Yaşar Kemal’in Sonsuz Yürüyüşü
Birgit Lindberg, 36
yaşında, memur. Karin Ottesen, 24 yaşında, ev kadını. Stockholm sokaklarında
yürürken karşılarına bir adam çıkıyor, Ömer Zülfü Livaneli, “Türkiye’de
yayımlanan Politika Gazetesi için” diye
izin isteyip kısa sorular soruyor: “Yaşar Kemal’i tanıyor musunuz?”
22 Aralık 1975’de
yayımlanan yazıdan anlıyoruz ki, İsveç’teki insanlar için, Yaşar Kemal tanıdık
biri. Özellikle “Bırak Dikenler Yansın” adıyla çevrilen İnce Memed çok
seviliyor.
Stockholmlü Kjell Sunberg,
“Ayrıntılardan, küçük şeylerden hareket ederek, büyük gerçekler yakalayabilen
ender yazarlardan biri.” diyor, Yaşar Kemal hakkında.
Yaşar Kemal’i birazcık
tanıyan herkes bilir ki, sokaktaki insanın, hayat mücadelesi içindeki insanın
görüşlerini önemsediği kadar hiçbir şeyi önemsemez. Elbette memleketinin insanını,
aynı yıllarda yaşadığı insanları kendine en yakın bulur. Ama dünyanın dört bir
yanında dostları olduğunu, 40 yıl önceki, 5 bin yıl önceki, 2 yüzyıl sonraki
insanlarla da iletişim halinde olduğunu bilir. Yıllara sığmayan, coğrafyaları
aşan bir duygudur, ondaki insan sevgisi.
Onca ödül almış,
hakkında onca akademik, onca itibarlı eleştirmen yorumu yazılmış da olsa, bir
Kjlell’in sözü kadar onu hangisi sevindirmiştir? Ve gerçekten de, Stockholm’deki
o dostumuz ne kadar derin bir gerçeği fark ediyor; Yaşar Kemal, anlattığı her
damlada, okyanusun engin özelliklerini yansıtan mucize yazarlardan biri! Ne de
olsa, “Sen okyanusta bir damla değilsin, bir damladaki okyanussun”
diyen Mevlana ile aynı topraklarda yetişti!
İster bir kartalın bir
cereni avlayışını, ister bir yaprağın dalından kopup düşüşünü, ister hayalinde
yarattığı Memed adlı bir ince delikanlıyı anlatsın, her birini okyanustaki
damla gibi ele alıyor. Okyanusun özelliklerini yansıtan birer damla.
Yaşar Kemal’in
anlattığı hikayelerde, öncelikle, başkaldırmanın ne kadar temel bir insanlık
durumu, doğa durumu olduğu gerçeği var. Bilinçlenmekten de öncelikli bir durum
bu. Sonra, korku teması var. Korku ve güvenlik. İnsanı insan yapan duygu olarak
korku. İnsanı insanlaştıran durum, güvenlik. Korkusunun üstüne üstüne giderek
insanın büyümesi. Korkuyu yenmenin büyük hikayesidir, onun yapıtlarının
toplamı.
Hepsinden önemlisi,
insan koşulları içinde insandır, onun eserinde. O koşullar ki, bazen alçaklığı,
acımasızlığı, yozlaşmayı ortaya çıkarır. Umutları tüketen koşulları görmezden
gelmez. Ve insanın umutsuzluktan umut yaratan bir canlı olduğunu anlatır,
tekrar tekrar. Mitler, efsaneler, dinler yaratan bir canlıdır insan. En boğucu
yer demir gök bakır koşullarında bile, umut arayandır!
Her yapıtının her bir
cümlesi koşullara, iktidarlara, sömürüye başkaldırır. Bir direniştir Yaşar
Kemal’in dili. Umuda bir yürüyüştür. Çukurova’dan ve Toroslardan yola çıkan ulu
bir yürüyüş bu. Adı, Kemal Sadık Göğceli iken, çocukluk yıllarında başlayan,
sonra cerenlerle, birdenbire patlayan tomurcuklarla, dağ başlarında yanan
ateşlerle, Karacaoğlanlarla, Yunuslarla, Pir Sultanlarla, dibine kitap düşse
okunan sularla devam eden bir yürüyüş. Ustası Nazım’ın sözünü ettiği, insan
elinin mağara duvarına ilk kez bir bizon çizdiği günden beri akan o ulu ırmak
gibi süren bir yürüyüş.
Kemal Sadık’ın ilk
adımlarına, Abidin Dino da tanıktır. Nasıl dağlar ovalar aştığını, ağıtları
nasıl derlediğini, ezberlediği destanları nasıl da her seferinde değiştirerek
anlattığını, çok genç yaşta yörenin “Aşık Kemal”i haline nasıl geldiği
hayranlıkla izlemiştir. “Kemal Sadık’ın beğeni ve seçenek gücü sözcüklerin
ötesine varıyordu.” der Dino. “Saat Kulesi taraflarında kilim satan bir dükkanda
en güzel kilimi saniye yitirmeden gösteriyordu bana.” Aynı şekilde, Abidin Dino
otuz çizimini önüne serdiği zaman, “Nasıl da hemen en iyisini gösteriyordu, hiç
şaşmadan!” diye şaşırır. Ve Kemal Sadık’ın böylesi bir yetenekle, bin yıllık
bir birikimle yürürken, dünya edebiyatını nasıl incelediğini, başta Fransız ve
Rus yazarlarını nasıl didik didik ettiğini de örnekleriyle anlatır.
Adana’da,
İstanbul’da, Paris’te, nerede bulunursa
bulunsun, hep yürürken yazar. Roman yazdığı günlerde yemeden içmeden sigaradan
kesilir, hayatındaki her şey azalır, sadece yürüyüşleri çoğalır.
Yaşar Kemal’in bu
yürüyüşünü bazen zindanlara kapatmaya çalışırlar. Yüreği kara, beyni küçük
zavallılar sanır ki, falakadan korkup yürümekten vazgeçecektir. Bazen magazin
sularında boğmaya, bazen küçük hesap çelmeleri takmaya çalışırlar. Nazım’ın ulu
ırmağını bilmezler ki, Yaşar Kemal’in o ırmağa çoktan karıştığını anlasınlar.
Aldığı uluslararası ödülleri bile, ancak “Türk düşmanlığı” diye
yorumlayabilirler.
Ama hiçbir şey, örneğin
1982’de, Paris’te, bir ödül alırken yaptığı konuşmadaki sözlerinin apaçık
gerçeğini örtemez: “Kendimi bildim bileli, gerek yaşamımda gerek yazılarımda,
insanların acılarına katıldım. Yoksulluk, insanoğlunun başına gelen en büyük
felakettir; yoksulluğa karşı savaşımı amaç belledim.”
İşte bunun için yazar,
Yaşar Kemal. Edebiyat bir oyun değildir onun için. “İnsanın gücüne inanıyorum,
sözün gücüne de bundan dolayı inanıyorum.” der. “Edebiyatımı bu gücün üstüne
kurmaya çalıştım. Söz, insanın kendisidir. Ve biz edebiyatçılar, sanatımızı bu
insanın bir parçası olan sözle yaparız.”
Ne karşısına çıkan
engeller umurundadır ne de aldığı ödüller. Yürür o, Toroslarda, Ağrı Dağı
zirvelerinde, kibrit bile yanmayan yüksekliklerde, alev alev yürür.
Yıllar sonra, bir gün Toroslara
gider yine. Yanında dostları vardır, tepelerde dolaşırlar. Karşılaştıkları bir
Yörük’e, ünlü romancı Yaşar Kemal olarak tanıştırılır. Oysa Yörük için bir
anlam ifade etmez bu isim. Onun anlaması için, “İnce Memed’in yazarı” derler.
Yörük bir ateş yakar.
Etraftakileri çağırır, hep beraber ağırlarlar konukları. Merakını yenemeyen
Yörük, diğerlerine çaktırmadan Yaşar Kemal’e yaklaşıp sorar: “Abi, sen İnce
Memed’i bizden duydun da mı yazdın?”
Yaşar Kemal’in
gözlerindeki sevinç, ortadaki ateşi bile aydınlatır. O anda, tarihin en büyük
ödülünü almıştır. “Ben biraz dolaşayım” diye kalkar, yürür. Yürür. Yürür.
Sonsuz bir yürüyüştür onunki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder