Kitaplık - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Kitaplık - Ender Macun

Kitaplık - Ender Macun

Paylaş

Nermin Baykurt’un hatırasına…

Üst üste yığılmış koliler hemen merdiven altında duruyordu.  Üzerleri tozlanmış bu kolilerin içinde ne olduğunu ilk zamanlar hiç merak etmemiştim doğrusu. Nermin Hanım’ın harikulade evine taşınmamın üzerinden birkaç ay geçmesine rağmen hâlâ tam olarak yerleşememiştim. Daire iki katlıydı ve ben hemen giriş kapısının yanından dik bir merdivenle çıkılan teras katında kalıyordum. İşten eve dönüp de evin kapısını şıngır mıngır açtığımda çoğunlukla Nermin Hanım evde oluyordu ve ayaküstü biraz sohbet ettikten, bazen kapı ağızında sohbeti koyulaştırıp, salona davet edilip ve bir kadeh bir şeyler içtikten sonra yukarıya, evime çıkıyordum. Ben o dik basamaklardan yukarıya gacur gucur seslerle çıkarken o da arkamdan mutlaka ‘huuu’ diye sesleniyor, ya saatin kaç olduğunu, ya dışarısının soğuk olup olmadığını ya da kulağının hemen dibindeki fısıltıları benim de duyup duymadığımı merakla soruyordu. Doksanlarındaydı. Başka bir yazıda mutlaka değineceğim, hatta doya doya anlatacağım iyi sayılabilecek bir hayat yaşamıştı.

Yıllar sonra Nermin Hanım’ın evinden ayrılıp başka bir eve taşınmaya karar verdiğimde elimden tutup beni merdiven altındaki kolilerin yanına götürdü ve ‘bunları da götür’ dedi. ‘Bunlar’ diyerek tozunun üzerinde ellerini dolaştırdığı kolilerin içinde kitapları vardı Nermin Hanım’ın. Nuru Ziya’daki evinden ayrılıp buraya, Teşvikiye’ye yerleşirken harikulade kütüphanesindeki bütün kitaplarını da tek tek, özenle kolilere yerleştirmiş, yeni evde onları koyacak uygun bir yer bulamadığı için de öylece merdiven altına yığmıştı. Evet, o koca evde yıllarca o oda senin bu salon benim deliler gibi dolaşmış durmuş da bir türlü içine sinecek bir yer bulamamıştı. ‘Çoğunu okudum’ dediği yüzlerce kitabın bulunduğu eşek ölüsü gibi kolileri zar zor, tek tek yeni evime taşıdım. Bir süre salonun orta yerinde öylece beklediler; hiç açmadım. İçinden neler çıkabileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Fransızca ve İngilizce dekorasyon mecmuaları, çeşit çeşit romanlar, tam takım ansiklopediler, çiçek bakımıyla ilgili büyük kitaplar, albümler, büyük ressamların müze katalogları, gezi kitapları… Sohbetlerimiz esnasında ilgilendiği şeyleri de sık sık anlattığı için kişisel kütüphanesindeki kitapların ve çeşitli basılı eserin envanterini gözüm kapalı çıkarabileceğimi hissediyordum.

Yağmurlu bir hafta sonu erkenden kalkıp kendime bir fincan kahve hazırladım. Oldukça zavallı görünen rengi solmuş, yer yer yırtılmış, bandı sökülmüş bir kolinin kapağını açtım. Tek tek içindeki kitapları çıkarıp halının üzerine yığdım. Don Quixote, Sons and Lovers, War and Peace, Dubliners, Romeo and Juliette, The Tempest, Lolita, Brave New World, I Claudius ve daha ne hazineler. Her birinin ilk sayfasına mavi mürekkeple adını, soyadını yazmış ve tarih atmış. Kolilerdeki kitapların tozunu almaydı, bunları tasnif etme ve yerleştirmeydi, hatta yeni kitap rafları yaptırmaktı derken yaklaşık üç dört ay geçti. Kitapların, hazinelerin bir kısmını (Fransızca olanlar) başka birilerine verdim. İngilizce ve Türkçe olanlar evime yerleştiler. İlk defa bu kadar kapsamlı ve değerli bir kütüphanem olmuştu. Artık kitaplar evin her yerindeydi. Yatak odasında, komodinlerin üzerinde, e malum, çalışma odasında, salona yaptırdığım raflarda, koridorun bir kısmında, antrede, hatta mutfakta… Kitaplar yerleşsin diye bazı eşyalarımdan da feragat ettiğimi söylemek isterim. Nermin Hanım kitaplarını bir daha hiç göremedi. Nuru Ziya’dan ayrıldığında zaten çoğu şeyden de ayrıldığının farkında olmalı. O kitapları aslında hiçbir zaman Teşvikiye’deki eve götürmemişti. Götürdükleri sadece kolilerdi. Bütün hazinesini Nuru Ziya’daki o evde bırakmıştı.

Bu tozlu hayalet kitapların ve viran kütüphanenin çoğu nadide parçası hala bende duruyor. Vazgeçemeyeceğim ve başka bir yazıda mutlaka, hevesle bahsedeceğim eserler. İlk basımlar, bizzat yazarı tarafından özenle imzalanmış olanlar, acil müdahale edilmesi gerekenler (Süleymaniye’de mücellide gitmeleri gerek), kurtlanmışlar, birkaç sayfası katlanmış, öyle kalmış olanlar, aralarına bir şeyler (mektup, fotoğraf, resim, fatura, makbuz, kartvizit) konmuş olanlar, cillop gibi kalmışlar, üzerine kahve sıçramış olanlar, üzerinde fincan unutulmuş da fincanın kahve bulaşmış altının izi kalmış olanlar, ah nasıl da yorgunlar, ne de güzel kokanlar…

Benim ilk kitaplığım ‘kütüphaneli divan’ dediğimiz o garip mobilyanın rafları ve dolaplarıydı. Kırmızı ve mavi kaplı okul kitapları, tek tek alınıp sonra ciltlenmiş Milliyet Çocuk dergileri, Çocuk Kalbi, Pal Sokağı’nın Çocukları, Jules Verne, Ömer Seyfettin, Yaşar Kemal’ler den oluşturmuştum. Çalışma masam da hemen kütüphaneli divanın yanında duran ve uzun yıllardır da aslında uzman olduğu dikiş dikme işinde kullanılmadığı için somurtup duran Singer dikiş makinesiydi. Ders çalışırken ayaklarımı pedalında bir aşağı bir yukarı oynatır içten içe makinenin aslında bir nevi çalışıyor olduğunu, o kadar da mutsuz olmaması gerektiğini düşünürdüm. Çocukluk yıllarımın değerli hazinelerinden bir kaçı benimle beraber geldiler. Ben nereye gittiysem onları da yanımda götürdüm. Bazen kolilere koydum, bazen yıllarca kolilerin kapağını açmadım, bazen de, bir kaçını, çoktan ayrılmış olduğum baba ocağında eski bir dolabın içinde beni sessizce beklerken buldum. Oradan alamadım ama. Oradan almaya elim gitmedi.

Herkesin mutlaka kişisel bir kütüphanesi olmalı. Kitaplarla aramızda bir bağ var çünkü. İnsanlığın kitaplarla arasında güçlü bir bağ var. Öyle olmalı! Ya da şöyle söylemek daha iyi belki: Bazılarımızın kitaplarla arasında çok güçlü bir bağ var. Öyle. Okumak bir yana bir de onlarla birlikte kurduğumuz dünya da var hani. Bir nesne olarak da kitap değerli bir şey. Ve bu kuşku götürmez. Nermin Hanım yıllar önce bana muhteşem bir dünya bağışladı. Onun Nuru Ziya’daki kitaplarla dolu ‘okuma evini’ hayal ediyorum bazen. Kitap raflarının arasından çıkıp gökyüzüne uzanan ulu ağaçlar, yemyeşil, kırmızı, sarı sarmaşıklar, envai çeşit hayvan, börtü böcek ve gökyüzü, salıncaklar, divan ve açık pencereler, havuzlar, denizin bizzat kendisi, rengarenk elbiseler, dünya küresi, toz duman içinde… Yıkık dökük ve sahipsiz ve o kadar büyük ki.

Ender Macun, Kasım 2017



1 yorum:

  1. Kitapların kokusu burnuma geldi. Ne güzel bir miras kalmış size, özendiriyor...

    YanıtlaSil