Darbeler Döneminin Sonu - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Darbeler Döneminin Sonu - Zafer Köse

Darbeler Döneminin Sonu - Zafer Köse

Paylaş

Tepeden inmecilik:
   16 yıldır hukuk, eğitim, asker, polis, medya her türlü gücü elinde bulunduranların, istedikleri rejimi kuramayışıdır. Dindar nesil yetiştirmeye çalışırken öğrencilerin dinden uzaklaşmasına neden olmaktır. Kadınları eve kapatamamak, gençleri itaate zorlayamamak…


İLK DARBE, 27 NİSAN

Bilindiği gibi, ilk askeri darbenin tarihi, 27 Mayıs 1960. Türkiye demokrasi tarihindeki ilk darbe ise o askeri darbeden bir ay önce, 27 Nisan 1960’da yapıldı. Bu bir sivil darbeydi.

Meclis’te 18 Nisan 1960 günü alınan bir kararla “Tahkikat Encümeni” kurulmuştu. Demokrat Parti’nin bu uygulaması, aslında onu iktidara getiren çok partili sistemin yapısına uygun olmadığı gibi, Anayasa’ya da Meclis iç tüzüğüne de aykırıydı. Çünkü kurulan Tahkikat Encümeni’ne demokratik kurumların, hukuk sisteminin, parlamenter unsurların üzerinde bir yetki veriliyordu. Böylece düzeni-iktidarı korumak için gazeteler kapatılabilecek, muhalifler susturulabilecek, tüm devlet gücü bir dünya görüşünün hizmetine girecekti. Üstelik çalışmalarına başlayan bu kurul, on gün bile geçmeden daha büyük yetkiler talep etti. Ve darbe niteliğinde kararlarla, 27 Nisan 1960 günü, Tahkikat Encümeni’nin yetkileri artırıldı. Bu komisyon üyeleri savcılara ve hâkimlere tanınmış olan tüm yetkilere sahip olacaklardı. Üstelik aldıkları kararlara hukuk veya herhangi bir yolla itiraz edilemeyecekti.

DP’nin bu darbesi, toplumun aydınlık kesiminde elbette bir isyan duygusuna neden oldu. Protestoları silahla bastıran devlet güçleri, İstanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz’i öldürdü. Birçok profesör yerlerde sürüklendi, çeşitli şehirlerde göstericilere şiddet uygulandı. Ve halkın çoğunluğunun bunlardan hiç haberi olmadı. Tahkikat Encümeni görev başındaydı, haberler denetleniyordu.

DARBELERE KARŞI OLMAK
Demokrasiye müdahaleye karşı mısınız? Kitle iletişimini kontrol altına alarak halkın manipüle edilmesine, çoğunluk diktatörlüğünün yerleşmesine, iktidarın denetlenemez ve kontrol edilemez duruma gelmesine… Hukukun, seçilmiş yöneticilerin, odaların, belediyelerin, demokratik kurumların işlevsizleştirilmesine karşı mısınız? E, askeri veya sivil yolla yapılması, böyle bir müdahalenin niteliğini değiştirir mi?

Darbeye yöntem olarak karşı çıkmak ama 27 Mayıs darbesinin amacının iyi olduğu düşünmek… Onlarca yıldır kapanmayan bir tartışma bu. Başka birçok meseleyle ilişkili ve böylesine karmaşık konularda ancak kavramları tanımlayarak, sözleri sadeleştirerek düşünceler netleşebilir.

Öncelikle, “demokratik işleyişi ve parlamenter sistemi korumak amacıyla” veya “karşı devrime, dincileşmeye, diktatörlüğe yol açan politikaları önlemek amacıyla” yapıldığını kabul edince bile 27 Mayıs darbesine karşı olmak, ne anlama GELMİYOR?

Çoğunluk istiyorsa diktatörlük kabul edilebilir, anlamına gelmiyor. Dincileşmeyi onaylamak anlamına gelmiyor. “Aman tatsızlık çıkmasın, şiddet yaşanmasın” diyerek uğruna savaşılacak değerleri inkar etmek anlamına gelmiyor.

Darbeye karşı olmak, sivil-demokratik bir yapıyı savunmak anlamına geliyor. Başta laiklik, örgütlenme bilinci ve insan hakları olmak üzere, demokratik değerleri savunmadan darbelere karşı olduğunu söylemek, ancak sahtekarlıkla açıklanabilir. Demokrasi gibi bir derdi yoksa insanın, demokrasiye karşı darbe yapılmasını niye dert etsin? Farklı bir yönetim anlayışına ulaşmanın aracı olarak demokrasiyi kullanmıyorsa yani?

Açıktır ki, demokrasiyi savunmak, darbeye karşı olmanın mutlak bir şartı. Bir başka şart ise, demokrasinin demokrasi dışı yöntemlerle korunamayacağının farkında olmak. Bu, her şeyden önce, “Demokrasiyi korumanın tek yolu, demokrasiyi uygulamaktır.” bilincini gerektiriyor.

BİR DARBEDEN BİR DARBEYE

Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak amacıyla, aymazca, herhangi bir darbeyi savunmanın yanlışlığı, zaten tarihsel olarak da kanıtlandı. 27 Mayıs Darbesi sonrasında değiştirilen anayasanın bu kez de fazla özgürlükçü bulunması ve bağımsızlık-özgürlük talepleriyle gelişen muhalif hareketlerin önlenememesi 12 Mart darbesine neden oldu. Onun yeterince bastıramadığı halk muhalefetini yok etmek için 12 Eylül darbesi yapıldı.

Bavul Dergi’nin Mayıs 2018 sayısında da konuya değinen Emre Kongar’ın çeşitli vesilelerle verdiği bilgilerden anlaşılacağı gibi, 90’lı ve 2000’li yıllarda, doğrudan yönetime el koyma biçiminde olmasa da çeşitli darbeler gerçekleşti. Kongar, uluslararası konjonktürü de dikkate alıp AKP’nin bir Ilımlı İslam Partisi olarak iktidara yerleşmesini, bu darbeler tarihiyle ilişkili biçimde açıklıyor.

Bilindiği gibi, son askeri darbe girişimi 15 Temmuz 2016 günü yaşandı. FETÖ yandaşlarının bu başarısız kalkışmasıyla birlikte, öyle görünüyor ki, memleketimizde askeri darbe olasılığı ortadan kalktı. 60 yıllık bir beladan kurtulduk!

Peki, ilk örneği de oluşturan “sivil darbe” belasından kurtulduk mu? Henüz değil…

FETÖ kalkışması üzerine, devam eden darbe tehlikesi ve bu terör örgütüyle mücadele gereğinden dolayı, hükümet, OHAL ilan etti. Yani normal hukuk anlayışının dışında, olağanüstü yetki kullanmaya başladı.

Ne var ki, elde edilen bu yetkiler, birçok kez, konuyla ilgili olmayan alanlarda, konuyla ilgili olmayan kişi ve kurumlara karşı da kullanıldı, kullanılıyor. Haklarında darbeyle ilgili bir iddia, FETÖ bağlantısıyla ilgili bir şüphe bile bulunmayan çok sayıda insan işinden, görevinden uzaklaştırıldı, dernekler, kültür evleri kapatıldı… Açıkça anlaşılıyor ki, AKP bir yandan FETÖ ile mücadele ederken, diğer yandan da hukuk sistemini baypas eden politikalarla, FETÖ dışındaki muhaliflerini bastırmaya çalışıyor. Aslında, 27 Nisan 1960 günü Tahkikat Encümeni üyelerine savcıların ve hâkimlerin yetkilerinin verilmesine benzer bir yolda ilerliyor.

Bu sivil darbe sürecinin en önemli adımı, 24 Haziran seçimleri.

TEPEDEN İNMECİLİK
Yaşadığımız bu darbe sürecinin 27 Nisan 1960 darbe girişiminden önemli bir farkı var. Bu seferkinin karşısında bir asker gücü yok. Polis veya herhangi silahlı bir güç de yok. Hatta devletin herhangi bir kurumu yok karşılarında. Örneğin Milli Eğitim, artık kavgalı oldukları FETÖ sayesinde en az 40 yıldır onların hizmetindeydi. Hukuk sistemi, mühendis odaları, Sayıştay, medya, diğer kurumlar… 16 yıldır adım adım kendilerine bağlanıyor, artık neredeyse tamamen kontrollerinde. Yani karşılarında sadece halk var.

Bu durum kadar, hatta bundan da çok hükümetin işine yarayan bir olgu ise, memleketin “liberal aydınları”. Medyada ve genel kültür atmosferinde fazlasıyla belirleyici olan bu “aydınlar” sayesinde, insanlarda çeşitli kanaatler oluştu. Örneğin, Cumhuriyet’in “tepeden inmeci” bir hareket olduğu görüşü, çok yaygın biçimde ezberlenmiş durumda.

Sanki bin yıllık bir Batı’ya yürüyüş tarihi değil, bu toplumun geçmişi. Sanki Osmanlı’nın son dönemlerindeki Batılılaşma adımlarının bir devamı değil, Cumhuriyet devrimleri. Sanki Cumhuriyet’i kuranlar insanların zorla başını açtılar, istemedikleri halde onları Batılı gibi yaşattılar. 70’lerin-80’lerin geleneksel örtülü anneleri, sanki çocuklarını 23 Nisanlara veya 19 Mayıslara götürürken, çağdaş insan yetiştirme gururunu yaşamıyordu.

“Tepeden inmecilik” doğal bir sonuç olarak, istenen durumun gerçekleşmemesiyle karşılaşır. 16 yıldır ve daha uzu süredir hukuk, eğitim, asker, polis, medya her türlü gücü elinde bulunduranların, istedikleri rejimi kuramayışıdır, tepeden inmecilik. Dindar nesil yetiştirmeye çalışırken öğrencilerin dinden uzaklaşmasına neden olmaktır. Ellerinden gelse kesinlikle yapacakları birçok şeyi yapamamak; kadınları eve kapatamamak, gençleri itaate zorlayamamak, astronomik zamlara rağmen evde üretilen rakılarla da olsa içki içilmesine engel olamamak… Onca düşmanlığa ve nefret üretimine rağmen Kürtlerle Türklerin birbirine saldırmadan apartmanlarda yaşaması, farklı biçimlerde giyinen insanların sorunsuz biçimde aynı fabrikalarda çalışması… Bütün bunlar, “tepeden inmeci AKP zihniyeti”nin başaramayacağının göstergeleri.

Aslında bu sivil darbe sürecinin en önemli günlerinden biri olan 24 Haziran’da, kimlerin “tepeden inmeci” olduğu da ortaya çıkacak.

Elbette emek sömürüsü devam edecek. Kürt sorunu, yalancı habercilik, çıkarcılık… hepsi devam edecek. Ama bu gidişi önlersek, memleketimizdeki darbeler dönemi sona erecek. Yalan ve zor kullanarak ülkeyi yönetme hayalleri suya düşecek. Ve biz, ondan sonra da mücadeleye devam edeceğiz. Belki de asıl mücadelemiz ondan sonra başlayacak.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder