Şekilciliğe karşı olduğu için alyans kullanmadığını söyleyen bir kişi… Eşine bağlı kalmak konusunda bir itirazda bulunmuyor. Ama bunu sosyal ortamlarda bir işaretle göstermeyi biçimcilik olarak yorumluyor.
Biraz sıkıştırınca, böyle bir işaret kullananların işin görüntüsüyle uğraştıklarını ima ediyor. Kendisinin ise meselenin özüyle ilgili olduğunu anlatıyor. İmaja gerek yok, diyor.
Kimden mi söz ediyorum? İçimizdekinden.
***
“Öz-biçim” daha çok sanat alanıyla ilgili bir mesele gibi düşünülüyor. Farklı poetik yaklaşımlar vesilesiyle yıllardır tartışılmakta. Hatta yüzyıllardır.
Hiçbir sanatçı, bir olayı, bir gerçeği, bir durumu hayattakinin bire bir karşılığı olarak yansıtmaz. Onları yeniden yaratır. Eleyerek, seçerek, değiştirerek...
Yaratmak, sanatçının
söyleyeceği söze, anlatacağı hikayeye, üreteceği anlama bir biçim vermesiyle
gerçekleşebilir. Dolayısıyla, biçimci anlayışa karşı olanlar da sanatın bir
biçim üretimi olduğuna karşı çıkmazlar. Sorun, biçimin öz’ü yansıtma kaygısını
aşarak kendi başına bir amaca dönüşmesidir.
Edebiyatçı, elbette dil
ile uğraşacaktır. Ressam, renklerle ve çizgilerle; müzisyen de seslerle,
sessizlikle... Aslında hepsi, bir anlamda öz’e biçim vermekle uğraşacaktır.
Ama bir edebiyatçının
derdi güzel bir dil yaratmaktan ibaret olamaz. Bir sanatçı, yaptığı işi sadece güzel
bir biçim ortaya çıkarmak diye açıklayabilir mi?
Durup dururken “nasıl”
anlatacağınızı düşünemezsiniz ki? Bu ancak “ne” anlatacağınız ile bağlantılı
bir konu olabilir. Söyleyecek bir sözünüz olmalı ki, ona en uygun biçimi nasıl
yaratacağınızı düşünebilesiniz.
***
Gündelik hayatta bu
konu en çok imaj kavramıyla bağlantılı olarak ele alınıyor. Televizyonlarda ve
çeşitli ortamlardaki sohbetlerde, sıkça imaj konusuna eleştirel yaklaşılıyor.
Ne var ki bu, çoğu zaman üzerinde pek durulmadan yapılıyor.
İmaj, bir nesnenin veya
varlığın sizde bıraktığı izlenim; zihninizde oluşan görüntü değil mi? Bu
durumda imaja kaşı olmanın anlamı nedir? 'Görünüş'e niye karşı olacaksınız? Elbette
her kişinin, her nesnenin, her olayın bir imajı olacaktır.
'İmaj'a karşı eleştirel
sözler edenlerin de asıl itirazı, bu kavramın tanımına aykırı bir şekilde
kullanılması. Yani bir varlığın veya olgunun gerçekliğiyle uyuşmayan,
kandırmacaya neden olan bir görüntü yaratılması.
E, haksız da değiller.
Altı ayda bir “imaj”ı değişen bir pop sanatçısı, ne kadar gerçek bir varlığın
görüntüsü kabul edilebilir? Satılan bir ürün olmanın ötesinde, öz’ü olan bir kişi
olarak nasıl görülebilir?
***
Peki, evli olduğunun
işareti olan yüzük takmayı reddeden adamın, bunu “imaja gerek yok” diye
savunması ne kadar tutarlı? Yüzük takınca gerçekte olduğundan farklı bir
görüntü mü yaratmış oluyor?
Peki, yüzük takmayınca
nasıl bir imaj yaratmış oluyor?
Aslına bakarsanız,
evlilik zaten biçimselliğe öncelik veren bir kurum:
Bir kadın ve bir erkek,
sürekli görüşmek, daha fazla birlikte olmak, daha da özel zamanlar paylaşmak
için uğraşırlar. Ayrıca, sevdiği kişinin başka erkeklerle veya başka kadınlarla
duygusal anlamda ilgilenmemesini beklerler. Kendisinin de böyle bir şey
yapmayacağını ilan ederler. Hayatı çeşitli yönleriyle paylaşmaya, böyle
yaşamaya karar verirler.
Çoğu durumda, bunun
için ailelerin onayına ve daha önemlisi, toplumsal bir düzenlemeye gerek
görülür. Kararlarının onaylaması için gereken biçimsel uygulamaları yerine
getirirler, imzalar atarlar.
Sonra da ben
şekilciliğe karşıyım, yüzük takmayı anlamlı bulmuyorum, diye konuşurlar. İşte
buna, “imaj yapmak” denir.
Sorunun çözümü için Nietzsche’nin
sözünü dikkate almakta fayda olabilir: “Kaderini seç.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder