Kimin Hikayesidir Anlatılan?
Ne çok kişinin “hayatım
roman olur” diye düşündüğüne tanık olmuşsunuzdur. Kimi tam olarak böyle
söylemese de, birçok kişi yaşadıklarının çok ilginç, anlamlı ve anlatmaya değer
olduğuna inanır.
Aslında yanıldıklarını
söylemek pek kolay değil. Fakat bu konuda belirleyici olan, kişinin başından
nelerin geçtiğinden çok, onların nasıl anlatılacağı.
Bir kişinin
yaşadıklarını anlatmak, ancak kişiselliğin ötesine geçmekle, tema işlemekle anlamlı
olabilir. Olayların yaşandığı zamanı ve mekanı aşan, hayata dair söz söylemeye
dönüşen bir anlatı yaratabilmekte mesele.
İster bir kurgu
kahraman anlatılıyor olsun ister gerçek bir kişi, anlatıcının durduğu yer ve
buna bağlı bakış açısı belirleyecektir anlatının niteliğini. Çerçeveyi nasıl oluşturduğu,
önceliklendirmeyi neye göre yaptığı, hangi konuya ne kadar ağırlık verdiği...
“Görünen ve gerçek aynı
olsaydı, bilime gerek kalmazdı” der ya Marx, ona benzer bir gerçek bu: Bir
kişinin hikayesi, sadece onun hayatıyla ilgili olsaydı, edebiyat diye bir şey
olmazdı.
ANLATTIĞINDAN FAZLASINI
ANLATAN BİR KİTAP
Edebiyatçı Ayşegül
Çelik’in anlattığı Muhsin Ertuğrul’un hayatını okuduğunuzda, aklınızda birçok anekdot
kalacaktır elbette. Sarsıcı olaylar, çarpıcı konular. Ama o tek tek olaylardan
daha önemlisi, kitabın bütünlüğünü sağlayan temalar.
“Ölmeyi Bilen Adam”ı okurken,
bir kişinin hayatından çok, Türk tiyatro tarihiyle ilgili bilgiler ve
tiyatroculukla ilgili fikirler dolduruyor zihninizi. Tiyatro tutkusunu ve
hayatı anlama sevdasını algılıyorsunuz.
Kitapta, bir yandan bu
topraklardaki büyük gelenek kendini hissettiriyor. Bazı sayfalarda kendinizi özellikle
Ramazan aylarında canlanan bir gösteri dünyasının içinde buluyorsunuz. Ama öte yandan, yine bu topraklarda sanatın
küçümsenişini, tiyatronun hor görülüşünü izliyorsunuz.
Kardeşinin veya
çocuğunun tiyatrocu olmasını kimsenin istemediği bir ortamda, çetin bir
mücadeleye girişiyor Muhsin Ertuğrul. Tiyatro tutkusunun kendisine verdiği
büyük bir enerjiyle, büyük bir güçle yola çıkıyor. Konforlu ve güvenli bir
hayata kolayca ulaşmasını sağlayacak aile bağlarını koparmaktan çekinmiyor.
Üstelik tiyatrocu
olarak yaşama kararını verirken göze aldığı zorlukların üstesinden gelmek de
onu huzura kavuşturmuyor. Her yeni gelişme, her yeni dönem başka bir mücadele
süreci haline geliyor. Yaşanan büyük ekonomik sıkıntılar, ilerleyen yıllarda
artan siyasetçi müdahaleleri, sanat dünyası içindeki anlamsız çekişmeler...
Sorunlar hiç eksik olmuyor.
Çelik’in anlatısı,
birçok yerde Ertuğrul’un ve Türk tiyatrosunun mücadelesini dile getirmeyi de
aşıyor. Fani kulların hayalini kurduğu mutluluğun güvenli ve sakin yollarına
itibar etmeyen sanatçı kişilik özelliklerinin bir anlatısı gibi de
okuyabilirsiniz “Ölmeyi Bilen Adam”ı.
Zaten insanda sanatçılık
özelliğinin gelişmesi, bu tür bir mutluluk anlayışına itiraz ederek başlamaz
mı?
MÜCADELE DOLU YAŞAM
20 yaşındaki Muhsin,
kendine yeni bir yüz yapmak için aynanın karşısında saatlerdir uğraşıyor.
Makyajla 60 yaşındaki bir adama dönüşmeye çalışıyor. Odaya giren arkadaşının
“Yaşlanmışsın yine” diye takılmasına, “Keşke!” diye karşılık veriyor. Gerçekten
60 yaşında olmayı istiyor o gece. Bir tek rol için... “Mümkün olsa ömrümün 40
yılını hiç yaşamadan seve seve veririm.”
Yüreğinizi ürperten anekdotlardan
biri bu.
Büyük insanların hayatı
yüreğinizi ürpertir. Bir titreme hissi oluşur içinizde. Hadi itiraf edin;
onları izlemek, biraz huzursuzluk verir?
Neden acaba?
Belki büyük işler
yapmanın bedelini görmektir, huzursuzluğa neden olan şey. Bu durum,
kardeşlerinizin veya çocuklarınızın değerli insanlar olmalarını, kendilerini
geliştirmelerini isterken düştüğünüz çelişkiye benziyordur. Onların hem üstün
niteliklere ulaşmalarını hem de acı çekmemelerini istersiniz. Sanki bu
mümkünmüş gibi. Sanki “boş zamanlarda” oturup çalışarak, konfor içinde
yaşayarak yaratıcılık geliştirilebilir, üstün yeteneklere ulaşılabilirmiş gibi.
Böyle bir şey mümkün
değil elbette. Ne yazık ki mümkün değil.
Muhsin
Ertuğrul’unkinden çok daha basit işleri başarmak için bile, ciddi mücadeleler
gerekiyor. Mücadele ettiğiniz kadar yaşıyorsunuz aslında. Yani hayatınız ancak
o kadar anlamlanabiliyor.
Anlamlı bir hayat
yaşamanın bedeli olduğunu böylesine somut gördüğünüzde, bazen içiniz
ürperebiliyor. Ama daha yakından tanıdıkça, Muhsin Ertuğrul’u anladıkça, böyle
bir hayatın, gerektirdiği bedeliyle bir bütün olduğunu, o bedeli ödemekle daha
da güzelleştiğini anlıyorsunuz. İnsanın feda ettikleri sayesinde
zenginleştiğini kavrıyorsunuz.
İşte o zaman, “Ne yazık
ki” türündeki hayıflanmadan kurtulup, “Ne mutlu ki” duygusunu hissediyorsunuz.
Ne mutlu, bir gece için 40 yılını feda etmeyi göze alabilecek tutkusu olanlara!
Bunu gördükçe,
elinizdeki kitabın bir adamın hayatını anlatmayı aştığını fark ediyorsunuz.
Yaşamak ve mücadele etmek üzerine bir kitap bu. Yani her insanın hayatında az
veya çok bulunan bir gerçeklik üzerine.
Anlıyorsunuz ki,
aslında anlatılan sizin hikayenizdir.
Yurt Gazetesi
Yurt Kültür, 20/04/2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder