Önce İnsan Sonra Kadın - Nihal Çolpankan - Sevdalım Hayat
Önce İnsan Sonra Kadın -  Nihal Çolpankan

Önce İnsan Sonra Kadın - Nihal Çolpankan

Paylaş

Önce İnsan Sonra Kadın

"Anneler Günü" ve "Dünya Kadınlar Günü" gibi günlerde yılda bir iki kez el üstünde tutuluyor gösterilmeye çalışılan, çok azı bu günlerde hediyelerle onurlandırılan, yazılı ve görsel basında bolca alkışlanan, oysa daha gün bitmeden gerçeklerle yüzleşen kadınlar… Hani sözde "başımızın tacı" denilen, ne ayaklar altında ezilen kadınlar…

Hangi konumda olursa olsun erkeklerin üstünlüğü ve önceliği genel kabul gören bir dünyada sözde kadın-erkek eşitliği savunulurken bile en az bir adım geride bırakılan, çoğunlukla ezilen, en üstün başarılara imza attığında bile içten içe küçümsenen kadınlar… 

Kadın-erkek ayrımcılığı daha bebek doğmadan başlıyor, özellikle de bizim gibi evrimini tamamlayamamış toplumlarda. Neredeyse tüm erkekler ilk çocuğunun erkek olması beklentisi içindeler. Dışavurumları "Sağlıklı olsun yeter" olsa da iç sesleri hep "erkek olsun" diyor. Böylece yaşama bir sıfır yenik başlıyor kadınlar. İlk çocuğu "kız" olunca, "oğlan" olması umuduyla, ikinci bir çocuk sahibi olmayı düşünmeyen kaç erkek çıkar ki? Bırakın ikinci çocuğu, beş kızdan sonra, erkek olsun diye, altıncı kez hamile kalan çok kadın var bu ülkede. Yalnızca erkekler değil, kadınlar da erkek çocuğa öncelik veriyor. Kocasına bir erkek çocuk vermiş olmanın övüncünü yaşamak istiyor. Yirmi birinci yüzyılda, erkek çocuk sahibi olmak hâlâ bir ayrıcalık olarak görülüyor ne yazık ki. 

Bir sonraki ayrımcılık aşaması bebeklik fotoğrafları… Erkek bebeklerin çıplak fotoğrafları büyük bir gururla çekilip albümlerdeki yerini alırken, kız bebeklerin çıplak fotoğrafları çekilmez. Niye? Ayıp! Daha bebeklikten başlar cinsiyet ayırımı. Kim başlatır bunu? Önce anne babalar başlatır, sonra da toplum devam ettirir. 

Oyun çağına geldiklerinde, oyuncaklarla rolleri benimsetilir çocuklara, bilinçli ya da bilinçsizce. Erkek çocuklar arabalarla, tabancalarla oynarken; kız çocuklar bebekler, yemek takımları ile oynar ya da oynatılırlar. Kaç anne baba oğluna oyuncak olarak bebek ya da yemek takımı alır ki? Hemen söyleyeyim, ben aldım. Sonuç mu? Ne olabilir ki? Oynadılar ve bitti. Oyuncaklarla yemek ve çay servisi yaptılar diye cinsiyetleri zedelenmedi. Ancak, toplum geneline baktığımızda bunu yapanlar ne kadar azınlıkta…

Sonra ergenlik çağına geliyor çocuklar, yaş on üç-yirmi arası diyelim. Erkek çocuklar yavaş yavaş dışarıda kalma saatlerini gece yarısına doğru uzatırken, kız çocuklara yasaklar gelmeye başlıyor. Aynı evdeki iki kardeşi düşünün. Biri erkek olduğu için gece yarılarına kadar gezebilir, alkol alabilir, kız arkadaşı olması sempatiyle karşılanırken; kız hava kararmadan ya da en geç akşam sekizde evde olmalı, alkolün yanından geçmemeli, hele erkek arkadaşı asla olmamalı. Gördüğünüz gibi cinsiyet ayırımı evde anne-baba tarafından başlatılıyor, cinsiyete göre kurallar konuluyor ve bu, toplum baskısı ile devam ediyor. Üstelik bu ayrımcılığı yalnızca belli bir kesim yapmıyor, kadın-erkek eşitliğini savunanlar da kendi çocukları söz konusu olduğunda benzer şekilde davranıyor. 

Gençlik çağına geçince, kızlar bir an önce evlendirilmek isteniyor. Hem toplum baskısı hem de anne-babaların kızlarının sözde namusuna bir zarar gelmeden evden ayrılmasını istemesi yüzünden. Kanayan yaramız olan "çocuk gelinler" konusuna girmiyorum bile. "Erkeğin elinin kiri" denmesi erkeği bu konuda suçsuz gibi gösterse de, gizli bir biçimde erkeklere de "namussuz" denmiş olmuyor mu? Ya da "namussuzluk" denen şey her ne ise kadın için de erkek için de aynı oranda kötü bence. Neyse, konuya dönersek, genç kız evlenince "namus"u kocasına devrediliyor. Uğradığı psikolojik veya fiziksel şiddetin ne önemi var? Namusu kurtuldu ya… Erkek kendinden sorumlu iken, yani "namus"unun hesabını kimseye vermezken, kadın hep birilerine hesap vermek zorunda bırakılıyor.

Erkek karısını aldatınca çok büyük sorun olmazken, kadının aldatması öldürülmesine bile yol açabiliyor, yaşarsa da toplumdan dışlanıyor. Dahası, boşandıktan sonra bile erkek hâlâ kendisini eski karısından sorumlu hissediyor. Ancak kendisi dilediği gibi yaşıyor. Topluma göre, eşinden boşanmış bir kadın, hele bir de çocuk ya da çocukları varsa, yeniden evlenmeyi ya düşünmemeli ya da bol çocuklu ve kendinden yaşça oldukça büyük bir erkekle evlenmeli. Yine aynı toplum, aynı durumdaki bir erkeğin evlenmek istemesi durumunda önceliği bekâr ve çok genç kadınlara veriyor. Diğer yandan, erkeğin aynı anda iki, üç ya da dört kadınla birlikte olmasını yadırgamayanlar da var ne yazık ki.   Hem hiç de azımsanmayacak sayıda insan bu durumu dine dayandırarak normal kabul ediyor. 

Bir de eğitimdeki cinsiyet ayrımını irdeleyelim. Kız çocuklarının ilköğretimden sonra okumasına izin verilmez ya da önemsenmezken, erkek çocuklar okusun diye her türlü özveride bulunuluyor. Kimi zaman da okumuş ve meslek sahibi olmuş kadınlar evlenince işlerini bırakıyorlar. Neden? Kocaları çalışmalarını istemediği için. Ev hanımı olmayı tercih ediyorlar ya da toplumsal baskıyla bu seçime zorlanıyorlar. 

İş yaşamında da kadın-erkek eşit değil. Kadına "özgü" olduğu kanıksanan işler dışında erkeklerin işe alınması ya da tercih edilmesi çok bilindik bir durum. İşe başvurular incelenirken öncelik hep erkeklere veriliyor. Çalışmaya başladıktan sonra da kadınlar işlerinden olmamak için daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar. Yönetimsel görevlerde yine erkekler öncelikli. Daha iyi yöneteceği için değil, erkek olduğu için.

Peki, bu cinsiyet ayrımcılığı nasıl bitecek? Bir gün gerçekten bitecek mi? Yoksa hep böyle mi sürecek? Kadın-erkek eşitliği sözde kalacak, gerçekte ise arada derin uçurumlar mı olacak? Aslında bu eşitsizliğin sona ermesi için yapılacaklara bugün başlarsak iki üç nesil sonra amacımıza ulaşabiliriz. Önce kadınların en iyi şekilde eğitim almaları ve aldıkları eğitimi yaşamlarına aktarmaları gerekiyor. Yani kadınlar yaşamın her alanında yer almalılar. İşte bu kadınlar çocuklarını da cinsiyet ayrımı gözetmeden yetiştireceklerdir. Böylesine eğitimli ve özgüvenli kadınların sayısı arttıkça erkekler de egemen olma tutkularından yavaş yavaş kurtulacaklar ve kadını cinsel bir nesne gibi değil, insan olarak göreceklerdir. Kadınlar da erkekleri kendilerinin sahibi ya da koruyucusu olarak görmeyi bırakıp onların da yalnızca kendileri gibi insan olduğunu algılayacaklardır. İşte o gün geldiğinde, kadın da erkek de insan olmayı ve insanca yaşamayı başarmış olacaktır.

Nihal Çolpankan
ncolpankan@gmail.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder