştırıyor yine kadınlar kendilerini. "Bütün savaşlar, tüm kavgalar bir kadın yüzünden çıktı aman ne önemli şeyiz" diye böbürleniyor. Aklını şeytana satıp, şeytanla özdeşleştirilmiş olmak bile neredeyse gurur veriyor. Lütfen kendinizi kandırmayı bırakın. Dünya kadını ikinci tür olarak görüyor. Hala birinci ve tek türün bir parçasıyız diyenler şu kavramları, deyimleri, kurumları tekrar gözden geçirsinler: Kadından Sorumlu Devlet Bakanı, Kadın Girişimciler Derneği, Mor Çatı Kadın Sığınma Evi, Dünya Kadınlar Günü. Aynı tür iseniz bu kadar özelleştirmeye gerek var mı? Ya da şu sözlere: "Cennet anaların ayağı altındadır." "Her başarılı erkeğin ardında bir kadın vardır." "Kadına kalkan eller kırılsın". Üstelik bunlar sevimli olanlar. Peki ya kötü olanlar? Hemen hemen tüm küfürlerin ana öğesi kim sizce? 

Dünya erkeklerin, kurallar onların. Ayrıcalıkları onlar belirleyip, aynı zamanda da kadınları kullanıyorlar. İstediklerinde kutsal bir varlık, istediklerinde seks objesi (bazen hayatın bazen de zevkin kaynağı), istediklerinde kalp tamponu (aşk tek kişiyle yaşanmıyor) istediklerinde bakım servis elemanı (eş, aşçı, hizmetçi, hemşire, akıl hocası), istediklerinde eğlence ve rahatlama aracı (sohbet, cinsellik, maddi ve manevi şiddet nesnesi) olarak kullanıyorlar. Siyasete, ticarete, spora, sanata atılmana izin veriyorlar (belirledikleri ölçüde tabii), isterlerse kabul ediyor isterlerse dışlıyorlar. Sonuç her ne olursa olsun bedelini mutlaka ödetiyorlar.

Sonra önemli günler geliyor. Anneler günü, sevgililer günü, kadınlar günü. Anlam ve önemimizi belirten konuşmalar yazılar. Şiirler, şarkılar…

8 Mart sokaklarda birer kuru saplı karanfil dağıtılıp, kalan 364 günde kadının insanlığını ve emeğini sömüren bir takım kravatlıların panellerde konuşma yapma günü değildir. 8 Mart, 161 yıl önce yaşanan acı bir günün yıldönümüdür. Bir tekstil fabrikasında greve başlayan 40 bin dokuma işçisinin polis tarafından fabrikaya kilitlenmesi ve sonrasında çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda can veren 129 emekçinin,  can vermesiyle sonuçlanan olayın yıldönümü. Kadının değil insan emeğinin yakıldığı bir gün. 

Özelleştirilen hiçbir şey birincil, ana ve tekil değildir. Kimse kendini kandırmasın. Emeği bile kadın-erkek olarak ayıran zihniyet insanlığınıza bir kıymık gibi batmıyorsa, yukarıda bahsettiğim "öteki tür" tanımını da kabulleniyorsunuz demektir.


Hande Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder