Kış Masalı - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Kış Masalı - Ender Macun

Kış Masalı - Ender Macun

Paylaş

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; 

Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Yahya Kemal Beyatlı

Diyor ki; ‘Ben küçükken, bizim oralarda, Fatsa’da, sık sık elektrik kesilirdi. Seksenli yıllar…Hele kış aylarında, akşamüzerleri daha çok kesilirdi. Ben severdim elektriklerin kesilmesini.  Işık yokken evde, annem şarkı söylerdi, babam da bitmek tükenmek bilmez çocukluk anılarını anlatırdı.’  Kısa süreliğine ara verdik işimize. Oldukça önemli bir işle uğraşıyoruz. Hemen yandaki küçük bir kahvede soluklanıyoruz bazen… Ara sıra dalıp gidiyor, sakince anlatmaya devam ediyor; ‘Kar yağınca arkadaşlarla dışarıya çıkar naylonlarla kayardık dik yokuştan. Sonra yorulur, sırılsıklam, tir tir eve dönerdik. Pencerenin önüne kurulur, sokaktan geçen insanları seyrederdik.’ Kısa molamız sona eriyor. İşimizin başına geçmek için ayaklanıyoruz. Hâlâ anlatacak bir şeyler var oysa.

Zeynep’in o kahvede anlattıklarından sonra bir kış yazısı yazmaya karar verdim. İyi de ettim. Kış yazısı bu, öyle kolay kolay bulunmuyor. Ortalığı çeşitlendirmekte de fayda var. Bir de şu var tabi, anlattıkları çoğumuz için bildik şeyler olsa da, nedense ilk kez duyuyormuşçasına dinledim. Bazı şeyleri sanki ilk kez duyuyormuşçasına dinlemek önemlidir. Çünkü gerçekten de başka başka insanlar tarafından anlatılan aynı şeyler aslında farklı birer hikâyeye dönüşebilir. Öyledir. Hem, önümüz kış nasıl olsa. ‘Önümüz kış, soğuklar kapıda’ derdi anneannem. Biz de kardeşimle kafamızı öne eğip önümüzde olduğunu düşündüğümüz o hayali, bembeyaz ve soğuk kışa bakardık. Arardık ve yine arardık da bir türlü bulamazdık. O da kahkahalarla gülerdi. Madem ki önümüz kış… Hazırlık yapmak gerek.

Kış düşüncesi bana her zaman bir müzikle gelir. Garip. Hep öyle olmuştur. Bizzat kendisi de aniden müzikle çıkıp gelir. Öyle Stravinsky’nin, Paganini’nin ya da ne bileyim, Thom York’un mesela, muhteşem ezgileriyle değil ama. Müzik önce bildik hiçbir sesi yanına almadan, sessizlikle gelir. Tam da öyledir. Kapanmış, ütü yaparken mesela, sorumluluk bilinciyle, üç beş bulaşık yıkarken, sokak kapısını  açıp da ilk ayazı şöyle tam da yüzümde hissettiğimde…. İlk önce sessizliğin, boşluğun içinde açan birkaç gelişigüzel nota, sonra da bir ıslık ya da mırıldanmayla, yavaşça akan melodi… Bu esrarengiz müziği duymaya başladığımda kış da kapıdadır. Öyledir. O müzik beni ve içimi yalar geçer, sonra herkesi peşine takar. Kış benim memleketimde, devamlı akan, aksak bir müzikle birlikte yalnızlığın ustaca ete kemiğe bürünmüş halidir. Soğuğa maruz kalan bazı şeylerin hani büzüşmesi misali, insanlar da kışın müziğini duyduğunda, kendi içine büzülür, büzülür de sonunda yarım yamalak  içbükey birer aynaya dönüşür. Ya da ben öyle olduğunu varsayarım. Böyle varsaymak en azından bana iyi gelir. Bu müziği başka duyan var mı diye sormam hiç. O müziğin bilgisini kışın bir armağanı olarak saklamayı tercih ederim.

Duvarda asılı, uzak diyarlardaki kışı anlatan bir Brueghel replikasından çıkıp sokakları dolduran insanlar şaşkın şaşkın dolanır dururlar. Hiçbiri buralara ait değil gibidir. Ben bile. Ya da ben böyle hissederim. Kışın bitmesini ve o tablodaki yerlerine geri dönmeyi sabırsızlıkla karışık kederle beklerler. Beklerim. Umutsuzca hep bunu bekler dururum. Demem o ki, yıllardır, yüzyıllardır kışa alışamamışızdır biz. Kış bize hep yabancı bir peynir ya da çikolata markası gibi gelmiştir. Balkanlardan, Karadeniz’den, yukarılardan şiddetle gelir… Otobüs bekleyenler, marketten çıkıp aceleyle evlerine yollananlar, servis bekleyen çocuklar, simitçiler, tamirhane  önünde tamirhanenin açılmasını bekleyen kaportacı çırakları, tezgah açmaya çalışan bir satıcı ve ıslak köpekler…Herkes ve ben de, o Brueghel tablosundan çıkmış olduğumuzun farkında gibiyizdir aslında. O garip müzik gibi, bunu da tanımlamakta zorlanırız.

‘Bu yıl sert geçecekmiş kış’ derdi anneannem. Her kış öncesi yinelerdi bunu. Biz de nereden geldiğini bilmediğimiz bu bilgiyi aklımızın bir ucuna iliştirir konuya komşuya, eşe dosta  biraz da ballandıra ballandıra anlatır dururduk. Dilden dile yayılan kışın sert geçeceği ‘fragmanı’ mahallede, şehirde, ülkede hiçbir infiale neden olmazdı oysa. Buna da hiç alınmazdık. Kış geçer gider, bu sefer, gelecek kışın daha da sert geçeceği fragmanını beklemeye koyulurduk. Anneannem  ilk kar düşene   kadar tek kelime etmezdi ama bu konuda. Sonra da söyleyeceğini söyler, en güzel masallarını  tekrar tekrar anlatmaya başlardı. İlk önce masallar başlar soğuk ondan sonra, bir türlü tam kapanmayan pencereden akın ederdi evimize.

Babam çok güzel ıslık çalardı. Bir türlü tam olarak melodiyi çıkaramazdı ama hepimizden güzel çalardı. Anneannemin, gözlerini kocaman aça aça anlattığı kış masallarını dinlerken bir yandan da yan odadan babamın ıslığını işitirdik.  Dışarıda kar başlardı. Hepimiz küçücük bir odada yorganlarımıza sımsıkı sarılıp uykuya dalardık. O Brueghel tablosunun  içindeki insanlar biz uyurken tablodan çıkıp mahalleye, şehre , ülkeye yayılırlardı.  Koca bir kışı bizim memlekette geçirip bahar aylarının ilk çiçekleriyle birlikte tablodaki yerlerine geri dönerlerdi. Kış boyunca o resmin  içinde bir tek insan figürü olmazdı. Ya da orada, o resmin taa içinde o kış insanlarını göremeyeceğimizden korkup bakmazdık. Biz bakmayınca insanlar da orada olmazdı.

Kış aniden bitip de hayat normal seyrine döndüğünde müzik de bitiyor. Hep böyle oluyor. Bu doğa olayı, tül gibi her yeri kaplayan beyazlık, soğuk, yağmur, çamur, telaş, içe hapsolma, uyku hali geçiyor. Bir sonraki kışın nasıl geçeceği muallak. Baba ıslığı, anneanne masalı birleşip tuhaf bir algıya kapı aralıyor. Kış bende hep masum bir durgunlukla, sonra tarifsiz bir müzikle başlıyor.



Ender Macun




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder