Kimin Hikayesidir Anlatılan? - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Kimin Hikayesidir Anlatılan? - Zafer Köse

Kimin Hikayesidir Anlatılan? - Zafer Köse

Paylaş
Kimin Hikayesidir Anlatılan?

Ne çok kişinin “hayatım roman olur” diye düşündüğüne tanık olmuşsunuzdur. Kimi tam olarak böyle söylemese de, birçok kişi yaşadıklarının çok ilginç, anlamlı ve anlatmaya değer olduğuna inanır.

Aslında yanıldıklarını söylemek pek kolay değil. Fakat bu konuda belirleyici olan, kişinin başından nelerin geçtiğinden çok, onların nasıl anlatılacağı.

Bir kişinin yaşadıklarını anlatmak, ancak kişiselliğin ötesine geçmekle, tema işlemekle anlamlı olabilir. Olayların yaşandığı zamanı ve mekanı aşan, hayata dair söz söylemeye dönüşen bir anlatı yaratabilmekte mesele.

İster bir kurgu kahraman anlatılıyor olsun ister gerçek bir kişi, anlatıcının durduğu yer ve buna bağlı bakış açısı belirleyecektir anlatının niteliğini. Çerçeveyi nasıl oluşturduğu, önceliklendirmeyi neye göre yaptığı, hangi konuya ne kadar ağırlık verdiği...

“Görünen ve gerçek aynı olsaydı, bilime gerek kalmazdı” der ya Marx, ona benzer bir gerçek bu: Bir kişinin hikayesi, sadece onun hayatıyla ilgili olsaydı, edebiyat diye bir şey olmazdı.

ANLATTIĞINDAN FAZLASINI ANLATAN BİR KİTAP
Edebiyatçı Ayşegül Çelik’in anlattığı Muhsin Ertuğrul’un hayatını okuduğunuzda, aklınızda birçok anekdot kalacaktır elbette. Sarsıcı olaylar, çarpıcı konular. Ama o tek tek olaylardan daha önemlisi, kitabın bütünlüğünü sağlayan temalar.

“Ölmeyi Bilen Adam”ı okurken, bir kişinin hayatından çok, Türk tiyatro tarihiyle ilgili bilgiler ve tiyatroculukla ilgili fikirler dolduruyor zihninizi. Tiyatro tutkusunu ve hayatı anlama sevdasını algılıyorsunuz.

Kitapta, bir yandan bu topraklardaki büyük gelenek kendini hissettiriyor. Bazı sayfalarda kendinizi özellikle Ramazan aylarında canlanan bir gösteri dünyasının içinde buluyorsunuz.  Ama öte yandan, yine bu topraklarda sanatın küçümsenişini, tiyatronun hor görülüşünü izliyorsunuz.

Kardeşinin veya çocuğunun tiyatrocu olmasını kimsenin istemediği bir ortamda, çetin bir mücadeleye girişiyor Muhsin Ertuğrul. Tiyatro tutkusunun kendisine verdiği büyük bir enerjiyle, büyük bir güçle yola çıkıyor. Konforlu ve güvenli bir hayata kolayca ulaşmasını sağlayacak aile bağlarını koparmaktan çekinmiyor.

Üstelik tiyatrocu olarak yaşama kararını verirken göze aldığı zorlukların üstesinden gelmek de onu huzura kavuşturmuyor. Her yeni gelişme, her yeni dönem başka bir mücadele süreci haline geliyor. Yaşanan büyük ekonomik sıkıntılar, ilerleyen yıllarda artan siyasetçi müdahaleleri, sanat dünyası içindeki anlamsız çekişmeler... Sorunlar hiç eksik olmuyor.

Çelik’in anlatısı, birçok yerde Ertuğrul’un ve Türk tiyatrosunun mücadelesini dile getirmeyi de aşıyor. Fani kulların hayalini kurduğu mutluluğun güvenli ve sakin yollarına itibar etmeyen sanatçı kişilik özelliklerinin bir anlatısı gibi de okuyabilirsiniz “Ölmeyi Bilen Adam”ı.

Zaten insanda sanatçılık özelliğinin gelişmesi, bu tür bir mutluluk anlayışına itiraz ederek başlamaz mı?

MÜCADELE DOLU YAŞAM

20 yaşındaki Muhsin, kendine yeni bir yüz yapmak için aynanın karşısında saatlerdir uğraşıyor. Makyajla 60 yaşındaki bir adama dönüşmeye çalışıyor. Odaya giren arkadaşının “Yaşlanmışsın yine” diye takılmasına, “Keşke!” diye karşılık veriyor. Gerçekten 60 yaşında olmayı istiyor o gece. Bir tek rol için... “Mümkün olsa ömrümün 40 yılını hiç yaşamadan seve seve veririm.”

Yüreğinizi ürperten anekdotlardan biri bu.

Büyük insanların hayatı yüreğinizi ürpertir. Bir titreme hissi oluşur içinizde. Hadi itiraf edin; onları izlemek, biraz huzursuzluk verir?

Neden acaba?

Belki büyük işler yapmanın bedelini görmektir, huzursuzluğa neden olan şey. Bu durum, kardeşlerinizin veya çocuklarınızın değerli insanlar olmalarını, kendilerini geliştirmelerini isterken düştüğünüz çelişkiye benziyordur. Onların hem üstün niteliklere ulaşmalarını hem de acı çekmemelerini istersiniz. Sanki bu mümkünmüş gibi. Sanki “boş zamanlarda” oturup çalışarak, konfor içinde yaşayarak yaratıcılık geliştirilebilir, üstün yeteneklere ulaşılabilirmiş gibi.

Böyle bir şey mümkün değil elbette. Ne yazık ki mümkün değil.

Muhsin Ertuğrul’unkinden çok daha basit işleri başarmak için bile, ciddi mücadeleler gerekiyor. Mücadele ettiğiniz kadar yaşıyorsunuz aslında. Yani hayatınız ancak o kadar anlamlanabiliyor.

Anlamlı bir hayat yaşamanın bedeli olduğunu böylesine somut gördüğünüzde, bazen içiniz ürperebiliyor. Ama daha yakından tanıdıkça, Muhsin Ertuğrul’u anladıkça, böyle bir hayatın, gerektirdiği bedeliyle bir bütün olduğunu, o bedeli ödemekle daha da güzelleştiğini anlıyorsunuz. İnsanın feda ettikleri sayesinde zenginleştiğini kavrıyorsunuz.

İşte o zaman, “Ne yazık ki” türündeki hayıflanmadan kurtulup, “Ne mutlu ki” duygusunu hissediyorsunuz. Ne mutlu, bir gece için 40 yılını feda etmeyi göze alabilecek tutkusu olanlara!

Bunu gördükçe, elinizdeki kitabın bir adamın hayatını anlatmayı aştığını fark ediyorsunuz. Yaşamak ve mücadele etmek üzerine bir kitap bu. Yani her insanın hayatında az veya çok bulunan bir gerçeklik üzerine.

Anlıyorsunuz ki, aslında anlatılan sizin hikayenizdir.



Yurt Gazetesi
Yurt Kültür, 20/04/2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder