Katılımcı: asiyecr
/ Asiye Açar
Tarih: 9 Kasım
2017
Kitap: Çıplak
Deniz Çıplak Ada,Yaşar Kemal
Tema: Mübadele sonrası yıllar ve yaşanılan
zorluklar
Konu: Kitap mübadeleden sonra çeşitli
nedenlerle bir adaya yerleşen farklı hayatlardan insanların ,birbirlerine
tutunarak yaşamaya devam etmesini anlatır.Hepsi acılıdır ve hepsi yalnızdır.
Anlatım: Şiirsel
ve destansı bir anlatım. Daktilo başına geçmiş yaşlı, heyecanlı, usta bir
yazarın kafasındaki hikaye akışına hakim olamayarak parmaklarına teslim olması
ve dolu dizgin gitmesi gibi.
Çağrısım:
MÜBADELE GERÇEĞİ
Yaşar kemal; Bir hikayeli adam.
Hikaye üstüne hikaye… Birlikte kaçıp orda burda sevişip sevişip yıkanan yeni
yetme Kerim'le Peri'den, ömür bitse dünya duysa aşklarını birbirlerine itiraf
edemeyecek Melek Hatun'la Musa Kazım Bey'e, nice nice hikayeler. Her biri
bağımsız var olabilen, ama bir araya gelince bambaşka bir hikayeye dönüşüyor,
kuşaklar boyunca akıp giden hayatın hikayeler bütünü ortaya çıkıyor.
Sıradan insanların kendilerine kocaman gelen korkularını nasıl da güzel anlatıyor. Küçük köylerinden, korkunç küçük düşmanlarından kaçan bu genç çifte "Yahu İstanbul'a gidin, orası derya deniz, sizi kim bulacak!" demek istiyorsun. Ama hayatın cilvesi de burada işte. Coğrafya insanin kaderidir ve insanın aslında kendi coğrafyasından başka bir yer bilmeyişi… Yani bildiği, gördüğü, yaşadığı her yeri, kendi coğrafyasının ışığıyla algılaması.
Akıcı bir roman diyemeyiz, Çıplak
Deniz Çıplak ada’ya. Sürükleyicilik, olayların nasıl ilerleyeceğini merak edip
her fırsatta romana dönmek istemek açısından sorun yok elbette, ama öyle
bildiğimiz akıcı kitaplardan değil. Bir dünyası var. Çok tanıdık ve bambaşka
bir dünya. İçine girip oralarda oyalanmak istiyorsunuz. O dili çözmenin, o
atmosferi yaşamanın tadı, “akıcılık”la falan açıklanacak bir şey değil. Pınarın
üstündeki kaygan böcekler, kayanın yarığının toprakla birleştiği yerde
kümelenmiş mor halkalı arı öbekleri, çiçek adları tek tek, otlar kokular…
Adayı hissetmenin, o deneyimi yaşamanın tadı, akıcı roman okumayı da aşıyor.
Bir insan ömrü için epeyce eski bir tarihte geçiyor olaylar. Bazı ayrıntılar o kadar canlı, o kadar gerçekçi ki, kurgu mu, bizzat tanıklık mı, büyüklerinden duyduğu, kitaplardan okuduğu bilgiler mi, anlayamıyorsunuz. Yaşar Kemal'in ustalığıyla kurgu ile gerçekler iç içe geçiyor.
Ve romana konu olan mübadele. Hep acı
vermiştir bana Alsancak'taki (İzmir) terk edilmiş konaklar, Bodrum'daki
değirmenler, Foça'da köklenmiş (sökülmüş) şaraplık üzüm bağları.
Yurdundan kovulmak ne kadar kötü bir
şeydir. Burası sadece Rum'un ya da Türk'ün demek olur mu? Bu topraklarda doğan
ve yaşayanlarındır burası.
Okurken not aldığım, ama not etmesem
de aklımdan çıkmayacak bölümlerden bazıları şöyle:
"Hıristo: Vapurda giderken denize düşer de ölürsem deniz beni korur ölümü rezil etmez."
"Hıristo: Vapurda giderken denize düşer de ölürsem deniz beni korur ölümü rezil etmez."
Nasıl bir uluorta ölmek ve sahipsiz
kalmak korkusu!
"Keşke onu bir kişi öldüremese
de o da bu yaşanılmaz cehenneminden kurtulamasa… (Kavlakoğlu)"
Ölümden daha beter acılar vardır, ölüm
korkusu gibi.
"Kardeşim Hançerli
biliyorum,senin gibi hiç bir şeyi olmayanlar hiç bir şey istemezler."
Az veren candan çok veren maldan.
"Burası bizim memleketimiz değil
artık. Biz de memleketimiz için savaşmadık mı?"
İşte, mübadele gerçeği!
Asiye Açar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder