İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - Zafer Köse

İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - Zafer Köse

Paylaş
Dikkat çeken şefkatli davranışların ve alçak gönüllü tavırların üstündeki örtüyü kaldıran bir roman, Huzursuzluk; ‘hayat körlüğü’ne karşı bir direniş.



Bazen, şefkatli tavırların ne kadar çok sergilendiği dikkatinizi çekmez mi? Apartman bahçesinde oynayan komşu çocuğa, kaldırımda yürüyen bir yaşlıya, sokağın köşesinde ürkekçe bekleyen bir kediye acıyarak ve koruyarak sevgi gösterilmesine sıkça tanık olursunuz. Bazen de alçakgönüllü davranışlar gözünüze batar. İşçileri çay odasında ziyaret eden müdürün gülümsemesinde, yüksek lisans tezi hazırlayan öğrenciye hocasının söylediklerinde, hastayı bilgilendiren doktorun sesinde fark edersiniz o alt düzeydekiyle iletişim havasını.

Elbette küçüğün küçüklüğünü bilmesi güzel şeydir. Büyüğün büyüklüğünü bilmesi gibi. Ustalık da iyidir, çıraklık da. Bir annenin, her türlü gereksinimini ve güvenliğini sağlayacak biçimde çocuğuna sevecenlikle bakması, nasıl da insanın içini ısıtır.

Fakat ne türde olursa olsun, bir ilişkide lütuf varsa, o sağlıklı bir ilişki olamaz. Örneğin, bir adamın, aslında karısının işi diye gördüğü mutfak işinde yardımcı olması, sonuçta bir lütuftur. Ve bu “yardımsever koca” görüntüsü, sağlıksız bir ilişkinin göstergesidir. (Yanlışlığın ve sağlıksızlığın çok yaygın olması gerçeği değiştirmez.)

Annelerin çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmelerine yücelik atfetmek de bir başka sağlıksız yaklaşım örneği. Dünyaya gelmeye kendi karar vermeyen bir çocuğun gereksinimlerini ve güvenliğini sağlamak, ona bir iyilik değil, görevdir. Hatta bu, sadece anne babaların değil, toplumun ve insanlığın sorumluluğu kabul edilmeli.

Ünlü sanatçılar, ağabeyler, eğitimciler de aynı şekilde, o konumda bulunmayı kabul ederek, yükümlülüğü de kabul etmiş olurlar.

Bu nedenle, şefkatin dikkat çeken bir davranış halinde ortaya çıkması, alçak gönüllü tavırların göze batması, şüphe yaratır. Aslında insanın en doğal hali ve sade bir tavrı olması gereken birçok davranış, çok zaman, üstün durumda bulunmayı hissetmek amacıyla karışıyor. Veya bir suçluluğun, kişisel hayattaki bir açığın üstünü kapama güdüsüyle ortaya çıkıyor.

Bunlar güncel konular. İşyerinizde, apartmanınızda, ailenizde mutlaka yansımaları vardır. Ama yüzlerce yıldır, binlerce yıldır güncel olan böyle konular üzerinde düşünebilmek, günceli aşan bir perspektifle bakmayı gerektiriyor.

GÜNCELLİK, DERİNLİK

Livaneli’nin güncel konuları ele aldığı romanı Huzursuzluk’u okurken, dağılan sisin ardından önünüze serilen göller ovalar gibi bir bakış açıklığı, bir ufuk genişliği hissediyorsunuz. “Gülmeyin, ciddi söylüyorum,” diyor Mardin’deki Süryani Rahip Gabriel, “bu yörede 1600 yıl öncesi, dün sayılır.” Gündelik hayatın konularıyla ilgilenen karakterler, insanlık hallerinin derinliklerini hissettiriyor.

Önceki romanlarından alıştığımız gibi, normalde bir arada bulunmayacak insanların yollarını kesiştirerek gerçekliğe uzanıyor Livaneli. Huzursuzluk’ta, buna bir de, normalde aynı anda bakılmayacak iki açıdan konulara bakmayı ekliyor. Böylece hem çok tanıdık, bildik bir hikaye hem de bambaşka bir dünyayı görme duygusunu aynı sayfalar içinde yaratıyor.

Anlaşılan, anlatımdaki “mesafe ayarlama ustalığı” ile düşüncedeki “perspektif belirleme yeteneği” denebilecek iki özellik bir araya gelince, ortaya böyle yapıtlar çıkıyor.

Tıpkı çalışma ortamlarında kolay kolay aşılamayan “iş körlüğü” sorunu gibi, insan ömürlerinde de “hayat körlüğü” denebilecek bir olgudan söz edilebilir. Bir işyerinde, birazcık farklı açıdan bakınca kolayca çözülebilecek bir sorunla, onca eğitimli mühendisin ve yöneticinin başa çıkamadığı zamanlar olur. Çünkü içine gömüldükleri işlere dışarıdan bir gözle bakmayı düşünemez olmuşlardır. Aynı şekilde, insanın ne yaşadığının farkında olmadan yaşayıp gitmesinin önemli bir nedeni de hayatının içine fazla gömülmesi, medyanın günlük perspektifiyle dünyaya bakması değil mi?

İşte, bir “mesafe ayarlama ustası” olarak hikayeler anlatan Livaneli, yapıtlarıyla adeta “hayat körlüğü”ne karşı direniş büyütüyor. Başka kaynaklardan ulaşılamayacak bilgiler vermek veya haberdar olmadığımız insanları tanıtmak değil onun işi. (Zaten hiçbir edebiyatçının böyle bir işi olamaz.) “Fazla bildiğimiz” hayatı anlatıyor. Aşırı yakınında, hatta içinde yaşadığımız için görmediğimiz hayatın gerçeklerini yeniden yaratarak görmemizi sağlıyorlar.

IŞİD’lileri, Suriye’den gelip kamplarda sefalet çeken mültecileri, gazetecileri anlatıyor. Anadolu’daki çocukluk günlerini özleyen İstanbulluları, evlilikler kadar boşanmaların da sıradanlaşmasını, sürekli görmezden gelinen Ezidi inancındaki kişilerin gerçeklerini anlatıyor. Tavus kuşları, melekler, dinler… Gündelik hayatını yaşayan kişiler, koşullar, koşulları içinde insanlar…

Romanda geçinmek için çalışanları, sağ kalmaya çalışan mültecileri, inancını duvar gibi ören aile yakınlarını, hepsini, koşulları içinde tanıyoruz. Bunlar elbette İstanbul’un, Mardin’in, 21’inci yüzyıl kapitalizminin, AKP hükümeti döneminin koşulları.

Fakat ele alınan insanların içinde yaşadığı koşullar bu kadar dar kapsamlı değil. Mezopotamya gerçekliği de var. Yüz binlerce yıllık ortak bir hayat mücadelesinin, türün devamını sağlamak için geliştirilen değerlerin etkisi de var. Romandaki kahramanları; bir arada yaşamaya mecbur olan, birbiri için besinler, eşyalar, bilgiler üreten, ancak bu özelliğe sahip olan çeşitlerin varlığını sürdürmüş olabileceği insan türünün birer üyesi olarak algılıyoruz.

İBRAHİM’İN SEVGİSİ

Meleknaz, sadece 21’inci yüzyılda, göçmen kampı veya İstanbul’da kaçak bir işyeri koşullarında değil, çok daha büyük bileşenli değerlerle etkileşim halinde yaşıyor. ‘Merhamet’i reddedebilecek kadar bilgi biriktirilmiş, alçak gönüllü tavırları, iyilikseverlik ve şefkat kandırmacalarını aşacak kadar deneyim kazanılmış bir hayat onunki. Binlerce yıllık bir hayat.

Ona iyilikle yaklaşmaya çalışan İbrahim, bakış açısı genişledikçe, başta anlaşılmaz gelen kızın küçümseyici tutumunu yorumlayabiliyor. “Bu kızın aşağılamaları benden kaynaklanmıyor, insan soyunu aşağılıyor o.” diye düşünüyor. Bir arada yaşamak için dinler yaratan, hayatı kolaylaştırmak için üretim sistemleri geliştiren insan türünün, kendi yarattıklarına esir düşmesini aşağılıyor, Meleknaz.

İbrahim, Meleknaz’a yakınlaşmaya, ona ulaşmaya çalışıyor. Dünyadaki bütün insanların kötü olmadığını ona göstermek istiyor. Çünkü İbrahim’in buna ihtiyacı var. Meleknaz’ı inandırmak zorunda. Ona inancını kanıtlamaya çalışırken, aslında kendini de ikna etmiş olacağı için bunu hayatının amacı haline getiriyor. Dinciliği, ırkçılığı, savaşı, çıkarcılığı, düşmanlığı, düşmanlık yaratarak varlığını sürdürebilen devletleri ve piyasa denen şeyleri anlatmak zorunda. Çünkü barışa inanıyor, İbrahim. Eşitliğe, özgürlüğe, güzelliğe inanıyor. Merhamete ve şefkate gerek olmayan bir dünyaya inanıyor. Ölüm büyütülen bu topraklarda, ‘yaşam’a inanıyor. İbrahim, yaşamayı seviyor. Tavusları, melekleri, insanları… Meleknaz’ı da bu nedenle seviyor?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder