Palmiyeler, Barikatlar, Yıllar Boyunca Nihat Behram - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Palmiyeler, Barikatlar, Yıllar Boyunca Nihat Behram - Zafer Köse

Palmiyeler, Barikatlar, Yıllar Boyunca Nihat Behram - Zafer Köse

Paylaş
‘Acı sargısı’ deyince Nihat Behram’ın ilk aklına gelen gazlı bez veya yara bandı değil, şiirdir.
Acıyı sarmak kadar güzelliğin de yoludur şiir. Ve elbette gerçeğin.
*
Yazılanlar akıp giden hayatta bir işe yaramalı, topluma etki etmeliydi. Estetik değerler, ancak böyle yaratılabilirdi.
*
Okumaların da bir işe yarayacak biçimde gerçekleştirilmesi gerekir.



Palmiyeler, Barikatlar, Yıllar Boyunca Nihat Behram

Sirkeci Postanesi’nin önünde, genç Nihat Behram Paris’ten gelen zarfı bir telaşla açıyor. İçinden çıkan Halkın Dostları dergisinin sayfalarını da aynı hızlı çevirmeye başlıyor. 12 Mart 1971 darbesinin tüm şiddetiyle etkisini sürdürdüğü o günlerde, bu derginin yayına devam etmesi önemli bir direniş anlamına geliyor.

Behram, yazı işleri sorumlusu olarak, o sayıda Pablo Neruda’nın ünlü bir şiirini yayımlamış ve Paris’te yaşayan Neruda’ya da dergi göndermişti. Geri postalanmış.

Neruda, sosyalist Allende hükümeti döneminde, Fransa’da Şili büyükelçisi olarak bulunuyor. Şili’de henüz 11 Eylül 1973 Darbesi yapılmamış. Ama ne yazık ki, Türkiye’de kanlı günler yaşanıyor, barbarlıklar büyüyor.

ŞİİRLER, ROMANLAR, DÜŞÜNCELER

Halkın Dostları günlerinden beri ne çok şey değişti. Hapisler, sürgünler, gittikçe hızlanarak geçen yıllar. Nice badireler atlattı Behram.

Söyleyin gidiyorum 

Dönemem belki geri 

Gelsinler anılarım 

Uğurlasınlar beni

Ve bu arada kitaplar yayımladı. Şiirler, romanlar, şiirler, yazılar, belgesel anlatılar, şiirler… Sanatın kalıcılığı, insanlığın kuşaklar boyunca mücadelesi ve güncel olaylara karşı tavırlar hep bir arada bulundu onda.


Söylemeyin bu akşam 

Sevdiğim ağlamasın



Şiir, roman, deneme; Nihat Behram için yazmak, hiçbir zaman kendi halinde bir amaç olmadı. Hiçbir sözü, dizeyi, kurguyu kendi başına bir güzellik olarak görmedi. Gelecek kuşaklara aktarılması gereken olaylar tarihe gömülüp kalmamalı, tanıtılması gereken kişiler unutulmamalıydı.


Deniz, Hüseyin, Yusuf… Darağacında Üç Fidan kayıtlara geçmeli, toplumsal hafızaya bir de Behram’ın gördüğü biçimde kazınmalıydı. Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit, İbrahim anlatılmalı, ille de öyle anlatılmalıydı. Hayatımız Üstüne Şiirler yaratılmalıydı, Fırtınayla Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar yaşanmalıydı, Hayatı Tutuşturan Acılar’ın üstüne üstüne gidip Yine de Gülümseyerek yola devam edilmeliydi. Cenk Çeşitlemeleri üreterek, gerekirse Yalın Yürek, ama her zaman Ölülerimiz’in anılarıyla yürünmeliydi. Bir dostun anıları yetişkinlere Yılmaz Güney’le Yasaklı Yıllar adıyla aktarılırken, çocuklara da bir Göğsü Kınalı Serçe emanet edilmeliydi. Gurbet dolu yıllar bir romana dönüşmeli, kamyonlara sığmayan Kız Ali, memleketin ağır yüküyle şehirler şehirler geçerek Almanya’ya kadar uzanmalıydı.

Vay kanlı da kanlı cellat elleri 

Cellat ellerinde halkın gülleri



Yazılanlar akıp giden hayatta bir işe yaramalı, topluma etki etmeliydi. Estetik değerler, ancak böyle yaratılabilirdi. Tekzip kitabının hemen başındaki bir yazıda, edebiyatın hayattan kopuk bir uğraş diye ortaya sürülmesini tekzip ediyor Behram. Örneğin, polis bir genci tekmelerken, uzaktan seyredip şiirini yazmayı reddediyor. Öyle anlardaki tercihini açıkça ortaya koyuyor: Uçarcasına eyleme koşmak, acının omuzdaşı olmak. Ve şiir günlerinde, bu yaklaşımla yapıtlar üretmek.

Bu nedenle, “acı sargısı” deyince çoğu insanın aklına gazlı bez veya yara bandı gelse de, Nihat Behram’ın ilk aklına gelen şiirdir. Acıyı sarmak kadar güzelliğin de yoludur şiir. Ve elbette gerçeğin.

EDEBİYAT CEPHESİNDE MİLİTAN

Peki, başarılı bir insan mıdır, Nihat Behram? Hayat hikayesi büyük ölçüde ortada. Bir yazısında “… yapmak istediklerimle yapmakta olduklarım hep uzak düştü birbirine.” diyor. Böyle bakınca, mutlu bir kişi midir? Daha önemlisi, onca yazısı, onca kitabı bir işe yaramış mıdır?

“Başarı” nedir ki, “mutluluk” nedir? Nihat Behram’ın dostları, okurları için, bunlar fani değerler. Bizler, tercihlerimizi hiçbir zaman kazanan tarafta olmaya göre belirlemedik ki. Hep haklı tarafta yer almak kaygısıyla yaşadık. Her zaman güzelliğin değerini bildik, şiiri sevdik, en derin sözlerin anlamına bağlandık. Sadece faşizme, sadece dinciliğe değil; modaya, medyaya, arabeske, pop kültürüne, ezberciliğe de direndik.

Gün doğar günüm olur 

Solurum dünüm olur 

Birisi benim yavrum 

Gerisi gülüm olur

Elbette bir Nihat Behram etkisi var bu memlekette. Örneğin, Darağacında Üç Fidan’ı okuyan insanlar herhalde milyondan fazla. Ve belki ondan daha çok, bu kitabı okumadan, hatta yazarını bilmeden “darağacında üç fidan” deyimini benimsemiş insan var.


Behram’ın düşünceleri ve dizeleri yüz binlerce, milyonlarca insanın belleğinde ve görüşlerinde iz bırakmıştır. Kitapları bazen kapışılarak ama her zaman bir süreklilik içinde satılmıştır.

Evet, “piyasa” ölçütlerinde “başarılıdır” ve fani insan beklentilerine göre “mutludur” şairimiz. Ama halkların acıları dinmeden, kalıcı bir gülüş nasıl belirsin yüzünde? Yüzümüzde?

Işığı gözde çağır 

Sözünü özde çağır 

Yüreğin dağ rüzgarı 

Acını közde çağır
Yazılanların bir işe yaraması için, okumaların da bir işe yarayacak biçimde gerçekleştirilmesi gerekir.


Soyut bir “okuma övgüsü” değil bizimki. Doğru okumanın sevinci, doğru kitap önermenin kararlılığı. Nihat Behram kitaplarına dokunma anının erinci.  Tıpkı, Sirkeci Postanesi’nin önündeki Genç Nihat Behram’ın hissettiği gibi bir duygu.

Paris’ten geri gelen derginin o sayfasını titreyen elleriyle açıyor Nihat Behram. Neruda, kendi şiirinin yayımlandığı sayfaya, palmiyeler çizmiş. Demek palmiyeler göndermiş usta, selamlar göndermiş memleketimize.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder