Gündelik Hayatın Suskun Nesnesi - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Gündelik Hayatın Suskun Nesnesi - Ender Macun

Gündelik Hayatın Suskun Nesnesi - Ender Macun

Paylaş

Gündelik Hayatın Suskun Nesnesi

Efendimiz eşya 

Sabahı şerifleriniz hayırlı olsun 

Özdemir Asaf

                                                            Yasemin’e

Gitti vazonun yanında durdu. İçindeki yarı canlı sümbülleri okşadı. Konuştu onlarla. ‘Çiçekler de benimle konuşur’ dedi. Sözcükleri üzerime üzerime üfledi. ‘Bunlar saksı çiçeği değil ama’ dedim. ‘Olsun’ dedi, ‘bunlar da konuşur. Çiçek değil mi, hepsi konuşur.’ Vazoyu da okşadı. Sonra gitti tek tek bütün eşyanın tozunu aldı. Hem konuştu hem tozunu aldı. Bezini yıkadı, sıktı, yine geldi. Bütün gün hem eşyalarla, hem de benimle konuştu durdu. Resimleri düzeltti, terliklerin altına mıhlanmış kurabiye kırıntılarını temizledi, tabağı çanağı da. Sonra oturdu, eşyalarla beraber radyo dinlediler. Sustular.

Gece, ister istemez yatağa girip de uykunun izbe kuyusuna inmeye başladığınızda yanınızdan yörenizden, arka odalardan, mutfaktan, yan daireden mesela, oradan buradan sesler de akın etmeye başlar. Öyle olmuyor mu? En azından bende böyle oluyor diyeyim. Gel gör ki, bu ‘ötesesler’ insanların uyku öncesi seslerinden farklıdır. Uzunca bir süre bu garip sesler ve uyku arasında gidip gelirim. Canımı sıkarlar. Buzdolabı sıtmaya tutulmuş gibi zangır zangır titrer, az önce kapatılmış yorgun televizyonun içinden bir yerlerden hışırtılar gelir, yatak odasını tavaf edip gider. Çok kalmaz. İyi misafirdir kendisi. Tanış olduğum bu seslerin bu bildik şeylere, eşyalara ait olduğunu da bilirim. Rahatlarım. Etrafımdaki eşyaların bir kısmı gecenin sessizliğinde daha bir cömert ve korkusuzca, belki birbirleriyle, konuşup dururlar. Karı koca gibi atışırlar. Ben bir şey demem. Karışmam onlara. Ne karışacağım. Onların bir bakıma canlı olduklarını bilirim ama. Can ne demekse.

Bir de sesi soluğu çıkmayan eşyalar vardır. Evde, uzun süredir kullanılmayan minik küllük konuşmaz hiç, ya da alengirli vazo da konuşmaz mesela. Ben duymadım öyle bir şey. Konuşsalar duyarım. Kulaklarım antrenmanlı böyle şeylere. Oysa çalışma odasındaki kitaplardan da ha bire sesler duyarım. Binlerce sayfa ince, kalın, eski, yeni, sarı, beyaz kağıt kendi aralarında mır mır mır bir şeyler söyler durur. Ne konuşurlar, ne derler birbirlerine, bilmem. Pek üstünde durmam. Ama duyarım. Kalemlikteki kalemlerin topu konuşur. Yayı bozulanlar, mekanizması arızalananlar, mürekkebi bitmişler, ucu kütleşmişler… Kendi hallerine bırakırım onları da. Ne halleri varsa görsünler diye. Fotoğraf makinaları başka bir âlemdir. Kendi komünlerinde kaynatıp dururlar. Başka eşyalarla dalaşmazlar.

Dedim ya, sesi soluğu çıkmayan eşyalar, şeyler de var. Bunlar pek bir garip ve ayrıca kederli gelir bana. Üzülürüm hallerine. Gündelik hayatta pek yüzüne bakmadığımız, vakit ayırmadığımız şeylerdir onlar. Sadece birkaç haftada bir üstünkörü tozu alınanlar, bazen, sıkıntıdan, öylesine yeri değiştirilenler, içine bir şey konulup içindekilerle birlikte bir çekmece köşesinde unutulanlar. Biblolar, aynalar, tablolar, hediye gelmiş, öyle kalmış şeyler, telli dosyalar, içindeki şeyler, imitasyon takılar, bir türlü çalışmayan ayaklı lambalar, modası geçmiş misafir terlikleri, güzel parfüm şişeleri, kaldırılmış eşyalar, kullanılmayan, küçülmüş, içi geçmiş, kıyılamayan giysiler… Bence bunlar eskiden konuşurlarmış, sonra birden dilsiz olmuşlar. Buna inanırım. Bir biblo vardır mesela, seramikten mavi bir ayakkabı, rafta durur öyle. Yıllarca durur. Gıkı çıkmaz. Bizde diyorum yani, sizi tenzih ederim. Durur. Konuşmaz. Dilsizdir.

Gündelik hayatın suskun nesneleridir onlar.  Artık pek yüz vermediğimiz şeyler. Eski ya da yeni olmaları fark etmez. İlişki kurmayız onlarla. Belki biraz dargınlık da vardır aramızda. Fare dağa küsmüş, dağın haberi yok misali. Tam da öyle yani. Atmayız da ama. Atsak, atabilsek, zaten ‘geçerken topladıklarımız’ başlığında yazdığım o güzel yazının konusu olurlardı. Olamadılar. Kaldılar, öyle beklediler. Uzunca bir süredir etrafımızdaki bu garip nesnelerle aramızda belli bir mesafe var sanki. Öyle değil mi? Kaybolsalar farkına bile varmayız. Eve gelen bir konuk mesela tuvalete girse, orada o rafta o güzel taş parçasını görüp cebe indirse, farkına bile varmayacağız yani. Oysa sadık eşyalardır onlar. Elimizin altındadırlar. Suskunlar derim onlara. Bu suskunları da çaresizce dinlerim ben. Bir gün biri dillenecek de bir şey diyecek diye arada bir dinlerim. İyi oluyor. Arada bir ilgilenmek gerek. Sevmeli insan birlikte yaşadığı, aynı evi paylaştığı eşyayı, şeyi. Kullanmasa da sevmeli.

‘Sen neden sustun, sus pus oldun bakayım’ dedi mermer sehpaya. Ne dedi ne? Okşadı. Güldüm. ‘Sehpayla konuşuyorsun, farkında mısın’ dedim. ‘Ne yapayım’ dedi, ‘konuşmayayım mı? Sus pus mu olayım ben de onun gibi?’

Van Gogh, odasındaki üç beş eşyayla konuşuyordu, eminim. Anneannem ha bire eşyayla konuşuyordu, Oğuz Atay’ın girdaptaki karakteri de… Tezer Özlü eşyayı arkadaş bellemişti. Şairlerin hepsi. Öyle. Birkaç kez konuşayım dedim, beceremedim. Oysa bu işin ehlileri var. Mutlaka var. Ben dinlemeye eğilimliyim. Bir ses gelecek diye. Bir merhaba, bir hatır sorma. Ne bileyim, öyle işte. Çarşamba bugün. Gece. Siz nasılsınız? Eşya ne âlemde?

Ender Macun, Şubat 2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder