Babası gibi devrimcilerin kurduğu bu cumhuriyette, özgürlüğü ve emeğin hakkını savunduğu için...
Soyunmaya zorlanan üst aramalarıyla, işkencedeki arkadaşlarının dinletilen çığlıklarıyla...
İnsanlıktan, tarihten utanmıyorlardı. Cumhuriyet Hanım'ın üç çocuk emzirmiş memelerinden utanmıyorlardı.
Cumhuriyet Hanım, Yalova’nın Taşköprü Köyü’nde defnedildi. Günlerden pazardı, 12 Mayıs 2013.
Köylüler, omuzlarındaki
tabutta sadece bir naaş değil, büyük bir sembol taşıyorlardı. Belki bunun
farkında değillerdi. Belki onlar için, yıllardır pek görüşmedikleri, hastalığı
dolayısıyla evinden çıkamayan, zamanında kendilerine büyük iyilikler yapmış,
köye görgü ve eğitim getirmiş, herkesin yardımına koşmuş güzel bir komşudan
ibaretti, taşıdıkları.
ADI ÖNCEDEN BELLİYDİ
Cumhuriyet Hanım’ın
hikayesi, adına uygun şekilde, 19 Mayıs 1919’a kadar uzanıyordu.
Zorlu bir yolculuktan
sonra Samsun’a yanaşan Bandırma Vapuru’ndan inip Kurtuluş Savaşı’na doğru ilk
adımları atanlardan biri, Kemal Doğan Bey’di. Mustafa Kemal’in en güvendiği
silah arkadaşlarından biriydi o. Bingazi, Balkan Savaşı, Irak Cephesi gibi
engellerden geçerek Samsun’a geliyordu.
Artık Osmanlı’nın askeri değil, Kuvayi Milliye’ye bağlı bir bağımsızlık
savaşçısı olarak yoluna devam ediyordu. Amasya’da, Sivas’ta çeşitli örgütlenme
çalışmalarına katıldıktan sonra, tekrar cepheye gidecekti.
Aylarca, yıllarca ateş
altında yaşayacak, savaşacak, yaralanacak, iyileşecek, yeniden savaşacaktı.
Mütevazı kişiliğiyle birlikte kahramanlığı da büyüyecekti. 3 Eylül 1922
tarihli, TBMM Riyaseti Kalemi Mahsus Müdürlüğü tarafından gönderilen mektupla
da belgeleneceği gibi, kahramanlığı takdir edilecekti:
1. Ordu Topçu
Müfettişi Miralay Kemal Beyefendiye,
Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin büyük
zaferinden size verilen görevleri fevkalade bir surette ifaya muvaffakiyetinizi
ve bu uğurda cansiparane ve fedakarene gayret ve mesainizi cidden takdir ve
tebrik eder, 31 Ağustos 1922 muteber olmak üzere albaylığa terfi
ettirildiğinizi bildiririm.
Kesin ve son zaferi sağlayacak arkadaşların himmedatı
mütealiyesinin her zaman hükümetin nazarı takdirine arz olunacağını bu
vesileyle ilave eylerim efendim.
İmza:
Başkumandan Mustafa Kemal
“Ya bağımsızlık ya
ölüm!” diyerek yaşayanlardan olduğu için, Kemal Doğan bir aile kurmayı hep erteliyordu.
Geriye dul ve yetim bırakmaktan çekiniyordu.
Ancak savaş durulduktan
sonra, tam da 29 Ekim 1923 günü, cumhuriyet ilanını müjdeleyen top sesleri
arasında Mevhibe Hanım ile evleniyordu. 1925’te doğacak ilk çocuklarının ismi,
daha o günden belliydi: Cumhuriyet Reha.
Evet, 12 Mayıs 2013’te
Taşköprü’de defnedilecek olan Cumhuriyet Reha İsvan’ın hikayesi böyle
başlıyordu.
CUMHURİYET VE ZULÜM
Çağdaş bir insan olarak
yetişmekte olan Reha Hanım lise eğitimine İstanbul’da devam ediyordu. Yakın
arkadaşı olan Rahşan Hanım’la birlikte, zaman zaman Robert Koleji’ndeki iki
öğrenciyle buluşuyorlardı. Bülent (Ecevit) Bey ve Ahmet (İsvan) Bey’le.
Ahmet İsvan’ın
Amerika’da devam eden ziraat eğitiminden dolayı, Reha Hanım ve Ahmet Bey yıllar
süren ayrılıklar yaşasalar da, sonunda evlenip, Yalova’nın Taşköprü Köyü’ne
taşınıyorlardı. Ahmet İsvan’ın 2011’de yayımlanan “Köprüler, Gelip Geçmeye”
kitabında anlattığı gibi, bir çiftlik kurup, ülkedeki ilk damla sulama, bazı
budama yöntemleri, tavukçuluk gibi tarımda yenilikleri uyguluyorlardı.
Bir yandan köylülerle,
bir yandan da Ecevitlerle ve İsmet İnönü’yle ilişkileri sürüyordu. Ülke
sorunlarına hiçbir şekilde duyarsız kalamıyorlardı. Ahmet Bey, Ecevit’in “bu
düzen değişecek” çıkışını destekliyor ve bir mecburluk duygusuyla İstanbul
Belediye Başkanlığına aday oluyordu. Cumhuriyet Hanım, aynı mecburluk
duygusuyla onaylıyordu bu adaylığı. Ve dünyanın önemli şehirlerinden birine,
çok yüksek bir oyla başkan seçiliyordu Ahmet Bey. Kazanan aslında, o günlerde
dönüşmekte olan CHP’nin bozuk düzene isyan etmesiydi.
Ne var ki, yakalanan bu
fırsata ve alınan halk onayına rağmen, CHP, köklü değişimin gereğini yerine
getiremiyordu. Hükümete geldikten sonra ortaya çıkan uzlaşmacı tavrı İsvanlar
“alınan oylara ihanet” olarak yorumluyorlardı. Bu durum, İsvanların bazı
arkadaşlarıyla, bu arada Ecevitlerle yollarının ayrılmasına neden oluyordu.
Çiftlikteki
uygulamalardan siyasal mücadeleye kadar, Cumhuriyet Hanım ve Ahmet Bey, her
yolda birlikte yürüyorlardı. 12 Eylül’ü de öyle karşıladılar. Biri DİSK
davasından hapse girerken, diğeri Barış Derneği davasından yatıyordu.
Birbirlerinin yüzünü görmeseler de, mahkeme salonlarında ve koğuşlarda aynı
onurlu direniş anılarını bırakıyorlardı çok sevdikleri memleketlerine.
Zeynep Oral “Bir Ses”
kitabıyla, Reha İsvan’ın bu dönemde yaşadıkları kayıtlara geçecekti.
Reha Hanım’ın ömrünü
“Bir Cumhuriyet Hikayesi”ne dönüştüren en önemli etken, herhalde cumhuriyetin
yöneticilerinin, köşe başlarını kapmış fırsatçıların nitelikleriydi. Babası
gibi devrimcilerin kurduğu bu cumhuriyette, devletin yeni bekçileri tarafından
hapse atılıyordu. Halkın özgürlüğünü, emeğin hakkını savunduğu, Barış Derneği çalışmalarına
katıldığı için aylarca, yıllarca tutsak ediliyordu. Soyunmaya zorlanan üst
aramalarıyla, işkencedeki arkadaşlarının dinletilen çığlıklarıyla yıldırmaya
çalışıyorlardı onu. İnsanlıklarından, tarihten utanmıyorlardı. Cumhuriyet
Hanım’ın üç çocuk emzirmiş memelerinden utanmıyorlardı. Amerika’nın talimatıyla
Anadolu çocuklarını eziyorlar, bağımsızlık uğruna verilen şehitlerden
utanmıyorlardı.
RESİMDEKİ ANLAM
Ömrünün kalan kısmında
da işçilerden, kadınlardan, haksızlığa uğrayanlardan yana tavır alıyordu.
Yayımladığı “Ne Söylersen Bir Eksik” ve “Gün Olur Devran Döner” kitapları, onun
bu tavrının ürünleri olarak ortaya çıkıyordu.
Cumhuriyet Hanım’ın
hayatı fırtınalarla doluydu. Zarif biçimde gülümseyerek, dost sohbetlerinden
mutluluk duyarak, güzel türküler söyleyerek yaşanan bir hayattı bu. Ve
haksızlığa isyan ederek. Hiçbir koşulda, hiç kimsenin önünde niteliği
değişmeyen bir hayat!
İstanbul ve Yalova’da
yapılan törenlerden sonra, 12 Mayıs 2013’te, komşularının omuzları üstünde
mezara götürülürken, yanı başında yürüyen genç kızın taşıdığı fotoğraftaki
Cumhuriyet Hanım’ın yüz ifadesinden, işte bu hayatın izleri yansıyordu. Umutlu
gözlerinden incelik ve direnç yayıyordu etrafa. Adeta, cumhuriyetin kuruluş
değerlerinin ancak ve ancak muhalif bir tavırla korunabileceğini anlatıyordu.
Sanki son görevini yerine getirir gibi, bunun sadece, hem önceki on yılların
hem de 2013’ün iktidarına karşı durarak mümkün olabileceğini hatırlatıyordu.
İçten bir sevgiyle ve hiç korkmadan gülümsüyordu.
soL Gazetesi, 18.05.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder