T A M A M
“Kelimeler
albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” Evet, haklısınız… Bazı anlamlara
geldiklerinde de kaypaklıklarından geçilmiyor. Bir yandan da kelimeler, öyle
çok anlama geliyorlar ki. Bu durumun sonsuzluğu içinde boğulmadan yaşamak ne
büyük başarı!
Sözgelimi,
‘tamam’ kelimesini alıyorum. Her birimizin ağzından farklı tınıyla, farklı
tonlamayla, farklı melodiyle, farklı ifadeyle çıkıyor. Hiçbiri birbirine
benzemeyen milyonlarca ‘tamam’. “Bu akşam arkadaşlarla dışarıya çıkabilir
miyiz?” diyen çocuğuna istemeye istemeye izin veren annenin boynu sağa bükük,
kaşı kalkık ‘tamam’ını düşünün.
Âşık
kişinin günlerdir hayalini kurduğu, düşününce yemeden içmeden kesildiği sevgilinin
gelip bu akşam bir şeyler içelim mi, ikimiz sadece, teklifine verdiği yanıt
olan ‘tamam’ı düşünün bir de. Gözler parlayarak, kulaklara varan, ağızdan
fışkıran ‘tamam’. Bir yanda sevinç, diğer yanda kalbi yerinde tutma telaşına
bulanmış, içinden mutluluk taşan bir kelime. Kendinden çok emin olmasa da,
harfleri sağa sola savrularak dans ediyor. Kimseyi umursamıyor.
Ya
da diyelim aylardır iş arıyorsunuz. Açsınız, açıktasınız. Onlarca iş
görüşmesinden sonra bir patron lütfeder gibi sizi şirketine almayı kabul
ediyor. Çalışacak kişi çok, diyor, kapımda zibil gibi insan, ama ben seni
seçtim, üç ay kadar deneyelim, şimdilik fazla bir maaş bekleme, deneme süresi
geçsin, bakarız. Bir yanınız o odadan çıkıp gitmek isterken, diğer yanınız onu ütülü
gömlek kolundan tutup çekiştiriyor. Dur şurada, sakın konuşma bak, açlıktan nefesimiz
kokuyor, bu tek şansımız! O anda içinizdeki ikiliden aynı anda çıkan ve buram
buram tereddüde bulanmış hem ezik, hem güçlü, hem umutlu, hem pişman ‘tamam’
deyişiniz var bir de, belli belirsiz… Yenilgi dolu, ama bir gün yenecek olan
tamam. Şimdilik küçük harfli de olsa yavaş yavaş büyüyecek. Önce sevimli
sevimli, küçük harflerle suskun bir çocuk gibi dolanacak ortalarda. Öfkelenmeye
başlayacak sonra. Yavaş yavaş, gün be gün intikam duygusuyla dolacak. Şahit
olduğu her haksızlıkta bir lokma daha yiyecek ve elleri, kolları, yüzü şişmeye
başlayacak. t harfinin boyu uzayacak, kolları iki yandan bükümlü sarkacak. a,
bu şirin tombul halinden eser kalmayacak bir şekilde ciddiyete bürünecek, köşelenecek;
köşeli olmaktan bile şikayet eden bir A olacak. Tatlı tatlı duran, yumuşak ve
güler yüzlü m de büyüyecek ve M gibi sinirli, suratsız, sınırları net çizilmiş;
kıvrımlardan değil, düz çizgilerden oluşan bir harfe dönüşecek. Sonra siz, o
işe başvurduğunuz günkü halinizden farklı birine dönüşeceksiniz. Elleri,
kolları ve kafası büyümüş; kaşları daima çatık bir siz bulacaksınız bir gün, büyük
harflerle isyan ederken. Bir gün patrona, yine ‘tamam’ diyeceksiniz ama ne siz
aynı siz, ne patron aynı patron, ne gün aynı gün, ne de tamam aynı tamam
olacak. Büyüttüğünüz öfke, nefret ve intikam duygularından sıyrılmanın ilk
adımını TAMAM! diyerek atmış olacaksınız belki de.
Bir
de polis telsizi ‘tamam’ı var ki, hepsinden farklı. Tüm tamamlar bir yana,
onlar bir yana. Sanki kelime başka bir dilden gelmiş de, bir türlü yer
bulamamış geldiği dilde gibi yabancı. Ama hiç bilmediğimiz dillerde kelimeleri
anlamadığımızda bile sezdiğimiz duygudan tamamen yoksun. Yani yalın,
yapayalnız, soğuk, duygusuz, robotik ve eksik bir tamam. Görev bilincinden
başka hiçbir bilince sahip olmayan, herkesi ve her şeyi bu uğurda ezip
geçebilecek bir ‘tamam’.
Farklı
kişilerin söylemesini bir yana bırakalım. Aynı kişi söylediğinde bile bu meret
aynı kalmıyor. Sabahki ‘tamam’la, akşamki ‘tamam’ınızı karşı karşıya getirseniz
misal, ben öyle demek istemedim, hayır asıl ben öyle demek istemedim diye
kavgaya tutuşurlar belki de. ‘Seninle arkadaş, sevgili, dost, yoldaş olmak
istiyorum,’ cümlesine karşılık olarak ağzınızdan çıkan ‘tamam’ ile, ‘bence bu
ilişki çoktan bitti, ben gidiyorum,’ vedasına karşılık aynı kişiden çıkan
‘tamam’ aynı kelimeler mi sizce? Sevmediğiniz, sürekli dedikodunuzu yapan Figen
Hanım’a ‘tamam’ deyişinizin yanında, can dostunuza ‘tamam’ deyişinizi düşün.
Akşam sana uğrayacağız canım, doğum günü pastanı aldık. Utanma ve sevinçle
karışık, gülümseyen, hafif müzikli, sevgi dolu bir ‘tamam’. Kim bilir, belki de
bir miyavlamayı andıran.
Ya
da kapıyı çarpıp çıkmadan önce, son sesle, dolu dolu, tükürür gibi ağızdan
gürüldeyerek dökülen bir ‘tamam’ var. Annenizin, onun annesinin, onun da
annesinin, onun da annesinin ve onun da annesinin, sonra onun da annesinin ve
onun da annesinin hepsinin bu adamlardan çektiğine yeter, der gibi. Siz
hepsinin kurtarıcısısınız sanki. Hepsi gücünü sizde birleştirmiş de, hepsi sizin
gözünüzden bakar gibi kocanızın gözüne. Binlerce göz ve ağız olmuşsunuz aynı
anda. Sonra hepsinin arasından süzülüp çıkıyorsunuz o evden; doğranmış
fasulyeler, temizlenmiş ıspanaklar, toz bezleri ve alkışlar arasında. Ailenizdeki
tüm kadınların, hep bir ağızdan haykırdığı, binlerce kedi gibi kabarmış ‘TAMAM’
diğerlerine benzer mi dersiniz?
Üstelik
aynı tonda, aynı duyguyla, aynı işveyle, aynı edayla söylediniz diyelim.
Hiçbiri birbirinin tekrarı olmayacak yine de. İş sizde bitmiyor, biliyorsunuz. Olduğunuz yer, arkadan çalan müzik ya da
sesler, etraftaki insanlar, havada gözlerini virgül işaretiyle kırpıp duran
güneş ya da ünlem şeklinde dökülen yağmur biricik kelimenizi değiştirmiyor mu?
Hatta bunlardan bahsederek bu yazıyı sonsuza dek sürdürebilirim. Ama sürdürmek
istemiyorum. Yapacak başka işlerim var. Herkes gibi benim de çok işim var.
Sürdürmek istemediğim için tamam, yeter, diyorum ve bir yerde kesmek istiyorum,
düşündüğümden çok daha uzun süren bu yazıyı. Tam bitirmeden önce şunu sor diye
dürtüyor diğer yarım: Peki farklı güdülerle, farklı ses
tonlarıyla, farklı şekillerde, farklı yerlerde, farklı aksanlarla milyonlarca
farklı insan bu kaypak ve kaygan zemine ve tüm farklılıklarına rağmen aynı anda
aynı kelimeyi bağırsa, ne olur?
Cemile
Özyakan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder