Kutsal olan sevgidir, her iyilik, her güzellik bununla birlikte gelir. Çalışarak yaratarak, mutluluk bunlardan sonra gelir (syf.224)
Sevmek insanları
yalansız riyasız; bir kuşu, bir köpeği karşılıksız; bir çiçeği hatta bir
nesneyi sebepsiz sevmek… Sevgidir insanı var eden, sevmektir insanı insan yapan
ve bizi bu hayata bağlayan.
Çıplak Deniz Çıplak
Ada’yı okurken kitabın başından sonuna kadar her sayfada hissettiğim en yoğun duygu ‘’sevgiydi’’. Yerden göğe
kadar ellerinin dokunduğu, gözlerinin gördüğü, gönüllerinin değdiği, herkese,
her şeye duyulan sevgi sarmalıyor ada sakinlerini, tıpkı adayı kuşatan mor
menekşelerin kokusu gibi. Hoş o kokuyu da insan beş duyu organlarından birinin
sayesinde değil de gönlü ile duymuyor muydu?
Bu kadar sevgi dolu
olmasalardı duyabilirler miydi menekşelerin kokusunu, görebilirler miydi adanın
tüm güzelliklerini, hissedebilirler miydi ölen evlatları ile birlikte yiten
nice evlatların acılarını içlerinde. Sürüldükleri vatanlarını bu kadar
sevmeselerdi, cennet gibi bir adada yaşarken hala vatan hasreti çöreklenir
miydi içlerine?
Aynı şekilde,
sevmeselerdi kaybetmekten korkarlar mıydı bu kadar? Bazen korkuya da neden
oluyordu sevmek. Canını çok sevdi Kavlakoğlu, kaybetmekten korktu. Korku
ölümden beterdi. O kadar seviyordu ki canını, korkuyla yaşamayı ölmeye yeğledi.
Ama bilemedi bu korku onun cezasıydı.
…yeter ki bir insanın yüreğine korku çöreklenmesin. Yüreğine korku saplanmış hiç kimse hiçbir yerden korkudan kurtulamaz. Yüreğinde korkuyla yaşayanlar yaşamış sayılmazlar… (syf.151)
Bazen vatan demekti
sevmek. Vatanını sevdi İsmail, gülleleri tam on ikiden vurdu düşman gemilerini.
Bırakmadı geriye vatanından onu alıkoyacak kimseyi. Hepsini denize döktü, nam
saldı yiğitliğiyle. Kahraman dediler ona ama o kahramanlıktan çok insanı sevdi.
Sessizce oturup ağladı attığı her gülle için. Merhametti, İsmail’in içinde
sevgiyle bütünleşen. Öldürülen insan düşman bile olsa insandı. Ne gerek vardı?
Neden vardı mübadele? Olmasaydı.
Sevgi insanlık
demekti. İnsanlığı sevdi Hristo. onca insana balıkçılığı öğretirken var etmeyi,
var olmayı kanıtladı. Koca mutsuzluk içinde umudu yeşertti, mutluluğu çoğalttı
insanların içinde. Elinden tuttuğu, varını yoğunu paylaştığı insanların içinde
ona karşı bitmek bilmeyen bir saygı, sevgi büyüdü.
Sevgi en çok da umut
etmekti. Musa Kazım vatanı Girit’e, kızları Zehra ve Nesibe vuslatlarına, Melek
Ana aşkına, Lena Ana oğullarına dair
umutlarını hiç yitirmediler. Çünkü sahip olduklarını, yaşamayı sevdiler ve
sonunda hepsi beklediklerine kavuştular. Musa Kazım hariç. Onun vatanı aşık
olduğu Melek Ana olmuştu artık.
İnsana ne olursa olsun başına ne gelirse gelsin insan umudunu kesmemeli. Yalnız kalmış, umudunu yitirmiş insan yarı ölü insandır. (syf.53)
Ne kadar çok severse o
denli çok hisseder insan acıyı, mutluluğu. Gönül gözüyle görmek, her acıyı ta
içinde hissetmek, insanlarla hâldaş olmakla, o anlatmadan anlamakla olur
sadece. Ya da ortak acıları yaşamakla. Bazı acılar ortaktır ve ortak acılar en
az sevgi kadar birleştiricidir.
İnsanlar içinde insana benzeyen bir insan gördüm, onun da vatanını elinden alıp buralara sürmüşler.
Umut edenlerin,
sevmekten vazgeçmeyenlerin, ortak acıların bir araya getirdiği insanların
hikayesi bu. Küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka kuşunun hikayesi…
Gamze Güven
gamzeguven08@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder