Sevgili Kardeşim,
Çalışkan bir öğrenci gibi görünmek için ne güzel yollar bulmuşsun!
Geliştirdiğin yöntemlerle öğretmenlerini nasıl yanılttığını öğrendikçe, mecburen
biraz kaşlarımı çattım, ama inan ki içimden hep gülümsedim.
Hele Din Bilgisi dersinde... Demek, duaların sadece ilk yarılarını
ezberledin, öyle mi? Öğretmen sınava kaldırınca, kendinden emin ve hızlı
şekilde okumaya başlıyorsun; sonuna kadar ezberlediğine inanan öğretmen, bir
başka duanın ismini söylüyor. Sen de aynı hızla sonrakine geçiyorsun. Böylece,
duaların yarısını ezberleyip puanın tamamını alıyorsun.
Peki, doğru mu bu yaptığın? E… Şimdilik “güzel” diyelim.
Tembellikle iç içe geçen yaratıcılıkların bana hep şirin görünüyor.
Örneğin, telefon mesajı yazarken veya internette canlı sohbet yaparken
sözcükleri kısaltman, yeni sözcükler uydurman... Güzel. Ama konuşma biçiminde,
kağıt veya elektronik mektuplarda da böyle şeyler yapman, doğrusu pek hoş
olmuyor.
Tamam, hemen kesiyorum; eleştirilmeyi sevmediğini biliyorum. Konu biraz
uzayınca da sıkılırsın, değil mi? Filmleri de sahneleri çok çabuk değişecek
şekilde çekiyorlar artık sen sıkılmayasın diye. Reklamlar, internet siteleri,
her şey senin hızı sevmen dikkate alınarak hazırlanıyor.
Yoksa öyle ürünler mi neden oluyor hızı sevmene?
Neyse, şimdi derin konulara girmeyelim. Sesini duyar gibiyim: “Edebiyat
yapma”.
Biliyor musun, hayatın hızı değişse de, bazı davranış özellikleri kaybolup
yerine birçok yeni alışkanlık gelse de, “edebiyat yapma” sözünün yaygın biçimde
kullanılması pek değişmiyor bu memlekette. Edebiyatın hayatta pek gerekli
olmadığı, okulda zorunlu olarak görülen bir ders ve sonraki yıllarda hep
“zamanım yok” mazeretiyle geçiştirilen bir “boş zaman uğraşı” olduğu düşüncesi,
kuşaklar boyunca aynı kalıyor.
Düşünüyorum da, belki okullarda edebiyat dersi olmasaydı, yani o dersler
böyle olmasaydı, herhalde edebiyatı daha çok severdin.
Aslında eğitim sisteminin böylesine başarısız olması çok da büyütülecek bir
sorun değil. Bir açıdan bakınca, bu durum umut verici olarak görülebilir.
Onların istediği gibi olmuyorsun sonuçta.
Okuldaki sorunları halletmenin, sınıf geçmenin bir yolunu nasılsa
bulursun. Çevrende çok kitap okumuş ve kültürlü bir kişi olarak tanınmanın
kolay yolunu da ben sana göstereyim mi?
“Yüz Yılın 100 Türk Romanı” var ya, Fethi Naci’nin kitabı, al onu oku. Epeyce
kalın ama ne yapalım, onlarca kitap okumuş gibi hava atmak için biraz
katlanacaksın. 100 roman hakkındaki yazıları okudukça, birçok yazarı ve kitabı tanıyacaksın.
Çünkü Fethi Naci, ele aldığı romanları hem özetliyor, hem dilini ve anlatım
biçimini tanıtıyor hem de geniş açılardan bakarak yorumluyor.
Böylece, hayatın boyunca onlarca kez boynunu büküp “aslında okumayı çok
severim ama hiç zamanım yok” demek zorunda kalmayacaksın. Üstelik kitabın
başındaki uzun önsöz sayesinde, Türk roman tarihi ve genel olarak edebiyat
üzerine söyleyecek sözlerin de olacak.
Ha, bu arada Fethi Naci’nin eleştirdiği o kitapları da okuma isteği
duyarsan, önsözdeki konular ilgini çekerse, okumanın mutluluğunu hissedersen…
Genç dostum, biz buralardayız, Sevdalım Hayat’ta bir okuma atölyesi
kuruyoruz. Birlikte kitaplar okuyacağız. Bazıları için iki, bazıları için üç
hafta süre belirleyip, aynı günlerde okuyacağımız kitaplar üzerine birlikte
düşünmeye çalışacağız.
İstersen Atölye sayfamıza bir bak, okuma listemizi gör. Belki katılmak
istersin. Ne güzel olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder