Aşkın Hoyrat Yüzü - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Aşkın Hoyrat Yüzü - Hande Çiğdemoğlu

Aşkın Hoyrat Yüzü - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

Aşkın Hoyrat Yüzü

Aşk insanın başına gelebilecek en güzel şey sanılır ya. Belki de büyük bir ceza, kaldırılması zor bir yük, kim bilir bozulması zor bir lanettir.  Gerçek aşktan bahsediyorum ama. Öyle müşfik, sevdiğinin mutluluğunun yettiği, uysal sevgi yağmurundan değil, tutkulu olanından. Kırıcı-dökücü, bencil, gözü kara aşktan. Aşk ki bin bir rengi olan bir çiçek. Rengini, kokusunu tanımlayan çok çıkar. Ahkâma en müsait insan duygusu belki de. O halde ben de, bu lügatteki “gerçek aşk”tan bahsedeyim.

Öylesine kuvvetli, öyle deli gücü olan bir duygu ki, insanı benliğinden koparıp kendine doğru çeker. Yapmam deneni yaptırır, emin olduklarından caydırır. Aşka düştüğünde, bir süre sonra sen, sen değilsindir artık. Âşık olduğun şey ise karşındaki fani değil aşkın ta kendisidir. Delice mutlu olursun sevdiğinin yanında, o ana kadar yaşadığın hiçbir duygunun tanımı buna uymaz. Nefesi huzurun olur, teni vazgeçilmezin. Başka sözler gereksiz gelir, başka sesler çirkin. Daha çok sevmek istersin. Ve de sevilmek. Hiç yetmez. Arsız bir canavarın doymak bilmeyen iştahıdır çünkü aşk.

Hayattaki diğer şeylerin anlamı azalırken, karşındaki fani ile yaşadıklarınınki artar.  Böylece yoksunluk başlar. Görmediğin, duymadığın, dokunmadığın zaman, özlersin. Bu özlem ki her şeyden vazgeçirecek kadar güçlü, her şeyi yaptıracak kadar davetkârdır.

Ve zaman acımasızca ilerler. Aşk eskir, normal, hatta şanslı olanlar için. Suyun diğer tarafında kalmış şanssızlar için ıstırap başlamıştır. Çünkü onlarda aşk eskimez, dönüşmez. İlk günkü kadar ve ilk günkü gibi taze ve iştah açıcıdır. Oysa karşısındaki, suyun diğer tarafında, diğer normaller gibi yaşamaya devam etmektedir. Onun aşkı sevgiye, dostluğa, alışkanlığa, şefkate ya da adı her neyse “aşk” olmayan o şeye dönüşmüştür bile. İşte aşkın en can acıtıcı, en gaddar, en kalleş hali de budur. Duygularına karşılık aramak zorunda kalmak gerçek aşığı deliye döndürür. Bu öfke onu âşıklıktan, yarenlikten, insanlıktan çıkarır. Aslında içinde hep var olan canavarı uyandırır. Bu canavar ise merhamet namına bir şey bırakmadan, ortada kalan yumuşak ve parlak her ne varsa silip süpürür. Mantık ve sağduyuyu da elbette. Karşısındakini canından bezdirir, sevdiğine, seçtiğine pişman ettirir.

Bütün bunlar hep o zalim aşkın işidir. Öfkeyle ve zalimce hoyratlaşırken bile durulmak için o omuza yaslanmayı düşlersin. Karşı taraftaki şaşkındır. Normaldir çünkü. Normal sevmiş, normal özlemiş, normal hiddetlenmiştir. Normal olarak da şimdi şaşkın, üzgün ve kırgındır. “Sana âşık olduğum için” bahanesiyle hırpalanmayı hazmedemez. “Tutkuyla sevilmenin bedeli böylesine ağır olmamalı” diye düşünür.

Gerçi âşık olunan da, tutkun olunan da karşındaki değildir artık. Sen aşka hapsolmuş bir esirsindir. Artık bilirsin ki aşkın başrolde oynadığı, adını “saf mutluluk” diye anımsadığın film asla bir daha oynamayacaktır perdede. Sen uyumlaştırmayı bilmeyen, dönüşmeyi beceremeyen, her daim kırılmaya ve de kırmaya, mutsuz olup, mutsuz etmeye mahkûm, aşktan yana kısa çöpü çekmiş şanssız bir fanisindir. İflah olmaz bir zavallı…

İşte bu yüzden “gerçek aşk” insanın en büyük kumarıdır. Ya karşındaki de senin gibidir önüne geçilemez taşkın bir nehir olursun, ya da akan nehrin sürükleye sürükleye ufak bir taşa dönüştürdüğü yalnız bir kaya.

Hande Çiğdemoğlu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder