Edebiyat Mutluluktur- Selma Sayar - Sevdalım Hayat
Edebiyat Mutluluktur- Selma Sayar

Edebiyat Mutluluktur- Selma Sayar

Paylaş

 Edebiyat Mutluluktur

Zülfü Livaneli, Vatan gazetesindeki köşesinde çok zevk aldığı, hayatını adadığı edebiyat konusunda görüşlerini paylaşmak ve özellikle 'yüreğini kanatlandıran sözlere sevdalanmış yazar adaylarına' faydalı olmak için 'Edebiyat Notları'  yazmaya başlamıştı. Don Kişot'tan Karacaoğlan'a, Tolstoy'dan Yaşar Kemal'e, Güneş Dil Teorisi'nden Nazım Hikmet'e kadar pek çok kişiye ve konuya değinen bu yazılar, kısa sürede büyük ilgi gördü, sadık bir okur kitlesi oluşturdu. 'Edebiyat Mutluluktur'da, bu yazılarından ince elenip, sık dokunarak seçilmiş yazıları ve Livaneli'nin 'Benim Gözümden Yaşar Kemal' ve 'Edebiyat Üzerine' başlıklı iki konuşması var. “Evrensel müzisyen kimliği bir yana, sanat hayatına edebiyatçı olarak başlamış, öykü ve romanlarıyla bütün dünyada kendine okur bulmuş bir usta kalemden ufuk açıcı denemeler" diye bitiyor kitabın arka sayfasındaki tanıtım yazısı.

'Mutluluk' çok göreceli bir sözcüktür, dolayısıyla tanımı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kimisi maddiyatını, kimisi de maneviyatını zenginleştirdiğinde mutluluk duyabilir.

Bu satırların amatör yazarı, Livaneli gibi evrensel bir sanatçıyla aynı gök kubbe altında olmaktan dolayı mutlu saymaktadır kendisini. Bugüne kadar yazarın basılmış eserlerini, çekilmiş filmlerini ve gazetelerde çıkmış yazılarını büyük bir keyifle takip etmektedir. Çünkü şunu biliyor ki, bu entelektüel yazardan öğreneceği çok şey var daha.

Kitaptan konu seçip yorum yapmak öyle zor ki! Hepsi birbirinden önemli ve gerekli; ama benim gibi yazma yolculuğunda amatör olanlar için yararlı olabilecek birkaç yazısından örnekler vermek istiyorum.

Livaneli kitabın giriş kısmında iki farklı edebiyattan söz eder. Biri sadece yazanın anlayabildiği ağdalı, tumturaklı yüksek edebiyat diye tabir edilir ki, bunların okuru da kendileri gibi sığ bir dünya görüşüne sahiptir aslında. Diğeri ise, konusu olan, yalın anlatımlı, geniş bir okur kitlesine seslenendir. Yazarın benimsediği ikincisidir.

Kitapta, ne okumalı? Sorusuna verdiği yanıtın, okuma sevdalıları için iyi bir kılavuz olduğunu düşünüyorum. 2007 yılında Amerika'nın en büyük kitap zinciri olan Barnes and Noble, Livaneli ile bir söyleşi yapmış. Söyleşide, yazma serüveninde ilham veren yazar ve eserlerin kimler ve neler olduğu sorulmuş. Ernest Hemingway'ın İhtiyar Adam ve Deniz adlı eserinden başlayıp, William Faulkner'a, Dostoyevski'den Binbir Gece Masallarına, Mevlana'nın Mesnevi'sinden Lev Tolstoy'a, Gustave Flaubert'ten Yaşar Kemal'e değin, uzun bir liste sıralamış.

Livaneli denemelerinden birinde, 'nasıl yazmalı?' sorunsalına da kafa yormuş. Çünkü yüzyıllardır yazarları, üslup kadar uğraştıran, başka bir sorunun olmadığını düşünüyor. Hikaye, kahramanlar, betimlemeler hazır olsa bile, nasıl yazmalı? Hangi üslubu benimsemeli? Biçim ne olmalı? Bu tarz soruları yanıtladığı kısımlarda açıkça anlaşılıyor ki, laf ebeliği yapmayı tamamen gereksiz buluyor. Edebiyat, insan ruhunun derinliklerine ulaşabiliyorsa eğer, gevezelikler ve süslemeler olmadan işin hakkı verilmiş demektir.

Birçok denemede önemle üzerinde durduğu bir konu daha var: 'Halk'. Müzikten sinemaya, eğitimden sağlığa yapılan bütün olumsuz işlerin 'Halk böyle istiyor!' biçimindeki alışılagelmiş basit söyleme dayandırılmasına karşı çıkıyor. Oysa Pir Sultanları da, Karacaoğlanları da bağrından çıkaran bu halk. "Ben halka güvenirim. Halk neylerse güzel eyler! derim. Halkın iyiyi, doğruyu ve güzeli anlayacağına inanırım." diyerek, halka olan güvenini ifade ediyor.

Kıskançlık da kitapta kendine yer bulan temalardan. Kıskançlık kadar kıskananlar ve birbirine düşmanlık besleyenler konusu hayli ilginç. Birkaç örnek: Nobel Ödülü'nün Camilo J. Cela'ya verilmesi üzerine, yıllardır Nobel bekleyen başka bir İspanyol yazar, üzüntüsünden ölüvermiş. Dostoyevski de iflah olmaz nefret ve düşmanlıkla dolu biriydi. Onun kendine bulduğu en büyük düşmanlar ise Tolstoy ve Turgenyev'di.

Bir diğer enteresan konu da kendini yok edenler. Yazarlar, şairler, filozoflar, ressamlar, müzisyenler normal insanlara göre çok daha duyarlılar, hayatın acılarını ve sevinçlerini herkesten daha derinden hissederler. Dolayısıyla normal insanlardan daha fazla depresyona giriyorlar ve sık sık ruhi sarsıntılar geçiriyorlar. Bu sanatçıların başında Vladimir Mayakovski ve Attila Jozsef gelir. Bunlar büyük umutlar besledikleri rejimlerin başındaki politikacıların yanlış tutumlarını görerek intihar etmiştir. Ukraynalı romancı ve hikayeci Gogol, ruhi ve akli sorunlarla boğuşarak, İngiliz romancı Virginia Woolf, hayata dayanamayıp evinin yakınındaki nehirde boğularak, Amerikalı şair Sylvia Plath ise evindeki gaz fırınında zehirlenerek ölmüş. Sylvia Plath üstüne tez yazan şair Nilgün Marmara'da, 29 yaşında iken, olaylardan etkilenerek intihar etmiş! Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Kitapta bir bölüm Nazım Hikmet'e ayrılmış. Onun bilinen-bilinmeyen pek çok yönü, bir kez daha masaya yatırılmış; hayranlıkla, ilgiyle okunuyor. Neler yapmamış, neler katmamış ki bu hayata. Okuduktan sonra, böyle büyük bir ismin, bu topraklarda doğmuş ve yaşamış olmasından dolayı bir kez daha gurur duyuyor insan.

Kitabın bütününe hâkim olan bir görüş var ki, katılmamak elde değil: Okuyarak kalem oynatma becerisi kazananların, yaşamın her alanına karşı sorumluluk duyanların ve yazma heyecanı taşıyanların, çaba harcayarak, yazmada başarılı olabileceğini, 'yazdım oldu' anlayışıyla, sırf yazmış olmak için bir şeylerin yazılamayacağı önemle vurguluyor.

Selma Sayar

Çizim:Ot Dergi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder