Son Ada’da, yeryüzü
cenneti bir adada, ormanlar arasındaki kırk konutta yaşayan insanların hikayesi
anlatılıyor. Adanın asıl sahibi olan martılarla dengeli ve saygılı bir ilişki
geliştirilmiştir. Onların yumurtlamak ve yaşamak için gereksinim duydukları
alanlara girilmemektedir.
Adadaki insan
ilişkileri de bir cennet anlayışını yansıtır. Hesapsız dostluklar, tasasız
günler, huzurlu hayatlar yaşanmaktadır. Değerli bir fıstık çeşidinin yetiştiği
ormanlık alandaki ürünler, zaten kimsenin pek önemsemediği maddi gereksinimi
fazlasıyla karşılamaktadır.
Fıstık zamanı, sabah
erkenden yola çıkanlar, önlerinden geçtikleri evdeki insanlara seslenirler.
Yetişebilenler kafileye katılarak çam ormanına doğru yürür. Öğle yemeği için
götürülen yiyecekler, içecekler, fıstıkların doldurulacağı çuvallar, sepetler
neşeyle taşınır. Yetişemeyenler ormana daha sonra gelir.
Kimin kaç saat
çalıştığının, ne kadar fıstık topladığının hesabı tutulmaz. Herkes elinden
geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapar. Çalışmaya en sık ara
verenler, adanın müzisyen sakinleridir. Ormanda flüt ve gitar sesleri dolaşır.
Adada hayat, eğlenceli
günlerle, hastalıklarla, ölümlerle, sevinçlerle akıp gider. Ta ki adaya “o”
taşınana kadar.
Birdenbire, adaya bir
düzen getirme, medeniyet yaratma uğraşı ortaya çıkar. İnsanlar arasında çıkar
çatışmaları yaşanmaya başlar. Doğayla, özellikle martılarla yaşanan uyum
bozulur. Elbette bu yozlaşmaya, insanın “medenileşerek” insanlıktan çıkmasına
direnenler vardır.
Olayların ilerlemesiyle
ele alınan konular, sadece o hayali adanın değil, dünyanın her yerindeki
insanların meseleleridir aslında. Bu da romanın çok farklı biçimlerde
okunabilmesi olanağını yaratıyor. Hayatın temel konularıyla, varoluş
kaygılarıyla, güncel sorunlarla bağlantı kurulabiliyor. Bu özelliğiyle anlatı,
kısa boyutuna rağmen, zamanı ve mekanı aşan uzun bir evrensel hikaye haline
geliyor.
Sözcük, cümle, hatta
paragraf ölçeğinde bir çekicilik peşinde koşmuyor metin. Ama olayların
gelişimiyle, bölümlerin oluşturduğu bütünlükle, anlattığından daha fazlasını
anlatan özelliğiyle, şiirleşiyor. Hikaye, yozlaşmanın ve çürümenin alegorisine
dönüşüyor.
SIRADAKİ KİTAP
Son Ada’da, odaklanılan
konunun ve ana hikayenin dışındaki hiçbir şey, anlatıma karıştırılmamış.
Alabildiğine yalın, dupduru bir kitap bu. Hiçbir edebiyat numarasına gerek
duyulmadan yazılmış. Konserlerinde, bestesine ve dinleyicisine duyduğu güvenle,
sahnede herhangi bir şirinlik yapma gereği duymayan bir müzisyenin
yaklaşımıyla, hikayeye duyulan güvenle yazıldığı hissediliyor. İçinde hiçbir
fazlalık bulunmaması, bu kitabın dünyada ve gelecekte yapacağı yolculuklarda,
en büyük avantajı olacaktır.
Son Ada’da, konu,
kahramanların önüne geçiyor. Livaneli’nin ilk romanı Engereğin Gözündeki
Kamaşma’nın da konudan yola çıkılıp yazıldığı düşünülebilir. Ama Son Ada’da,
bir tema işlendiği her sayfada baskın bir şekilde kendini hissettiriyor.
Livaneli’nin ikinci
romanı Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm, peşinden yayımladığı Mutluluk ve sonrasındaki
Leyla’nın Evi romanı için, kahramanlarından yola çıkılarak yazıldığı
söylenebilir. Hatta bu üç romanın asıl konusu, ele aldığı karakterlerdir demek,
yanlış olmasa gerek.
Anlatım biçimiyle Son
Ada, sadece diğer Livaneli romanlarından değil, genel olarak Livaneli
yapıtlarından ayrılıyor. Son Ada’yı yazarak, Livaneli aslında tehlikeye atılıyor.
Yurt içinde ve yurt dışında on binlerce okurun, önemli edebiyatçı ve
eleştirmenlerin onayını almış olduğu önceki romanlarına benzer bir tarzda
yazmak ve garanti bir yoldan ilerlemek yerine, yeni bir yolda yürümeyi tercih
ediyor.
SIRADAKİ ADIM
Bu tercihi, onun
romancılığının ötesindeki özelliklerini; genel olarak dünya görüşünü, sanat
anlayışını yansıtıyor.
1978’de Nazım Türküsü
albümünü yapmadan önce de, kendi kitlesini yaratmış, halkın önemli bir kesimi
tarafın kabul edilmiş, o şekilde devam ederek varlığını sürdürebilecek bir
ozandı. Ama hazırdan yememe özelliğinin gereği olarak göze aldığı tehlike
sonunda, Anadolu müziği, Nazım Türküsü aşamasına ulaştı.
1983’de çıkardığı Ada
adlı albümü ise, daha önce Nazım Türküsü, Atlının Türküsü, Günlerimiz gibi
çalışmaları olan bir müzisyenden beklenmeyecek türdeydi. Bunca geniş bir
kitlesi varken ve kendisinden, öncekiler gibi şarkılar beklenirken, halkın
karşısına oldukça farklı bir tarzla çıkarak yeniden onay istedi. 1993’teki Saat
4 Yoksun adlı albümü ve 95’deki Neylersin albümü için de benzer şeyler
söylenebilir.
Müzik alanında kendini
kanıtlamışken; saygınlığa ve kitleselliğe ulaşmışken diğer sanat alanlarında da
çalışmalar yapması, aynı şekilde riske girmek anlamına geliyordu.
Onaylanmış tarzını
tekrarlamayarak tehlikeye atılmak, Livaneli’de bir sanatsal tavır olarak ortaya
çıkıyor. Bu tavrıyla Livaneli, önceki dönemde ve önceki koşullarda ortaya
çıkmış da olsa, hiçbir zaman nostalji çağrışımı yapan bir sanatçıya dönüşmüyor.
Bir yandan yeni ürünlerle kendini yeniden yaratma yoluna giderken, bir yandan
da eski ürünlerinin capcanlı kalması mümkün oluyor.
Bu nedenle, Son Ada’yı,
Livaneli’nin sadece romancılığının değil, Livaneli sanatının sıradaki adımı
olarak okumak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder