Murtaza’yı okumak, yüreğinizi isyanla doldurur.
Torpil bulamayanların işine yaramayan sağlık sistemine, güven vermeyen sosyal güvenlik anlayışına, işsizliğin işsiz insanların suçu gibi gösterilmesine, çalışanın hakkını alamamasına, kul ve köle yetiştiren eğitim mantığına...
İspiyonculukla itham edilmek, yeni okula başlayan
çocukların sıkça yaşadıkları bir sorun.
Derdi çoktur böyle bir küçük insanın. Evin güvenli havasından
çıkıp sosyal ortamda yaşamaya başlamak kolay değildir. Güvende olma duygusunu
korumak için, kaybetmekte olduğu korumacı bağların yenilerini geliştirmesi
gerekmektedir.
Bu gereksinim, Erich Fromm’un ayrıntılarıyla anlattığı
gibi, “özgürlük korkusu”na neden olur. Özgürce vereceği kararların yükünden
kaçınma isteğinden dolayı, kişide itaat etmek, bir gücün himayesine girmek gibi
eğilimler gelişebilir. Tedirginlik veren bu yeni ortamda, arkadaşlarını
öğretmene ispiyonlamak, öğretmenin takdirini ve korumacılığını kazanmayı
sağlayabilir.
Ama… Arkadaşının yaptıklarını gidip öğretmene yetiştirmek,
bu şekilde onun himayesine girmek, bir çıkar elde etmek… Ne kadar kötü! Ne de
olsa, bu minik insanlar, birinin çocuğu olmanın ötesinde bir kimlik
geliştirmenin ilk adımlarını atmaktadırlar. Ve “ispiyoncu” olarak tanınmaktan kaçınırlar.
İHBARCILIK MİSYONU
Bu çocuklar nasıl oluyor da büyüdüklerinde muhbirlik
kültürünü yaşatabiliyor?
Hemen her büyük şirketin çeşitli bölümlerinde, üniversite
ve liselerin birçok sınıfında, apartmanlarda... Bunların bir kısmı söylenti
olsa da yaygın bir muhbirlik mekanizmasının işlediğini herkes biliyor.
Böyle bir “sayın muhbir vatandaşın” kendini kötü
hissetmemesi, herhalde somut bir çıkar beklememesi sayesindedir. Çünkü az
sayıdaki profesyonel dışında, “sayın muhbir vatandaş” gönüllü olarak “görevini”
yapar. Bedava! Kişisel çıkar peşinde koşan “ispiyoncu” değil, doğru olduğuna
inandığı biçimde davranan bir “sayın vatandaş”tır o.
Aslında, ispiyonlamak, bir tür gereksinimdir. Bir futbol
takımına, dine, ulusa bağlanıp kendini o aidiyetle tanımlamak benzeri bir
gereksinim.
Böyle kişilere karşı öfkeyle dolarsınız. Oysa bir muhbiri
anlamak, bu kişilik özelliğine neden olan koşulları görmek, yaşadığınız hayatı
anlamak için de önemli. Anlamak elbette “hak vermek” değildir.
Konu kişilik özelliği olunca en önemli kaynak, insanı
anlama sanatı olan roman kabul edilebilir. Çünkü bir anlatıyı roman yapan temel
özellik, içinde yaşadığı koşullarıyla birlikte insanı ele alması değil midir?
Muhbir kişilik özelliklerini, herhalde en iyi bilenler
Murtaza’yı tanıyanlardır. Orhan Kemal’in unutulmaz roman kahramanı, Bekçi
Murtaza…
KURS GÖRMÜŞ ADAM
Murtaza ara sıra iş değiştirse de hep bekçiliktir ona
verilen görev. Mahallede, fabrikada gece bekçiliği…
Bekçi Murtaza, o kadar işgüzardır, verili durumu savunmaya
kendini o kadar adamıştır ki, amirlerini de patronlarını da geride bırakan bir
“görev bilinciyle” çalışır. En çok “görmüşüm kurs, almışım amirlerimden sıkı
terbiye.” diyerek övünür.
Emir almak, amirleri tarafından yönetilmek en sevdiği
yaşam biçimidir.
Hayatında değişiklik olmasını istemez, düşüncelerinin
doğruluğundan şüphe etmez. Öğrenmeye, sorgulamaya değil, ezberlediği doğruları
eksiksiz uygulamaya eğilimlidir.
Farklı düşünen insanların iyi niyetine inanmaz. Çıkar veya
düşmanlık amaçlı kabul eder onların söz ve hareketlerini. Onları bastırmak, yok
etmek gerektiğine inanır.
Zengin insanların o hayatı hak ettiğinden, yoksulluğun
yoksulların suçu olduğundan şüphe etmez. Ama kendi yoksulluğunu sorgulamak
aklına gelmez. Amirlerinden aferin almak en büyük mutluluk nedenidir.
Kişisel çıkarı, hatta kendi çocuğu söz konusu olduğunda
bile, ezberlediği doğruları eksiksiz uygular, bağlı olduğu amirlere -bazen
onlara rağmen- sadık kalır, düzen bekçiliği görevinden ödün vermez.
En önemlisi, üzerinde hiç durmasa da kendi başına bir
değeri olmadığının farkındadır. Aslında tam olarak farkında sayılmaz; bu
gerçeği kendine itiraf etmemek için böyle bir kişilik geliştirmiştir. Varlığını
daha büyük bir varlığa adayarak hayatına anlam katabilmektedir. Diğer insanlara
olduğu gibi kendine verdiği değer de bağlı olduğu otoriteye verdiği değerden
ibarettir.
Kendini, bağlı olduğu otoritenin bir temsilcisi olarak
gördüğü için, bağlılığı daha az olanlara emir verme hakkı olduğunu düşünür. Sıradan
insanlara, “görev bilincinden yoksun cahillere” emir vermek, temsilcisi olduğu
güçler aracılığıyla onları yönetmek, işinin en sevdiği yönüdür.
Otoritenin sadık temsilcisi olduğunu gösterme fırsatı bulduğu
oranda, duruşuyla, tavırlarıyla önemli bir insan imajı oluşturur.
MAĞRUR VE MAĞDUR
Orhan Kemal’in Murtaza romanındaki gibi açık şekilde değilse
de gündelik hayatın içinde ne kadar çok “Bekçi Murtaza” yaşıyor!
Aslında bu roman kahramanı, gerçek hayattaki herhangi bir
kişiye bire bir karşılık gelemeyecek kadar mizahi şekilde ele alınmış. Öyle
insanların bir tiplemesi değil de, daha çok, hemen her insanın içinde bir
miktar bulunan özelliklerin temsilcisi bir roman kahramanı olarak görmek,
galiba daha doğru.
Zaten romanın fonu, muhbir kişilik özelliklerini yaratan,
Bekçi Murtaza özelliklerini yaşatan toplumsal koşullardan oluşuyor. Gerçek
hayatta halkın büyük bir kısmının yaşadığı koşullar, Murtaza’nın kişiliğinde
somutlaşıyor.
Büyük romancı Orhan Kemal, Murtaza’yı sınıf düşmanı bir
işbirlikçi veya patron yardakçısı bir çıkarcı olarak ele almaz. Onu, zararlı ve
sorun kaynağı bir karakter olmasının yanı sıra, toplumsal yapının mağduru bir
kişi olarak da işler.
Murtaza’yı okumak, çevrenizdeki bekçi Murtazalardan çok,
onları yaratan toplumsal koşullara karşı isyan duygusuyla doldurur yüreğinizi.
Bir öfke kabarır içinizde! Yoksulların ve torpil
bulamayanların işine yaramayan sağlık sistemine, güven vermeyen sosyal güvenlik
anlayışına, işsizliğin işsiz insanların suçu gibi gösterilmesine, çalışanın
hakkını alamamasına, kul ve köle yetiştiren eğitim mantığına...
Çevrenizdeki muhbir kişiliklere hak vermenizi sağlamaz,
muhbirlik ruhunu anlamak. Onları, düşmanlık duymayacağınız kadar önemsiz
varlıklar olarak görürsünüz. Örgütlü toplum ve güvenli koşullar yaratmak gibi
bir konu varken ortada, gereksiz ayrıntılar üzerinde durmazsınız.
BirGün Gazetesi,
BirGün Pazar, 25.03.2012
Aidiyet kelimesine olumsuz anlam yüklemenin sebebini kesinlikle anlamadım.
YanıtlaSilBir çocuğa ebeveyni olarak rehberlik ederken onu bağımlı değil ama bağlı bir insan olması yönünde desteklemek ne kadar iyi bir ebeveyn olunduğunun da göstergesidir ayrica.
Bağımlı çocuklar geleceğin muhbirleri olabilir, doğrudur ancak aidiyet hisleriyle büyüyen bağlı çocuklar kimsenin himayesine ihtiyaç duymaz ve muhbir de olmazlar.
"İspiyonlamak bir gereksinimdir" doğru ancak özellikle "dine aidiyet hissinin benzeri bir gereksinim "olduğu tespiti; sherlock holmes mantığıyla, olay mahallini detaylı incelemeden, daha çok tecrübelere (yani; dar pencereden elde edilen geniş müktesebat) dayanarak vardığı yargı ve tüm delilleri bu yargıya uydurma çabasıdır. Bu, hayatının en büyük yanılgısı olmalı.