T A M A M - Cemile Özyakan - Sevdalım Hayat
T A M A M - Cemile Özyakan

T A M A M - Cemile Özyakan

Paylaş
 T A M A M 

“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” Evet, haklısınız… Bazı anlamlara geldiklerinde de kaypaklıklarından geçilmiyor. Bir yandan da kelimeler, öyle çok anlama geliyorlar ki. Bu durumun sonsuzluğu içinde boğulmadan yaşamak ne büyük başarı!

Sözgelimi, ‘tamam’ kelimesini alıyorum. Her birimizin ağzından farklı tınıyla, farklı tonlamayla, farklı melodiyle, farklı ifadeyle çıkıyor. Hiçbiri birbirine benzemeyen milyonlarca ‘tamam’. “Bu akşam arkadaşlarla dışarıya çıkabilir miyiz?” diyen çocuğuna istemeye istemeye izin veren annenin boynu sağa bükük, kaşı kalkık ‘tamam’ını düşünün.

Âşık kişinin günlerdir hayalini kurduğu, düşününce yemeden içmeden kesildiği sevgilinin gelip bu akşam bir şeyler içelim mi, ikimiz sadece, teklifine verdiği yanıt olan ‘tamam’ı düşünün bir de. Gözler parlayarak, kulaklara varan, ağızdan fışkıran ‘tamam’. Bir yanda sevinç, diğer yanda kalbi yerinde tutma telaşına bulanmış, içinden mutluluk taşan bir kelime. Kendinden çok emin olmasa da, harfleri sağa sola savrularak dans ediyor. Kimseyi umursamıyor.

Ya da diyelim aylardır iş arıyorsunuz. Açsınız, açıktasınız. Onlarca iş görüşmesinden sonra bir patron lütfeder gibi sizi şirketine almayı kabul ediyor. Çalışacak kişi çok, diyor, kapımda zibil gibi insan, ama ben seni seçtim, üç ay kadar deneyelim, şimdilik fazla bir maaş bekleme, deneme süresi geçsin, bakarız. Bir yanınız o odadan çıkıp gitmek isterken, diğer yanınız onu ütülü gömlek kolundan tutup çekiştiriyor. Dur şurada, sakın konuşma bak, açlıktan nefesimiz kokuyor, bu tek şansımız! O anda içinizdeki ikiliden aynı anda çıkan ve buram buram tereddüde bulanmış hem ezik, hem güçlü, hem umutlu, hem pişman ‘tamam’ deyişiniz var bir de, belli belirsiz… Yenilgi dolu, ama bir gün yenecek olan tamam. Şimdilik küçük harfli de olsa yavaş yavaş büyüyecek. Önce sevimli sevimli, küçük harflerle suskun bir çocuk gibi dolanacak ortalarda. Öfkelenmeye başlayacak sonra. Yavaş yavaş, gün be gün intikam duygusuyla dolacak. Şahit olduğu her haksızlıkta bir lokma daha yiyecek ve elleri, kolları, yüzü şişmeye başlayacak. t harfinin boyu uzayacak, kolları iki yandan bükümlü sarkacak. a, bu şirin tombul halinden eser kalmayacak bir şekilde ciddiyete bürünecek, köşelenecek; köşeli olmaktan bile şikayet eden bir A olacak. Tatlı tatlı duran, yumuşak ve güler yüzlü m de büyüyecek ve M gibi sinirli, suratsız, sınırları net çizilmiş; kıvrımlardan değil, düz çizgilerden oluşan bir harfe dönüşecek. Sonra siz, o işe başvurduğunuz günkü halinizden farklı birine dönüşeceksiniz. Elleri, kolları ve kafası büyümüş; kaşları daima çatık bir siz bulacaksınız bir gün, büyük harflerle isyan ederken. Bir gün patrona, yine ‘tamam’ diyeceksiniz ama ne siz aynı siz, ne patron aynı patron, ne gün aynı gün, ne de tamam aynı tamam olacak. Büyüttüğünüz öfke, nefret ve intikam duygularından sıyrılmanın ilk adımını TAMAM! diyerek atmış olacaksınız belki de.

Bir de polis telsizi ‘tamam’ı var ki, hepsinden farklı. Tüm tamamlar bir yana, onlar bir yana. Sanki kelime başka bir dilden gelmiş de, bir türlü yer bulamamış geldiği dilde gibi yabancı. Ama hiç bilmediğimiz dillerde kelimeleri anlamadığımızda bile sezdiğimiz duygudan tamamen yoksun. Yani yalın, yapayalnız, soğuk, duygusuz, robotik ve eksik bir tamam. Görev bilincinden başka hiçbir bilince sahip olmayan, herkesi ve her şeyi bu uğurda ezip geçebilecek bir ‘tamam’.

Farklı kişilerin söylemesini bir yana bırakalım. Aynı kişi söylediğinde bile bu meret aynı kalmıyor. Sabahki ‘tamam’la, akşamki ‘tamam’ınızı karşı karşıya getirseniz misal, ben öyle demek istemedim, hayır asıl ben öyle demek istemedim diye kavgaya tutuşurlar belki de. ‘Seninle arkadaş, sevgili, dost, yoldaş olmak istiyorum,’ cümlesine karşılık olarak ağzınızdan çıkan ‘tamam’ ile, ‘bence bu ilişki çoktan bitti, ben gidiyorum,’ vedasına karşılık aynı kişiden çıkan ‘tamam’ aynı kelimeler mi sizce? Sevmediğiniz, sürekli dedikodunuzu yapan Figen Hanım’a ‘tamam’ deyişinizin yanında, can dostunuza ‘tamam’ deyişinizi düşün. Akşam sana uğrayacağız canım, doğum günü pastanı aldık. Utanma ve sevinçle karışık, gülümseyen, hafif müzikli, sevgi dolu bir ‘tamam’. Kim bilir, belki de bir miyavlamayı andıran.

Ya da kapıyı çarpıp çıkmadan önce, son sesle, dolu dolu, tükürür gibi ağızdan gürüldeyerek dökülen bir ‘tamam’ var. Annenizin, onun annesinin, onun da annesinin, onun da annesinin ve onun da annesinin, sonra onun da annesinin ve onun da annesinin hepsinin bu adamlardan çektiğine yeter, der gibi. Siz hepsinin kurtarıcısısınız sanki. Hepsi gücünü sizde birleştirmiş de, hepsi sizin gözünüzden bakar gibi kocanızın gözüne. Binlerce göz ve ağız olmuşsunuz aynı anda. Sonra hepsinin arasından süzülüp çıkıyorsunuz o evden; doğranmış fasulyeler, temizlenmiş ıspanaklar, toz bezleri ve alkışlar arasında. Ailenizdeki tüm kadınların, hep bir ağızdan haykırdığı, binlerce kedi gibi kabarmış ‘TAMAM’ diğerlerine benzer mi dersiniz?

Üstelik aynı tonda, aynı duyguyla, aynı işveyle, aynı edayla söylediniz diyelim. Hiçbiri birbirinin tekrarı olmayacak yine de. İş sizde bitmiyor, biliyorsunuz.  Olduğunuz yer, arkadan çalan müzik ya da sesler, etraftaki insanlar, havada gözlerini virgül işaretiyle kırpıp duran güneş ya da ünlem şeklinde dökülen yağmur biricik kelimenizi değiştirmiyor mu? Hatta bunlardan bahsederek bu yazıyı sonsuza dek sürdürebilirim. Ama sürdürmek istemiyorum. Yapacak başka işlerim var. Herkes gibi benim de çok işim var. Sürdürmek istemediğim için tamam, yeter, diyorum ve bir yerde kesmek istiyorum, düşündüğümden çok daha uzun süren bu yazıyı. Tam bitirmeden önce şunu sor diye dürtüyor diğer yarım: Peki farklı güdülerle, farklı ses tonlarıyla, farklı şekillerde, farklı yerlerde, farklı aksanlarla milyonlarca farklı insan bu kaypak ve kaygan zemine ve tüm farklılıklarına rağmen aynı anda aynı kelimeyi bağırsa, ne olur?


Cemile Özyakan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder