Bizim Köyün Yangını- Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Bizim Köyün Yangını- Hande Çiğdemoğlu

Bizim Köyün Yangını- Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

Bizim Köyün Yangını

Bizim köy bayadır yanıyor. Alıştık da işin kötüsü. Dumanın isine, ateşin pervasız gücüne. Her gün sahip olduğumuz başka şeyler alevlerde yok oluyor, biz öylece izliyoruz. Oysa bereketli topraklarımız, coşkun akan derelerimiz, hatta balıklı mavi denizimiz bile vardı. Çalışmayı severdik. Tarlalarımızı sürmeyi, ağları türkülerle takalara çekmeyi, tahtaları demirleri birbirine ekleyip aletler, eşyalar yapmayı. Birbirimizi de severdik. Olurdu kavga, itiş kakış ama kurulan bir düğün sofrasında unutulup giderdi husumetler. Yer, içer şen şakrak sohbetler eder, oyunlar oynardık. Sevdalar türkülere ezgi olacak kadar kıymetliydi. Ozanlar gönlünce söylerdi, iyiyi de kötüyü de.

Yokluk, yoksulluk görmedik mi? Gördük görmesine ama azla kanaat etmesini de bildik, çalışıp daha iyisini ummayı da. Düştük düştük kalktık. Düşmanlarımız oldu her daim. Toprağımızı koruduk canımız pahasına, toprağımız namusumuzdu, geleceğimiz, emanetimiz, mirasımız. Düşman bizim gibi değildi. Hiç olmadı. Her gün başka kılıklarda kapıya dayandı. Namertle savaşmak zor işti.  Ama umudumuz vardı, sahip olduğumuz en kıymetli hazine.

Şimdi durum biraz farklı. Köy epeydir yanıyor. Öyle birden başlamayan, zararsız gibi görünüp pek umurumuzda olmayan korlar, enikonu yangına döndü. Peşi sıra bin türlü musibet başımızı bırakmıyor. En kötüsü de her zorluğa birlikte sırt veren köylü, birbirine düşman oldu çıktı. Beraber kurulan sofralar ayrıldı, halaylar koptu, türküler sustu. Eskiden kimsenin umursamadığı farklılıklarımız, şimdinin hıncı oldu. Kimse kimseye güvenmiyor. Merhametmiş, sevgiymiş unuttuk gitti. İşin tuhafı etrafımızı saran bu karanlığı üstümüze salanlar, yangını söndüreceklerini vaat edip hep daha fazlasını istiyor. Bizim köylü cahil. İnanmayı sever. Okuduğuyla değil duyduğuyla öğrendi bunca zaman, kim ne dese inandı. Azıcık sezgisi vardı, o da isli dumanda dağıldı gitti. Düşünmek, sorgulamak hadde sığmazdı. Köylü onlar ne isterse, kendi kararıymış gibi kabul etti. Ne yaparlarsa alkış tuttu, gözümüzün içine baka baka ateşe gaz döktüler ama bizim köylü bunu su sandı.

Cehalet en büyük düşmanmış. Bir köyü parçaladı, yaktı, kavurdu. Kundakçılar bundan memnundu. Merak edeni, soru soranı sevmezlerdi. Olanları da ağızlarından köpükler çıka çıka bağırarak hain ilan eder, linç ettirirler, hatta cezalarını keser bir de bundan alkış beklerlerdi. Kimse de sesini çıkarmazdı. İnanırlardı iyi söyleyenin kötü olduğuna. Bu köylü en çok hainden korkardı. O yüzden hain denilen herkesi düşünmeden taşlamaya hazırdı.

Buna rağmen yürekliler çıkardı aradan. “Köy yanıyor ey ahali” diye bağırır, olmadı türküler yakar, yazar- çizer dağıtır, uyuyanı uyandırmaya çalışırdı. Kimi sessiz, kimi atılgan nice yiğit kendini ateşe attı, yangını söndüremeden kor oldu gitti. Giden çabucak unutuldu, unutmayanlar yanmaktan korktu, korkmayanlar küstü. Kötülük cehaletin sırtında şaha kalkmış, önüne çıkanı ezip geçiyordu.

Yoksulluk günden güne artıyordu. Hâlbuki toprak caymamıştı bizden, elimiz kolumuz da tutuyordu şükür. Ama kundakçı severdi yoksulluğu. Önce elindekileri fark ettirmeden usulca alır, sonra onları sana tekrar vermek için vaatlerde bulunurdu. Sofrasının bereketi kaçmış, sırtındaki abası emanet, toprağı ona sorulmadan satılmış icarcı köylüler ise bu ağzı dolu dolu yapılan “Aslında her şey ne kadar da güzel” kelamlarını hayran hayran dinlerdi. Köylü, “Tarlaları haşere basmış, denizden zift akıyor, her köşede bir kavga, her taşın üstünde kan var.” demez “Her şey güzelmiş, aman ha nankörlük etmeyelim.” derdi. Demese ne yazar, “Yıllardır köyün başındasın, ya bozdun, ya tamir edemedin. Ya yalancısın, ya beceriksiz” diyecek hali yok ya. Düşünmesi bile yürek ister. Baksan kimse memnun değil halinden. Ama yine de kovamadık kundakçıyı. Ondan kurtulmak isteyenler, diğerleri kadar çok istemiyorlar mıydı acep?

“Sizin emeliniz benim için emir, sizin iradeniz benim gücüm” falan böyle tumturaklı sözler duyardık hep. Tepedeki yamaca yaptırdığı evinde uzaklardan olup biteni izler, baktı işler karışıyor, etrafında yanına yaklaşamayacağın kadar çok adamla köye iner, bağırır, haykırır, alkış kıyamet sonra evine, taa tepedeki şatafatlı evine geri dönerdi.

Bir gün işlerin iyiye gitmediğini itiraf etti. Hepimiz şaşırdık. Tüm bu sıkıntıların ise tek bir çözümü vardı. Onu “Ağa” yapacaktık. Zaten muhtardı ne zamandır, köyle ilgili ne yapmak isterse öyle ya da böyle yapıyordu bu “ağalık” nerden çıkmıştı. Köy meclisiydi, ihtiyar heyetiydi, azasıydı. “İşler yürümüyor böyle. Ama ağa olursam her şey tıkır tıkır yürür. Bu köyü şehir yaparım.” diyordu. Ağalık uzun zamandır alışkın olduğumuz bir şey değildi, pek hoşumuza gitmedi. “Ben olmasam da olur, başta ağalığı getirelim sonra siz kimi istiyorsanız o olsun” diye köylüyü karar vermeye zorladı. Ama köyden sesler yükselmeye başladı. Önce ürkek sonra kuvvetli. Neredeyse emindik, bu yeni düzeni kabul etmeyeceğimize. Sonra ne olduysa oldu, hile hurda olduğu aşikar bir oylamayla ağalık düzeni kabul edildi.

Sonrasında köylü salgın bir hastalığa yakalandı. Umutsuzluk denilen habis melanet, dört bir yanı sarmıştı. İçinde olduğumuz durumun, köyün halinin farkında olmayanlar vardı, hala vardı. İnanmaya üstüne üstlük alkışlamaya devam ediyorlardı. Bu hastalık onları etkilememişti. Çünkü zaten aslında ne isteseler oluyor diye şükredip duruyorlardı. Hastalığın pençesinden kendini kurtaran, dirençlilerin sayısı çok azdı, üstelik diğerlerini yataktan kaldıracak kadar kuvvetli de değillerdi.

Günler günleri kovaladı. Paramız pul olmaya, ekmeğimiz islenmeye, kavgaydı, kazaydı belaydı derken kan akmaya ve en kötüsü kalplerimiz kurumaya hızla devam ediyordu. Yangının gri dumanına öyle alışmıştık ki, ciğerlerimiz yarım nefesle doluyordu. Neredeyse kimse günü, güneşi, maviyi hatırlamıyordu.

Bir gün geldi, “Hayde artık davranın, bitirelim şu işi” dedi kundakçı. Öyle kibirli, öyle kendinden emindi ki. Ne de olsa aradan birkaç çatlak ses çıksa bile, öyle eder böyle eder istediğini alır, sonunda köye ağa olurdu. Köylü şaşırdı, kimi sevindi, kimi dövündü. O günden beri köyde söylentiler var. Köyün belli yerlerinde kimileri denemiş, artık ne yapıp ettilerse ateşin söndürülebilir olduğunu görmüş. Bu haber köye hızla yayıldı. Sönmemiş ama sönedebilirmiş. El versek, sırt versek, küslük husumeti bir yana koyup herkes bir olup birlikte hareket etse, mutlaka olurmuş. Bu haber hastalıktan kırılanlara ilaç gibi geldi. Kimi dermansızlar hala yatakta olsa da çoğu ayaklandı. Ee, ne demiş ozan, “İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır.” Köylü kendi hastalığına da kendi derman olup çıktı.

Şimdi bekliyoruz. “Eh yetti gayrı” deyip, yangının sönmesini. Külleri bir çırpıda temizleyip, kaybettiğimiz nice şeyi yerine koymayı…

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder