Unutulmuş Kayıtlar Bölümünde - Gülcan Sural - Sevdalım Hayat
Unutulmuş Kayıtlar Bölümünde - Gülcan Sural

Unutulmuş Kayıtlar Bölümünde - Gülcan Sural

Paylaş


Katılımcı: gulcansural / Gülcan Sural

Tarih: 2017 Kasım

Kitap: Çıplak Deniz Çıplak Ada - Yaşar Kemal

Tema: Mübadele, Savaş, Memleket Hasreti, Umut...

Konu: 1923’te Lozan Barış Antlaşmasınca hayata geçirilen ve bu süreç sonrası kendi vatanından koparılan ve koparılmaya çalışılan Mübadillerin, Savaş sonrası Askerlerin ve insanların yollarının kesiştiği bir hikaye.


Anlatım: Köyümüzde elektrikler kesilince sobanın etrafına toplaşır babamı beklerdik. Ya kendi elleriyle yaptığı Ney’i üfler ya da masal anlatırdı. Sobadan çıkan tezek çıtırtıları ve tipinin uğultusuyla Kafkaslardan, Köroğlu Dağına, padişahtan, boynuna kadar toprağa gömülmüş sultana oflaya, ahlaya dinlerdik. Öyle ki; annem dizini döverdi bazen.

Hikaye hiç bitmesin, elektrikler hiç gelmesin isterdik.
Bu romanı okurken de aynı lezzeti aldım. Tek bir farkı vardı masal değil, gerçeğin bir hikayesiydi.
Yaşar Kemal’in dilinden tüm çıplaklığıyla vatan sevdası!..

Çağrışım:

UNUTULMUŞ KAYITLAR BÖLÜMÜNDE

İnsan beynindeki bir bölüm, geçmişi unutmak için bilgileri ve anıları sürekli boşaltmaya çalışıyor galiba. Başka bazı bölümler de buna karşı çıkıyor olsa. Hele bir bölüm var ki, adına “Unutulmuş Kayıtlar Bölümü” diyelim, kurtarabildiklerini korumaya alıyor. Belki siz unuttuğunuzu sanıyorsunuz, aklınızda taşıdığınızın farkında olmuyorsunuz, ama günü geldiğinde bazı şeyler pat diye zihninizde canlanıyor ya, işte bunlar hep Unutulmuş Kayıtlar Bölümü’nün marifeti.

Bazen hayatınızdaki bir gelişme üzerine, bazen tanık olduğunuz bir olay veya okuduğunuz bir kitap sonrasında, unuttuğunuzu sandığınız kokular, duygular, anılar harekete geçer. Kaydedilmiştir onlar bir kere. O bölümde depolanmıştır.

Çıplak Deniz Çıplak Ada romanını okurken, bu deneyimi öyle belirgin biçimde yaşadım ki!

Beş abisi,  iki ablası olan ve “son beşik” diye sevilenden 12 yıl sonra doğan, en son beşiğiydim babamın. Kader denmez mi buna; ben seçime, benim tercihime dayanmadığına göre, elbette öyle denir. Zaten coğrafya da kaderidir. Livaneli aktarmıştı, İbni Haldun’un bu sözünü. O cümleyi okuduğumda tüylerimin bu denli diken diken hale gelmesi, belki de doğduğum yerin üzerimdeki etkisini unuttuğumu fark etmemdendi. Unuttuğumu sandığım, aslında kaydedilmiş, asla kaybolmayacak bir bilgi.

“İsmail’in beş tane aslan gibi oğlu var, sırtı yere gelmez. En küçük oğlu da Kars Lisesinde okul birincisi” derdi, köylüler. Beş oğlandan dördü, 10-14 yaş arasında, kimi babamdan izinli, kimi kaçarak gitti koca şehir İstanbul’a. Taşından toprağından altın toplayacaklardı. Babalarına tarlalar, ahıra mallar almayı hayal ediyorlardı. Kimseye muhtaç etmemek şöyle dursun, konforlu yaşatacaklardı babalarını.

Zamanla onlar İstanbul’da gurbetçi, babam da köyde yalnız kaldı. Hayat öyle devam edecek gibi değildi. “Sat inekleri, atı da gel.” dedi ağabeylerim babama, “Sen orda biz burada olmuyor” dediler. Babam da öyle yaptı. Köyde bir tek, satılmayan tarla kaldı. Yalnız, boş, hüzünlü bir tarla.

İki valize yükledi koca geçmişi babam. Evindeki son gecede, elinin teki başının altında, diğer eliyle derin derin çekti Maltepe sigarasından bir nefes daha. “Ahhhh, ah!” dedi, sonra:

“Bu kapı kimini Almanya’ya, kimini Fransa’ya, kimilerini de İstanbul’a uğurladı. Bir beni kara toprağa yollamadı bir türlü. Nasibimde kapıma, eşiğime kilit vurmak varmış.” diye devam etti.

Sağ gözünden bir damla aktı... Annemin yanağından birkaç damla süzüldü. “Etme dedim, sen çocukları dinleme dedim, beni hiçe saydın.” diye sitem etti.  Sonra, “Sen gör biz döneceğiz köye. Sıkma canını, dert sahibi etme kendini.” diye konuştu.

O gece dağdaki kurt, dışarıdaki kar uyudu babam uyuyamadı. Sabah evden iki valiz, iki kat yatakla çıktık dışarı. Köylülerin hepsi bizim eşikte. Kimi ağladı, kimi derde dert katmayayım diye içine akıttı gözünü. Bir tek ben mutluydum. Çok mutluydum. İstanbul’u görecektim. Denizi görecektim.Maviymiş, büyükmüş, güzelmiş. Sesi varmış, köpüğü varmış...

Otobüse bindik, beni yol tuttu diye hep uyudum. Sonunda yarı baygın bir halde, babamın sesiyle açtım gözlerimi.

“Kızım bak deniz!”dedi babam.

“Deniz ne kadar büyük baba?”

“Gökyüzünü görebildiğin kadar, onun kadar büyük. Onun kadar mavi. Gökyüzünün yerdeki hali.” dedi.

Gerçekten de öyleydi. Bir ucu var bir ucu yoktu. Bizim köydeki gölün, milyar büyüğüydü. Bizim köydeki gökyüzünün, mavi mavi oynaşan haliydi.

İstanbul’a geldik. Köprüden geçerken uyanmamışım. Çok üzülmüştüm bir daha ya göremezsem diye. Deniz gibi değildi köprü, hiç görmediğim bir şey değildi, ama gerçeğini ya göreme fırsatını bir daha bulamazsam! Eniştemin “ben seni götürürüm” demesiyle içim rahat etmişti.

Abimler, ablam hepsi bir bayram havasında bizi karşıladılar. Hasret, gurbet acısı bitmişti onlara göre. Annem ve babamın sürgünü yeni başlıyordu oysa. Ben İstanbul’da okula 5.sınıfın ikinci döneminden devam ettim.

Kendi köyümdeki okulda bir sınıfta 3-4 ve 5.sınıflar bir arada okuyorduk. Öğretmen yoktu çünkü. İki öğretmenle ancak bu şekilde devam ediyordu. Kendi sınıfımda hep çalışkan öğrenciler arasında iken, burada her gün başarısızlığımla dalga geçtiler.

“Köyden gelmiş, cahil... Sen İngilizce bilmiyor musun?”diye alay konusu ettiler. Bildiğimi bile söyleyemedim. Okulu da arkadaş diye anılan sınıfımdaki akranlarımı da sevemedim.

Okula gitmek bir işkence bile olsa sırf babam üzülmesin diye hiç ses etmedim.

Köyde, deredeki küçük kara balıklarla ilgili de böyle hayal kırıklığı yaşamıştım. Onları ilk gördüğümde o kadar çok sevinmiştim ki. “Bizim deremizde de balık var. Bunlar büyüyüp balık olacak.” diye her gün bir hevesle onların büyümesini izlemiştim. Kuyruklarının yanlarından iki bacak çıkınca bütün umudumun ölmesine benzer biçimde, buradaki okulda da aynı hissi yaşamıştım. Küçük kara balıklar, kurbağaya dönüşmüştü.

Karnesinde daha önce pekiyi dışında not görmeyen ben, üç tane orta ile geçtim o sene sınıfı.

“Sınıf ayrımı” denen şeyi de ilk defa o okulda yaşayarak öğrendim. Hem de o küçük yaşımda, küçüklerden. Babam bir hafta sonu annem ve beni teyzemlere götürdü. Eminönü diye bir yere geldik. Abimin orda dükkanı vardı. Onun yanında balık ekmek yedikten sonra babam,”Ben sizin elinizden tutuyorum, siz gözlerinizi kapatın ama ben aç diyene kadar da açmayın. He mi?” dedi.

Babamın bize bir sürprizi var diye sıkı sıkıya kapattım gözlerimi. Bir yere bindik, “Oturun! Sonra açın gözlerinizi” dedi.

Annem ve ben gözlerimizi açtığımızda vapurun içinde olduğumuzu gördük.
“Niye kapattın ki gözümüzü?”dedi Annem.

“Kapatmasaydım sen korkundan binmezdin, bu sabi de seninle beraber korkar, binmezdi.”

“Vallahi binmezdim İsmail. Şimdi bu denizin üstünde mi duruyor?”

“Denizin üstünden şimdi karşı yakaya geçecek. Hiç korkmayın. Allah devletten razı olsun. Baksana neler neler var bu şehirde!”

Onlar kendi aralarında muhabbete dalarken benim tek derdim,”Bunun adı niye vapur, denizin üstünde nasıl gidiyor?” gibi sorulara yanıt bulamamaktı.

“İlkbahar da geldi, cemre toprağa düştü.” dedi babam bir gün. “Buram buram toprak kokar şimdi bizim köy. Keşke gurbetlik, hasretlik hiç olmasa.”

“Köyü çok mu özledin Baba?”

“Hiç aklımdan çıkmıyor ki kızım.”

“Sen şimdi anlamazsın dediğimi ama, ‘Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım,’ demiş.”

“Burası da bizim vatanımız.”

“Tabi ki. Türkiye’nin her toprağı bizim. Lakin insanın göbek bağı nereye bağlıysa, orasıdır onun Vatanı.

Uzunca sustu babam. Sonra sakin, sessiz, ama kararlı konuştu: “Biz burada yaş alamayız. Ömür veririz bir yıla. Bir aya kalmaz döneceğiz ananla. Sende burada okulunu bitir. Aklımız sende kalmasın. Okulun bitince abin seni yanımıza gönderecek.”

Kaz gütmeyi, arkadaşlarımla beş taş oynamayı ne kadar çok özlediğimi babamın o cümleleriyle anlamıştım. Sonra unutmuşum. Her insanın ana rahminden çıkınca saf bir bebek olduğunu, koşullara, doğduğu coğrafya, yaşadığı coğrafyaya ve en önemlisi aklına, korkularını aşıp düşüncelere ulaşmasına göre şekillendiğini düşünmeden yıllarca yaşamışım.

Ve bir gün, Ben, Çıplak Deniz Çıplak Ada kitabının kapağını açınca, Yaşar Kemal de zihnimdeki Unutulmuş Kayıtlar Bölümü’nün kapısını açtı.

Gülcan Sural




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder