Katılımcı: Aysun Bal
Tarih: 06.02.2018
Kitap: Cemile
Tema: Aşk, savaş, ihanet, özlem, başkaldırı
Konu: Aşk mı yoksa ihanet etme duygusu mu daha ağır; özlem duymak mı yoksa
yola taş koymadan uzaktan sevmek mi daha kolay sorularına gönderim.
Anlatım: Yazar anlatmıyor adeta yaşatıyor.
Çağrışım:
Aytmatov, kitaplarında
kadınlara ayrı bir değer verir, ön planda tutar. Olaylar onların etrafında
döner. Onun kitaplarında kadınlar güçlüdür, sarsılmazdır; tıpkı Toprak Ana’daki
gibi...
Aytmatov, Sovyet
toplumunda savaş döneminde geride kalan kadınların işinin hiç kolay olmadığını,
en az erkekler kadar çalıştıklarını, yıprandıklarını çeşitli anlatılarında
ortaya koyuyor. Üstelik bunu, çarpıcı biçimde, olayların içinde yaşadığımızı
hissetmemizi sağlayarak gerçekleştiriyor. Öyle ki eşi askere gitmiş olan
kahramanımız Cemile de geride erkek olmadığı için at arabası kullanmak, tahıl
ürünlerini ambara götürmek zorundadır. Bu işi istemeden üstlense de burada
savaştan dönmüş Daniyar'la tanışması tüm hayatındaki dengeleri altüst
edecektir.
Kayınbiraderi
Salih, ona ambar ve değirmen işlerinde yardım etmekte, göz kulak olmaktadır.
Aslında Salih burada üçüncü bir göz olarak yaşanacakları bize öyle bir anlatır
ki biz okuyucuların gözünde olaylar doğallaşıyor. Salih ile Cemile bir gün, bu
işte birlikte çalıştıkları Daniyar'a taşıyamayacağı ağırlıkta bir çuvalla şaka
yapmak isterler. Daniyar, yaralandığı için savaştan dönmüş, köyde kimi kimsesi
olmayan, sessiz, içine kapanık biridir. Tedavisi tamamlansa da bacağı
aksamaktadır ama gururludur; ne kadar zor olsa da o çuvalı ambara taşır. Salih
ile Cemile yaptıkları şaka nedeniyle utanç içindedir. Bu olay ile işler olmadık
şekilde değişiverir. Kendilerini affettirmek isterler. İşte bu sırada
Daniyar'ın iş dönüşü at koşumlarını sürerken yanık sesi ile söylediği
türkülerle derinlerdeki aşk duygusu su yüzüne çıkar. Daniyar Cemile’ye âşıktır.
Cemile de Daniyar’a.
Ne var ki, Cemile
cephedeki Sadık ile evlidir! Salih -Sadık'ın kardeşi- her şeye şahittir ama
karşı da koymaz. Hak verir. Salih’in konuya yaklaşımı, bizim gözümüzde de aklar
bu aşkı. Resmini yapar ve ikisinin oradan kaçmasına göz yumar. Aslında
Salih de ilk aşkına veda etmektedir. Cemile doğallığı, cesareti, çalışkanlığı
ile doğal olarak herkesi etkilediği gibi onu da etkilemiştir.
Ağabeyi geldiğinde
ise -Cemile’nin eşinin isminin Sadık olması da manidardır- her şeyi bildiği
ortaya çıkar, ama o bir şey olmamış gibi resim yeteneği nedeniyle eğitim almak
için başka bir diyara gider.
“Aşk her şeyi
affeder mi?” der ya bir şarkı... Kendince bir yol bulup Salih'in Cemile'ye
sevgisini göstermemesi, hatta geleneklerden dolayı eşine selamı mektuplarda
sona bırakması bu durumu haklı çıkarır mı? (Askerdeki bir eşi terk etmek, hem
de o gelmeden!) Bence çıkarmaz.
Her ne kadar Louis
Aragon, "Cemile" kitabı için "Dünyanın en güzel aşk
hikâyesi." dese de ki bence daha iyileri var ama aşkın konuşmadan da
anlaşmak, hâlden anlamak, sevdiğine hayran olmak olduğunu da bize göstermesi ve
naifliği hissettirmesi de ayrı bir tat.
Cemile ve
Daniyar'ın hikâyesi bitmiş gibi görünse de anlatıcımız Salih'in anlatacakları
burada bitmiyor. Artık bir ressam olan Salih, bize geçmişte yolları kesişen ama
kopmak zorunda kalan Öğretmen Duyşan ile Felsefe Doktoru Altınay'ın hikâyesini
aktarır.
Altınay, öksüz bir
kız... Özellikle teyzesi tarafından hor görülür, kötü davranılır, şiddet
uygulanır. Bir gün köye bir öğretmen gelir ve çocukları okula göndermeleri ve
okulun yapımı için köylülerden yardım ister. Köylü oralı olmaz ama Duyşan, tek
başına her şeyin altından kalkar. Çocukları zor da olsa okula getirtmeyi
başarır ama Altınay'ın teyzesi kafasına koymuştur bir kere Altınay evlendirilecek
ve baştan savılacaktır. Daha on beşinde kendinden büyük bir adama öğretmenin
canı pahasına karşı durmasına rağmen kuma olarak verilir. Peki Duyşan, vazgeçer
mi? Elbette hayır! Başına gelen korkunç(!) olaya rağmen Altınay'ı o
cendereden kurtarır ve onun okuması için önayak olur. Yani bizim
ülkemizin kız çocuklarının bize çok da yabancı olmayan öyküsü...
Maalesef bizim kız
çocuklarımızın şansı sonradan da dönmeyebiliyor. Hiçbir el uzanmayabiliyor
onlara. Yıllar sonra Altınay, bir üniversite Hocası olduktan sonra köyünde
bir okul açılışına katıldığında Duyşan'ı görebilme ihtimali ile sarsılır, oradan
adeta kaçar ve duygularını bir mektup aracılığı ile Salih'e açar. Aslında şimdi
kendine yeni hayat kuran evli ve çocuklu olan Altınay, hayran olduğu
öğretmenine o yıllarda âşıktır. Hatta o yıllarda bir mektupla bunu Duyşan'a
bildirmiş fakat Duyşan mektubu yanıtsız bırakmıştır. Belki de Altınay
öğretmenine duyduğu hayranlığı aşk duygusu ile karıştırmıştır. Ya da hayran
olduğumuza âşık oluyoruzdur kim bilir?
Eğer zamanında
Duyşan bu aşka karşılık verseydi Altınay, okuma yolundan uzaklaşacaktı belki
de. Aşk fedâkarlıktı ve Duyşan Altınay'dan uzak durdu. Ne demişler:
“Kavuşamazsın, aşk olur.”
Bu arada kitaptaki
olaylar 2. Dünya Savaşı Sovyetler Birliği döneminde geçiyor. Bu, geleneklerini
sürdüren Kırgız halkının bir anlatısı. Öğretmen Duyşan aracılığıyla, “Lenin sevdasının”
çok derin olduğu da aktarılıyor. Kitapta gündelik yaşam o kadar iyi anlatılmış
ki sanki biz de o dönemde yaşıyoruz.
İki ayrı hikâyede
de kadınlardan gündelik hayatta beklenen işler ile birlikte aynı zamanda
toplumun onlara çizdiği sınırı geçmeme durumunun en yüce duygulardan olan
“aşk” ve aşkın verdiği mücadeleci tavır
ile nasıl aşılabileceği sergileniyor. İşin ilginç yanı aradan ne kadar uzun
yıllar geçse de kadınlara verilen rol modeller değişmedi. Kimseye değil
içimizdeki güce inanarak yola koyulmak ve yolda ilerlemek en iyisi sanırım. Bu
duygu durum ve davranışların değiştiği günleri
görmek umuduyla…
Aysun Bal
Aysun Bal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder