Endişeli Statü Sendromu - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Endişeli Statü Sendromu - Hande Çiğdemoğlu

Endişeli Statü Sendromu - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

 Endişeli Statü Sendromu

İş hayatını, toplumsal yaşamı çevrelemiş statü ve unvanlar dört bir yanımızı sarmış durumda. Farklı ve basit adlarla bildiğimiz işlere taktığımız tumturaklı isimlere alışmaya başladık bile. Tezgahtara satış temsilcisi, şefe yönetmen, sekretere asistan, çaycıya servis elemanı, temizlikçiye destek hizmetli, ustabaşına sorumlu müdür, yazıhaneye ofis ve işin çerçevesi her ne olursa olsun burada çalışanlara ofis elemanları deniyor. Müdür ve genel müdür kavramları sınırlarını çoktan genişletmiş, her departmana ayrı bir müdür, müdür yardımcıları tahsis edilmiş. Büyüklüğü ve kapsamı her ne olursa olsun, artık hemen hemen tüm şirketlerde bir koordinatör, uzman, sorumlu hatta neredeyse CEO var. Yönetim kurulu başkanı ya da genel müdür değil. CEO (Chief Executive Officer) yani en büyük müdür. Yaptığımız işle değil, önündeki sıfatlarla besleniyoruz. "Özel bir şirkette proje sorumlusuyum." "Önümüzdeki ay terfimi alıp yönetmen yardımcısı olacağım." gibi. Ağızda dolu dolu söylenen unvan tamlamaların etkisi, hem söyleyeni hem de duyanı tatmin edecek kadar kuvvetli. Çünkü artık ismimizin başında yer alan, nerdeyse bizi biz yapan koca sıfatlar, kimsenin kimseye mesleğini, yeteneğini ya da işinin içeriğini sordurmayacak kadar etkili.

Önceki yıllarda yüksek lisans yaptığı için evinin kapısına "Yüksek Mühendis Ali Taşan" yazdıran,  bakkalda bile "Ben Doktor Yaşar, 2 ekmek 10 yumurta alabilir miyim?" diyen insan tipine razı olacak hale geldik. Şimdi o insanların çocukları küçük bir işletmede, sıradan bir iş yapıyor da olsalar, isimlerinin önüne aldıkları sıfatlarla toplumda kendilerine yer ediniyorlar. Artık tiyatrocu, heykeltraş, yazar, marangoz, müzisyen, sporcu ya da aşçı olmanın rağbet görmemesine şaşırmamak lazım. Üretimin neredeyse yok olduğu bu ülkede öyle çok unvan, öyle çok statü var ki, meslek erbaplarının yeri gün geçtikçe sarsılıyor. Çünkü bilimin, sanatın, düşünmenin, tartışmanın, üretmenin itibar görmediği böyle bir ortamda güç, kudret ve iktidar üçlemesinin para ekseninde kesişmesi, bunu yaratan eylemleri ve insanları önemsiz kılıyor.

Unvanlar ve onlara biçilen değer yeni gibi görünse de temeli olan statü kaygısı neredeyse insanlık kadar eski. Latince "ayakta duruş" anlamına gelen “statum” fiilinden türetilmiş, kişinin toplumdaki yeri anlamına gelen “Statü” kavramı,  hayatımızın başköşesinde yerini almış durumda.  Toplumsal statünün yüksek olması, tarih boyunca insanlara saygı, ilgi ve çıkar sağladığı için toplumların çabaları, kavgaları, özgürlükleri ve haksızlıkları bu kavram etrafında dönüp durmuş. Avcı toplumdan tarım toplumuna geçiş, statünün çeşitlenmesine ve sonrasında kaygısının da artmasına sebep olmuş. Köklü aileler, din adamları, şövalyeler, aristokratlar, sanatçılar, çiftçiler daha da temele inersek evliler, çocuk sahibi olanlar, daha çok çocuk sahibi olanlar, erkek çocuk sahibi olanlar...

Herhangi bir yeteneğe bağlı olmaksızın doğuştan edinebildiği gibi, bireysel çaba ve nitelikler sonucu kazanılmış olabilen statü, zamana ve coğrafyaya göre farklılık gösterse de, insanlığın temel mutluluk kaynaklarında üst sıralarda yer alan bir kavram olmuş hep. Toplum içinde yer edinme, saygı uyandırma, lafı sözü dinlenir, hatta çekinilir bir kişi olma arzusu, üzüm yemekten bağcı dövmeye giden o yolda çoğu kez insanların tökezlemesine sebep oluyor.

Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi dağında, gün geçtikçe tepelere tırmanırken, sorunlarımız ve mutsuzluklarımız da yön değiştirerek zirvede yerini alıyor. Paranın can ciğer arkadaş olduğu yüksek statünün, insana özgürlük, rahatlık, konfor ve mutluluk sunduğu apaçık ortada. İşte bu yüzden hayatımızın en tatlı anlarında bile iliğimizi kemiğimizi kemirerek bizi bitiren bu statü endişesi, hayatımızın orta yerine gelip oturuyor. En baş edilmez mutsuzlukların kaynağı oluveriyor. Sonunda kendimizi müthiş bir çaba, kavga ve hırs içinde buluyoruz. Daha iyiye, daha güzele, daha erdemliye ulaşmak için kullanılabilir bu iştah, aşırıya kaçıldığında insanı önüne geçilemeyen bir mutsuzluğun ve hastalık halinin kucağına atıyor.

Yüksek bir statüye ulaşmaktaki başarının verdiği haz, insan hayatındaki iniş çıkışlarla paralel olarak elindeki statüyü kaybetme durumunda müthiş bir hezeyana ve kayboluşa sebep oluyor. İşte bu yüzden etrafımızda, emekli olunca bunalıma giren kavgacı yaşlılar, işini kaybedince etrafındaki herkesle bozuşan işsizler, daha fazlası için sahip olduğu tüm değerleri kaybetmeye meyilli gençler, unvanı değişince önce arabasını sonra karısını değiştiren adamlar çoğalıyor.

Endişeli statü sendromu, yüksek statü olarak adlandırdığımız bu pembe rüyanın en büyük bedeli. Başta insanın kendi psikolojisini, sonra etrafındakilerle ilişkilerini derinden sarsan bir hastalık. Nefes alıyor olmanın basit mutluluğuna sekte vuran, insani erdemlerin, fikirlerin gelişmesinin, olgunluğun başlıca düşmanı. Hayatta statüden, unvanlardan daha kıymetli şeylerin olduğunu, gerektiğinde bazı şeylerin feda edilebileceğini, bir durup düşünmeli.

Hande Çiğdemoğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder