Bu sistemin öğretmenleri, popüler kültür üreticileri, kitap satıcıları, siyasetçileri hep bir ağızdan “Daha fazla kitap okuyun” diye bağırıyorlar. E, demek ki kitap piyasasının kendi kontrollerinde olmasının rahatlığını yaşıyorlar.
… “zararlı” kitaplara karşı “doğru” kitaplardan söz etmeyi tercih ediyorum. Özgürlük, eşitlik, dayanışma, diğerkamlık, güzellik gibi değerleri destekliyorum.
Zafer Köse
ile söyleşi:
Mehmet
Özçelik, Yalova Gazetesi, Eylül 2017
Yedi kitap
yayımladınız. Bunun dışında, farklı yerlerde yazılarınız çıkıyor. Bazılarını
görüyorum, okuyorum, nerelerde yazıyorsunuz?
Birer kitaptan yola çıkan yaklaşık 150 yazı yayımladım. Gazete eklerinde,
dergilerde ve internetteki yayın organlarında yazdım.
Kitap
eleştirisi türünde, diyebilir miyiz?
Eleştiri türünde değil yazdıklarım. Biliyorsunuz, “Eskisi gibi
eleştirmenlik artık yok” diye yakınma sözleri sürekli dolaşıyor ortalıkta. Ama
böyle bir beklenti yok ki. Kimse eleştiri metinleriyle ilgilenmiyor. Yüzlerce
sayfalık bir kitap hakkında birkaç cümlelik görüş almak yetiyor okura.
Ayrıca, kitaplar hakkında yayın yapanlar, özellikle gazete ekleri,
yayınevleriyle sürekli iletişim halinde ve kitabın satılması konusuna
odaklanmış durumdalar. Genellikle son günlerde piyasaya çıkmış kitaplar
hakkında yazılara yer veriyorlar. Bazen, bir iki hafta sonra piyasaya çıkacak
bir kitabı gönderip okumanızı, hakkında yazmanızı istiyorlar. Bu “arz-talep”
olgusu, yeni çıkan ve raflarda öne konan kitaplardan okuru haberdar etmek gibi
bir “iş” yarattı.
Ama demek ki
okur, yeni kitapların kendisine tanıtılmasını istiyor. Bu, hiç de kötü bir şey
olmasa gerek.
Kitap tanıtımı bir gereksinime karşılık geliyor. Çünkü yeni çıkanlardan haberdar
olmamız mümkün değil.
İzmit’te yaşayan eleştirmen, yayıncı, sanatçı dostumuz Kadir Yüksel, çıkan
her yeni romanı okurdu. 2000’lerin başına kadar, bir bilgi gerektiği zaman ona
sorardık. Fakat artık bu mümkün değil. Dediğine göre, geçen yıl sadece roman
türünde yaklaşık bin yeni kitap basıldı. Bunların birçoğu doğru dürüst dağıtıma
verilmedi, raflara ulaşmadı. Ulaşanlar birkaç hafta sonra arka taraflara
kaydırılıyor, birkaç ay sonra da depoya kaldırılıyor. Kadir’in bile takip
edemediği bir sirkülasyon ortamında, okur elbette kendisinin
bilgilendirilmesini, yeni çıkanlardan haberdar edilmesini isteyecektir.
Geçenlerde kaybettiğimiz ustamız Ahmet Cemal, biliyorsunuz, uzun yıllar
Cumhuriyet’te yazdı; eleştirmen, çevirmen, edebiyatçı; soL Kitap’ta bir ara
aynı dönem yazmıştık, zaman zaman ekip olarak toplandığımızda kendisiyle bu
konuları konuşma fırsatımız oluyordu. Ahmet Cemal, yazılarında da dile
getirmişti; kitap tanıtımı ile eleştirinin karıştırılmaması gerektiğini
düşünüyordu.
Eleştiri,
edebiyat alanında bir üretim. Demek, Ahmet Cemal kitap tanıtım yazılarını
“edebiyat” kabul etmiyor.
Ama olumsuz bir uğraş gibi de görmüyordu. Kitap tanıtım metni hazırlamak,
elbette bir edebiyat üretimi kabul edilemez, ama küçümsenecek de bir iş değil.
Sanırım sorun, tanıtımcıların bir kısmının, yazdıkları metinleri edebiyat
çalışması niteliğinde görmeleri. Oysa böyle bir iddiaya gerek yok ki. Bir
edebiyatçı, sadece edebiyat üretecek diye bir şart mı var? Edebiyat çalışmalarının
yanı sıra fabrikada çalışabiliriz veya çiftçilik yapabiliriz. Aynı şekilde,
edebiyat dışı alanda metinler yazabiliriz.
BİR MİSYON OLARAK KİTAP TANITIMI
Çıkarcılığı, kâr amaçlı üretim sistemlerini, bilim karşıtı inanışları yücelten kitaplar yok mu?Herhangi bir olay veya nesne herkese faydalı olabilir mi ki yazarlık öyle olsun?
Sizin
kitaplarınızla ilgili hatırladığım bir iki yazı ve söyleşi var. Bu çevreyle
ilişki halinde olmak, kendi kitaplarınızın tanıtımı için de faydalı oluyor mu?
Romancı olarak kendi kitaplarımı konu ederek bir şey söylemek
istemiyorum. Ama kitaplar hakkında yazan biri olarak vurgulamak istediğim
önemli bir konu var:
Gazete ekleri ve internetteki yayın organları, işin doğası gereği, yeni
çıkanların bir kısmını tanıtıp çoğundan söz etmiyorlar. Yani okurların hangi
kitaplardan haberdar olacağından çok, hangi kitaplara hiç rastlamayacağını
belirleyen bir mekanizma işlevi görüyorlar. Dolayısıyla bu, sadece kitapları tanıtma
işi değil.
Burada konuyu netleştirmek için, “kitap okumak faydalıdır” yaklaşımı
üzerine düşünmek gerekiyor. Çıkarcılığı, kâr amaçlı üretim sistemlerini, bilim
karşıtı inanışları yücelten kitaplar yok mu? Komplo teorileriyle düşünme
yetilerini köreltenler, yüzeyselliklerle estetik tahribatlar meydana
getirenler, boyun eğmeyi şirinleştirenler?
Toplumu birbiriyle ortak özellikteki bireylerden oluşan tek parça bir
yapı gibi görmek, temel bir yanılgı kaynağı. Herhangi bir olay veya nesne
herkese faydalı olabilir mi ki yazarlık öyle olsun? Yöneticilere itaat etmek, patronlara
hayranlıkla bağlı olmak gibi özelliklerin geliştirilmesini savunuyorsanız, son
on yılların popüler kitaplarını faydalı kabul edersiniz. “Halk beğenisi” diye
de bula bula arabeski veya pop kültürünü bulup savunursunuz.
Öyleyse,
bütün kitapları tanıtamayacağınıza göre, hangilerini tanıttığınıza bağlı olarak
bir anlamda politik bir iş olarak görüyorsunuz, yaptığınızı.
Ben bir garip yazarım. Bu yazı enflasyonu ortamında, ara sıra kitaplar
üzerine yazmanın topluma etkisinin çok az olduğunu biliyorum. Ama yaptığım
işin, toplumda biriktirilecek değerlerle ilişkili olduğunun farkındayım. Bunun
sorumluluğundan kaçamam.
Bu sistemin öğretmenleri, popüler kültür üreticileri, kitap satıcıları,
siyasetçileri hep bir ağızdan “Daha fazla kitap okuyun” diye bağırıyorlar. E,
demek ki kitap piyasasının kendi kontrollerinde olmasının rahatlığını
yaşıyorlar. “Çok okumak” övgüsü, birçok dostumuzun hoşuna gidiyor. Herhalde “okumayan
cahillere” karşı bir üstünlük hissetmeyi seviyorlar.
Bu niceliksel bakış açışını onaylamıyorum; “zararlı” kitaplara karşı
“doğru” kitaplardan söz etmeyi tercih ediyorum. Özgürlük, eşitlik, dayanışma,
diğerkamlık, güzellik gibi değerleri destekliyorum.
Bu değerleri savunan yazar, yayıncı ve okur dostları karşı tarafta yer
almamaya; kendi değerlerini temsil eden yazarları, yayıncıları, kitapları
desteklemeye davet ediyorum.
Birkaç örnek
verir misiniz? Hangi yayın, hangi yazar?
İnternette kitaplar hakkında yayınlar gelişiyor. En önemsediklerim kitapeki.com
ve insanokur.org siteleri. Sabahları, buralardan seçtiğim yazıları yeni sekmede
açıyorum. Gün içinde, öğle tatilinde falan, fırsat buldukça okuyorum.
Yetiştiremediklerimi de sonra okumak üzere yazılı çıktı alıyorum.
Bu sitelere giriş yapmak, birkaç tıklama gerçekleştirmek bile destektir.
Şimdi sayınca eksik kalacak, başka da birçok iyi site var. Örneğin
kültürservisi. Aslı Uluşahin’in de aralarında bulunduğu güçlü, güzel bir ekip…
Aynı şekilde İlerihaber sitesi…
Bugünlerde Sevdalım Hayat sitesiyle birlikte hareket etmeye başlıyorum.
Orada iddialı, heyecanlı bir online okuma atölyesi projemiz var.
ANLAMAK: BAHTİYARLIK
Yazmak, galiba “anlatma”dan çok bir “anlama” uğraşı. Akıp giden hayatı anlamanın bir yolu. Yoksa sürekli bir şey anlatmak, sadece anlatmak sonucunda, okumaya değecek ne çıkabilir ortaya?
Kendi blogunuz
veya siteniz var mı?
Yok. Yeni yazı, yeni edebiyat ürünü yayımlamak için mutlaka editörü,
yayın kurulu olan bir kanal kullanmak gerektiğini düşünüyorum. İnternette veya
kağıda basılı olması önemli değil.
Yani herkes
yazmasın, diyorsunuz.
Yazsın. Fakat “ben yazdım oldu” mantığı kabul edilemez.
Elbette herkes birçok konuda düşünür. Çeşitli duygular hisseder. Yazmak,
düşündüklerini ve hissettiklerini doğaçlama konuşur gibi anlatmak değil ki.
Hele edebiyat! Bir çalışma, bir üretim işi bu sonuçta. Daha önce bir konuda
geliştirilmiş düşünceleri okumadan, işlenmiş temaları incelemeden o konuda
düşünce “beyan etmek”, o temayı işleyen bir roman yazmak, pek sağlıklı bir
istek olmasa gerek.
İçinde yaşadığımız hayatı ve daha önce üretilmiş yapıtları anlamaya
çalışırken, “Benim de bu konuda bir katkım olsun” diye söz alınabilir. Aslında yazmak,
galiba “anlatma”dan çok bir “anlama” uğraşı. Akıp giden hayatı anlamanın bir
yolu.
Biraz farklı
bir bakış açısı bu. Yeni bir düşünce gibi.
Teşekkür ederim. Doğrusu, yeni sayılmaz. Bildiğim birçok yazar, birçok
sanatçı, “anlamak”ı her şeyden fazla önemser. Büyük ustamız Nazım da konuyu
“Beş Satırla” şiirinde dile getiriyor:
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
Siz hep bu
iddiayla mı yazdınız? Yenilik ortaya çıkarmak, daha önceki düşünce ve yapıtlara
bir katkı sağlamak?
Bunu başardığımı söylemiyorum. Bu konuda yorum yapmam uygun olmaz. Ama
kitaplarımı yazma nedenimi böyle açıklayabilirim. Ve ancak böyle bir iddiam
olunca yazacağım.
Peki.
Okurlarımızı daha fazla yormayalım, birkaç hafif soru… En önemli, en
unutamadığınız anınız nedir, kitaplarınızla ilgili?
Bunu pek düşünmemiştim… Eee… Bir gece, Yaşar Kemal aramıştı. Evet, en
unutulmaz anım bu. Fabrika Yolu kitabımı ona göndermemin üzerinden bir iki
hafta geçmişti. Livaneli’nin telefonundan aradığı için, “Merhaba Zülfü Abi”
diye açmıştım. “Zülfü değil, Yaşar!” diye gürlemişti. Gelmiş geçmiş gözümdeki
en değerli insan, en büyük yazar… Titrediğimi hatırlıyorum.
Ne dedi Yaşar
Kemal, neden aramış?
Gönderdiğim Fabrika Yolu, bir öykü kitabıydı, onunla ilgili birkaç övücü
söz etti. “Aferin demek için aradım” diye başladı. Sonra, “ama bir uyarım
olacak” dedi. Hemen dinlemek istesem de “telefonda olmaz, uzun konuşacağız”
diye karşılık verdi. Merak ettim tabii, biraz üsteledim. Biçimsellikle ilgili, modaya
uymakla ilgili uyarılarda bulunacağını söyleyip “yakında buluşuruz, anlatırım.”
diye ekledi.
Katıldığınız
kültürel etkinlikler olmuştur herhalde. Ne tür etkinlikleri tercih ediyorsunuz?
İtiraf edeyim, okur olarak hiçbir fuara, imza gününe gitmedim. Anlamsız
buluyorum. Yazarla okurun gerçek buluşması, sessiz bir ortamda kitabın okunduğu
sırada gerçekleşiyor. Hele bu teknoloji çağında, internette her gün kitap fuarı
var. Bir okurun neden yollarda saatlerini harcayıp fuara gittiğini pek
anlayamıyorum.
Yazar olarak?
İlk yayınevim Ankara’daki fuarda, şimdiki yayınevim de İstanbul’da birer
imza günü düzenlemişti. Doğrusu; seminer veya panel gibi etkinlikleri dinleyici
olarak da konuşmacı olarak da daha çok seviyorum.
Yalova’da
edebiyatın bugünkü durumundan memnun musunuz?
Pek bir fikrim yok. Yıllardır bir iki kez Yılmaz Odabaşı’yla ve Hasan
Kıyafet’le buluşma fırsatımız oldu. Onlar da Yalova’da yaşıyor.
Yalova’da hiç
katıldığınız etkinlik olmadı mı?
İlk kitabım çıktığında, Eğitimsen’deki dostlar bir etkinlik düzenlemişti.
Sarsılmak romanım yayımlanınca da Yalova Kadın Meclisi böyle bir şey yaptı;
Ahmet İsvan’ı da konuk olarak davet etmişlerdi.
Bunların dışında Hacı Bektaş Vakfı’nın, Yalova Türkü Dostları’nın,
Haziran Hareketi’nin, Gençlik Kültür Evi’nin etkinliklerinde yer aldım. 2 Temmuz
Sivas anması, referandum paneli gibi.
TİYATRODAN, KİTAPTAN, MÜZİKTEN KORKUYORLAR
Aslında korkmakta haklılar. Halkın sanatı, özünde, insanlığın en belirleyici özelliği olan sorgulamayı, en kadim hali olan başkaldırmayı özendirir. Onların keyfi yönetimlerinin, baskılarının, saltanatlarının önündeki önemli bir engeldir bizim edebiyatımız!
Yalova’da
resmi kurumların ve özel sektörün kültüre bakışı nasıl? Yeterli değilse neler
yapılabilir?
Resmi kurumlar… Onların bakışı, kültür sanat etkinliklerine köstek olmak
yönünde.
Az önce sözünü ettiğim etkinlerden en anlamlısı, Gençlik Kültür Evi’ndeki
atölye çalışmalarıydı. Bu kültür evinin açılışını, iki yıl önce Zülfü Livaneli
yapmıştı. Daha çok üniversite öğrenci çevresinden gençler tiyatro, gitar,
fotoğrafçılık gibi alanlarda atölye çalışmaları düzenliyorlardı. Bir de okuma
atölyesi kurmuşlardı. Benden de bunu yönetmemi istemişlerdi.
Atölye katılımcılarıyla iki haftada bir toplanıyorduk. Herkes belirlenmiş
kitabı okumuş olarak geliyordu ve hakkında konuşuyorduk. Çerçeveyi biraz
genişletmeyi, Yalova halkına da açık hale getirmeyi, konuk yazar falan davet
etmeyi düşünüyorduk.
Ne var ki, bu yıl atölye çalışmaları yapılamadı. Çünkü Gençlik Kültür
Evi, bir OHAL kararnamesi ile kapatıldı.
A, nasıl
olur, kültür sanat çalışmalarına neden engel oluyorlar?
E, demek ki sürekli “kitap okuyun” deyip durmaları sadece kendi empoze
ettikleri kitaplar için geçerli. Demek ki onlar da bazı kitapların halka
faydalı, “bağzı” kitapların da iktidara faydalı olduğunun farkında. Demek ki kendi
OHAL’leri için bizim kültür sanat etkinliklerimizi tehlikeli buluyorlar. Tiyatrolarımızdan,
müziğimizden, türkülerimizden; yani toplanmamızdan, bir araya gelmemizden
korkuyorlar.
Aslında korkmakta haklılar. Halkın sanatı, özünde, insanlığın en belirleyici
özelliği olan sorgulamayı, en kadim hali olan başkaldırmayı özendirir. Onların
keyfi yönetimlerinin, baskılarının, saltanatlarının önündeki önemli bir
engeldir bizim edebiyatımız!
Onlar; Homeros’un, Pir Sultan’ın, Yaşar Kemal’in olmadığı bir memleket
isterler. Biz ise, onlardan kültür sanata bir destek beklemiyoruz. Acıyı bal
eylemeye hazırız. Buna alışkınız. “Resmi kurumlar”a değil ama halkımıza,
okurlarımıza, Hasan Hüseyin’in dilinden sesleniyoruz: “Kör olasın demiyorum,
kör olma da gör beni!”
Evet, tam
tehlikeli sulara dalacakken, söyleşimizin sonuna geldik.
Daldık bile, geç kaldınız.
Şaka bir
yana, keyifli ve anlamlı bir iş oldu benim açımdan. Bu söyleşi için teşekkür
ederim.
İlk kez Yalovalılara bir Yalova gazetesinden sesimi ulaştırma fırsatı
bulmuş oldum. Ben teşekkür ederim.
Mavi, yeşil ve bolca melankolinin olduğu Yalova' ya edebiyattan daha çok yakışacak bir sanat dalı yok sanırım. Sanatçılarımızın arttığı ve sanatın daha da kıymet kazandığı günler diliyorum şehrim için. Çok anlamlı bir söyleşi olmuş. Keyifle okudum...
YanıtlaSil