İadeli Taahhütlü - Ender Macun - Sevdalım Hayat
İadeli Taahhütlü - Ender Macun

İadeli Taahhütlü - Ender Macun

Paylaş

                                                                       İadeli Taahhütlü              

Aslında kalemimle düşünüyorum ben; çünkü kafam elimin ne yazacağını çoğunlukla hiç bilmiyor.
Ludwig Wittgenstein

Sevgili yazı,

Sana ilk kez bir mektup yazmaya karar verdiğimde aklım başımda değildi, bu yüzden kafamda tasarlamış olduğum bu nafile mektubu yazmak için on yıl kadar bir süre geçmesi gerekiyormuş. Geçti de. Ve şimdi oturdum, olgunlukla, sana yazıyorum işte. Bunun için ziyadesiyle mutluyum. Seninle paylaşmak istediğim,  zamanla biriktirdiğim kendimce önemli birkaç şey var. E olmasın mı, onca yıldan sonra. Ayrıca cevaben bir mektup yazmayacağını bile bile sana yazıyor olmak da garip bir duygu. İçinde balık olmadığını bildiğimiz bir göle neden olta sallarız acaba?

Yazı derken, okuduklarım(ız) ve yazdıklarım(ız)  diye belirtmek isterim burada. Okuduklarım da senden birer parça, yazdıklarım da. İkisi birbirini, nasıl desem, kusursuzca tamamlıyorlar. Duyma ve konuşma gibi diyelim, birbirine sıkı sıkıya bağlılar yani. Konuşmayı nasıl duyarak öğreniyorsak yazmayı da büyük oranda okuyarak öğreniyor ve geliştiriyoruz. Ya da böyle olduğunu düşünmek, varsaymak beni mutlu ediyor diyelim. Oldum olası konuşmak değil de yazıyla aram daha bir iyi olduğu içindir ki sana yazarak ulaşmak istedim. Konuşarak ulaşmak isteseydim eğer bunun için uygun bir mecra bulamayacağımı da biliyordum.
Cancağızım yazı, ilk okuduğum naif kitaplardan, ilk kez kalem tutuşumdan ve beyaz tebeşiri bastıra bastıra karatahta üzerinde kaydırmaca deneyimlerimden itibaren, uzun yıllardır beraberiz seninle. İlişkimiz süresince beni hiçbir zaman yalnız bırakmadığın, hep yanımda olduğun için sana tarifsiz bir minnettarlık duyuyorum. Bunca süredir aralıksız hayatımda olan şeyleri sıralasam sayısı üçü geçmez sanırım. Bunun yanında, atalarımla binlerce yıl önce başlayan samimi, içten ve bir o kadar bonkör ilişkini takdir etmemek olmaz. Seninle aramızda kurulan samimiyet bunun sadece küçük bir parçası. Öyle yani. Varol.

Çok yaşlı ve yorgun olduğunu biliyorum. Ne kadar insanın hayatını değiştirdiğini, ne kadar insanın hayatına dokunduğunu, onardığını, hatta sonlandırdığını, eziyet ettiğini, onurlandırdığını da biliyorum. İdam fermanlarından uluslararası anlaşma metinlerine, bilimsel tezlerden harikulade romanlara, şiire, habere, oyuna, deklarasyona, iddianameye, savunmaya kadar türlü şekilde yaptın bunu. İnsanları kutsadın ve hayatlarını da söndürdün ayrıca. Çok mu sert oldu? En azından bütün bunlara alet oldun diyelim. Öyle diyelim hadi. Ah Yazı, ne çok şey birikmiş içimde. Bir bir anlatmak istiyorum sana.  Senin zaten bildiklerini sana satıyorum.
Ne çok şey. Ne çok yazı. Kurşun ve tükenmez kalemle, tebeşirle, daktiloyla, şakada şukada bilgisayar klavyesiyle ve sessiz sanal klavyeyle yazmış olduğum şeyleri çıkarıp zaman konsolundan, uç uca ekleyebilseydim eğer, muhtemelen kilometrelerce uzun, ince bir patika oluştururdu. Bu ince ve uzun hayal patikanın üzerinde yürüyerek başlangıçtan şu ana kadar temkinli ilerlemeye yeltensem, (ne fantezi ama) gece gündüze, bahar, kışa, zaman sonsuza yol olurdu. Bu yüzden, böyle meşakkatli bir işe hiç girişmiyorum gördüğün gibi.  Aklımda kalanlarla yetineceğim.

Uzunca ve çalakalem yazılmış, bakkaldan alınacaklar listeleri, çiçek resimleriyle süslü günlükler, sosyal bilgiler ve Türkçe ödevleri, uçları kıvrık ders notları, sevgiliye yazılmış sırılsıklam mektuplar, ona buna yazılmış kartpostallar, telefonun altına sıkıştırılmış okunaksız notlar, doldurulmuş evraklar, kompozisyonlar, yarım kalmış öyküler, yanlış yazılıp hoop çöpe atılmış envai çeşit yazılar, sahibini bulamayıp geri dönmüş şaşkın ve biçare mektuplar, önemsiz şiirler, önemli notlar, ortaokul not çizelgeleri, hatıra defterlerine yazılmış satırlar ve daha binlerce bölük pörçük şey, satır, paragraf, yazı yani,  bu fani hayattan elini eteğini çekmiş olmasına rağmen zihnimde pinekleyip duruyor. Koca insanlık tarihinin belleğinde de duran, orada kalmış, DNA’nın izbelerinde pinekleyen, unutulmuş, unutulmamış onca şey. Bir makine olsa da bağlasak genel DNA müdürlüğünün beynine ve düğmeye basıp çıkarsak rulo rulo kağıtlara. Kütüphanelerde, evlerde, karanlık ofislerde, okullarda, devlet erkânının rafında, adliye dosyalarında, arşivlerde, ahı gitmiş vahı kalmış klasör ve dosyalarda, dijital, mijital, kriminal, anormal, normal, sarmal, sanal, elyazması olanlara ne demeli. Bunları da, hepsini yani,  eklesek uç uca. Bütün yazılanları diyorum, eklesek birbirinin ucuna. Senin tarihini diyorum, şimdiye kadar yazılmış ne var ne yoksa diyorum.  Kaç evren patika eder bu acaba?
Yorgun yazı. Yaşlı yazı. Bil ki, sen olmasaydın da olurduk. Sen olmasaydın da olurdum. Sen bize kayda geçmeyi öğrettin. Sen bize, tüm insanlığa koca ve tükenmez bir bellek armağan ettin. Bir tek bunun için bile takdir edilmen gerekir.

Sorumsuzca kullanıldığın da oldu, seni muhteşem eserlere dönüştürenler de. Burada isimlerini anmaya kalksam rulolarca kağıda sığmayacak kadar çok eser. Umarım ki sana ilk kez teşekkür eden kişi ben değilimdir. Çoktan hak etmiş olduğun teşekkürü doğumundan binlerce yıl sonra sana ulaştırıyorum. Ben bir ulağım. İnsanlığın biraz da senin sayende sahip olduğu o ince ve uzun, alacalı bulacalı patikada yürümeye çalışan bir vakanüvistim de ayrıca. Şüphesiz öyleyim.

Kısa mektubuma burada son verirken, iyisiyle kötüsüyle bütün sembollerine, kelime ve cümlelerine selam eder bir de kadim mürekkebinden öperim.
Seni her zaman sevecek olan,
endmac

Ender Macun, Mart 2018




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder