Sevgililer Günü Oyununa Gelenler ve Gelmeyenler
Sevgililer gününü kutlamak mı klişe yoksa “Sevgililer günü kapitalizmin
bir ürünüdür.” söylemleri mi?14 Şubat öncesi, en az sevgililer gününde tüketime
yönelik başlayan reklam kampanyaları kadar, bunun piyasayı canlandırma oyunu
olduğunu söyleyip “bu oyuna gelmem”ciler de dikkatimizi çekiyor. Dünyanın bu
tüketim düzeninin beşiğinde tıngır mıngır sallanması, pirelerin berber,
develerin tellal olmasından bile eski neredeyse. Yediğimizden içtiğimize,
eğitimden sağlığa her şey bu yaklaşımla savrulup dururken sesi çıkmayanlar, iş
sevgililer günü, yılbaşı gibi tatlı vesilelere geldiğinde borazanları eline
alıyorlar. Böyle günlerin tüketimle özdeşleşmesi elbette yanlış hatta çirkin.
Çıkış noktasının ya da anlamının masumiyetini alışveriş merkezlerine, kredi
kartlarına yükleme oyununa gelmek yerine, böyle günleri tüketimin elinden alma
basiretini gösterebilseydik bugün bunlar konuşulmuyor olurdu.
Doğum günü, evlilik yıldönümü, sevgililer günü gibi özel günlerdeki
beklentileri sırtlarına yüklenmesinden olsa gerek, bahsettiğim söylemlerin
sahipleri genelde erkekler oluyor. Aslına bakılırsa sırtlarına yüklenen hatırlanma,
organizasyon, hediye, sürprizler gibi beklentiler karşısında yılmış erkeklere hak
vermemek elde değil. Mutluluğunu tek taşa bağlamış, ya da klişe romantizmlerin
kurbanı olmuş kadınlarla yaşamak elbette ki çok zor. Ama sevgililik ya da kocalık
mertebesini ancak böyle günlerde aldıkları hediyelerle taçlandıran erkeklere ne
demeli? Erk kavramının getirdiği nimetlerden sonuna kadar faydalanan kimi
müstesna Türk erkeklerinin, eşleri ve onların hayatlarının sahibi olma
heveslisiyken bu işin de üzerlerine yıkılması ve beklentilerin hedefi olmaktan
şikayet etmeye pek hakları kalmıyor.
Her şey bir yana, insan evladının, varoluşundan beri seremonileri,
kutlamaları, bayramları, törenleri sevdiği yadsınamaz bir gerçek.
Hatırlanmanın, tazelenmenin, monoton ve renksiz bu hayatta bu tip vesilelerle
mutlu olmanın, mutlu etmenin yanlışlığı nerede anlaşılır gibi değil. Özellikle
aşk adı verilen kendi haline bırakırsan gidecek olan misafiri, arada sırada
kabul günü özeniyle ağırlamanın faydaları düşünülünce. Anneler gününde
annelerine bahçeden kopardıkları çiçekleri götüren, babalar gününde babalarına
kocaman bir öpücük ya da yaptıkları resimleri hediye eden bu insanlar, iş
sevgililer gününe gelince neden bu kadar öfkeli oluyorlar? Oysa formül aynı.
Sevdiğiniz insanları, takvim denilen kendi icadımız kurgunun yine kendi
icadımız olarak tayin edilen bir gününde mutlandırmak.
Tüketimi, alışveriş çılgınlığını bir yana bırakmalı. Oyuna gelip sonra
öfkelenmek yerine, oyunu bozmalı! Klişelerden uzak durup, özgünleşmeli. Küçük
sürprizler, pahalı hediyelerden daha anlamlıdır. Tıpkı annenizin yanağına
kondurduğunuz öpücük gibi anlamlı olabilir planlar. Sevgilinin en sevdiği
tatlıyı yapmak da, mail yerine el yazısıyla ona küçük bir mektup yazmak da,
sesiniz nasıl olursa olsun en sevdiği şarkıyı söyleyerek uyandırmak da, diyet
bozan cinsten koca bir tabak cipsle birlikte en sevdiğiniz filmi tekrar izlemek
de, ilk buluştuğunuz kafede birlikte kahve içmek de, bilgisayarları,
televizyonu bir kenara atıp birlikte uzun bir kış yürüyüşü yapmak da, ya da
sadece en içten halinizle “seni seviyorum” demek de, bugünü kutlamak için
kullanılabilir. Aşk güzeldir, sevgili olmak güzeldir ve kutlanmaya değerdir.
Yeter ki bugüne boyu aşan anlamlar yüklemek yerine, aşkları tazelemek için bir
vesile olarak görülsün… Kendi gününü yaratan sevgililerin 14 Şubat’ı kutlu
olsun!
Hande Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder