Huzursuz Toprakların Hikayesi- Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Huzursuz Toprakların Hikayesi- Hande Çiğdemoğlu

Huzursuz Toprakların Hikayesi- Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

Katılımcı: mavitoprak / Hande Çiğdemoğlu
Tarih:  Ekim/2017
Kitap: Huzursuzluk, Zülfü Livaneli, Ocak 2017, 154 sayfa
Tema: Acı, inanç, zulüm, hırs, sevgi, merhamet, azim
Konu: Zulüm gören, zulümden kaçan, sığınan, sığındığı yerden kaçan insanlar, bunlardan biri, Zulme insanlığıyla, yani sevgi ve merhametiyle kalkan olmaya çalışan bir diğeri, günlük hayat sanrısından geçmiş ve gerçekliğine dönen biri daha. Meleknaz, Hüseyin, İbrahim ve diğerleri... Ezidiler, Mardin, Işid, tarih, adetler, inançlar, insanlık suçları Livaneli’nin etkileyici anlatımıyla kitapta hayat buluyor. 
Anlatım: Livaneli'nin alışkın olduğumuz yalın ve etkileyici dili, yerli yerinde bir kurgu ve yoğun duygu aktarımı ile bizi hikayeye  hapsediyor. 
Çağrışım:

Huzursuz Toprakların Hikayesi

Son sayfayı okuyup kitabı kapattığımda, benliğimi saran duygu, tam olarak kitabın ismi gibiydi. Huzursuzluk! Bu, Livaneli'nin hikayesinin yoğunluğu, içimizdeki ses kadar yakın, etkileyici dili ve ustaca bizi yöneten kurgusunun eseriydi elbette. Hikaye hızla akarken durup düşünme fırsatı bulmadığım birçok kavram,  havada asılı kaldı, düzene girip yerleşmek için sıra beklemeye başladı. Kafam  karışmış, ruhum ise fena halde sıkışmıştı.

Ne kadar çok şey sorguladık bu kitapla. İnanç, hırs, azim, merhamet, sevgi, zulüm... İnsanlığı tartıştık. İçimizdeki iyiyi, kötüyü, şeytanı ve meleği. Ve tabii aşkı... Erkekleri gördük zulmeden, acıtan, yaralayan. Ve yine erkekleri gördük seven, acıyan, merhem olmaya hevesli... Ve kadın vardı hikayede. Zulüm gören, acı çeken, korkan, kızan, nefret eden ama sonunda her şeyden, kötülükten bile daha güçlü olan kadınlar. Zilan, Meleknaz, Nergis... Onlar, IŞİD zulmünü en acı şekilde yaşayan, kendilerini insanlığın kırılmış dalları olarak gören Ezidilerdi. Nergis, "Ben bir insandım." diyordu çocuk bedeninde bu yükü taşıyamadığını anladığı son anında.

Düşündük insanlık neydi? O ağacın dalı da, dalı kıran da insandı. Meleknaz'a zulmeden de, sevdalanan da, oğlu Hüseyin'den onu karnına alsa bile artık koruyamayacağını duyan ama vazgeçmeyen anne de, Hüseyin'in hikayesinde kendi yitmiş gerçekliğini bulan ve aslında kendi kavgalı sesiyle barışmak için Meleknaz'ın peşine Hüseyinmiş gibi düşen İbrahim de, Hüseyin'in yüce ruhunu, domuz yağına bulanmış bıçakla aşağılayacağını düşünen ırkçı katiller de insandı. "İnsan kılığındaki her yaratığın içindeki canavarı görürsün." diyor yazar. Peki bu canavarı kim besliyordu? İnanç mı, tarih mi, medeniyetler mi, coğrafya mı, yoksa öykündüğümüz Tanrı mı?

İnsanlık tarihi ne çok inanç gördü. İnanmak ihtiyaçtı, insan inanmak istiyordu. Ve insan, kendi varoluşunu yüceltmek adına, evreni ve kendisini yaratan yaratıcıya başka başka isimler koyarak bağlandı. Dinler, mezhepler, sonra adetler, göreneklerle yoğruldu. İnanç, özünde insanı naifleştiren, iyileştiren, bir araya getiren bir şey olmalıydı. Oysa insan, nefesi olduğunu düşündüğü Tanrı’sının, merhameti ve iyiliği yerine kudretini almayı seçti. Bunu da acemice zalimliğe dönüştürerek, kendini de, tarihi de çirkince bu yanılgının içine hapsetti. İnsan kibirli ve hırslıydı. Kendini diğerlerinden üstün gördü. Üstelik bunu kendi seçmediği ırkına, inancına bağladı.. Kendi kanıyla sarhoş olan develer gibi doymadı kanamaya da, kanatmaya da...

İnanç, ”Her şeyden önce” gelmeseydi insanı özgürleştirecek, güzelleştirecek bir şeydi ama insan, inançlarını gönüllü hapishane haline getirdi. Tıpkı etrafına çizilen çemberden çıkamayan, göğün, denizin renginden sakınan Ezidiler gibi. Tıpkı kendinden bir farkı olmayan iki ayaklı, düşünen, hayal eden, güzel mahlukların özgürlüğünü, ırzını hatta canını almaya cüret eden IŞİDçiler gibi. Tıpkı gönül bağını inanç bağına düğümleyip evlenemeyen Müslüman-Ezidi aşıklar gibi. "Bu topraklarda inanç herşeyden önce gelir." diyor Huzursuzluk’taki bir kahraman. Ki 1600 yıl öncesinin dün sayıldığı topraklardı bu. Aşkın, sevginin, ağacın, taşın, yıldızların yani insan ruhunun dokunduğu her şeyin masalsı ve derin bir sanatla tarihleştiği bir dünya. Hani o elindekini bırakıp, diğer askıyı tutamadan düşen trapezciler gibi yüzü batıya dönük ama kökleri buraya ait insanların doğup büyüdüğü büyülü topraklar.

"Coğrafyamız kaderimizdi." Oysa bu kaderi biz yazmıştık. Güzelliğin, iyiliğin, umudun meridyeni olacak kadar değerli topraklarda biz hırslarımızın kurbanı olduk. Merhamet, karşımıza hep bir insanlık meziyeti gibi çıktı. Oysa insan olmanın ayrılmaz parçasıydı. Tıpkı sevmek ve umut etmek gibi. Merhamet dediğimiz erdemi, güzel görünmek için giydik üzerimize ama bedenimizi sıkmaya başlayınca bir elbise gibi çıkarıp attık. Şefkatle karıştırdık, aşka bulaştırdık. Halbuki, şefkat sevgi, merhamet acıma barındırıyordu. Aşk hayranlıktan doğar, merhametle olsa olsa taçlanırdı. Acıyarak sevmek aşk değildi. Hayranlıkla, tutkuyla, azimle, hasretle korkuyla sevmekti aşk. Aşk, bu topraklarda tarih boyu böyle yaşanmış, dile gelmiş, şiire, masala dönüşmüştü. Tıpkı Mardinli Hüseyin'in iyi ve masum yüreğini, Meleknaz'a hayranlıkla, tutkuyla armağan etmesi gibi.

Sonrasında İbrahim de bu masalın içine girmiş, bu aşkı bir emanet gibi teslim alarak, hoyratlaşan ruhunu iyileştirmek, sıradan hayatını anlamlandırmak istemişti. Onu tutkuyla Meleknaz'ın peşine sürükleyen aşkı değil, kendi içsel kavgasını bitirmek, soğuyan yüreğini ısıtmak, insanlığın can acıtan yükünü vicdani sorumluluğunda eritmekti. Meleknaz ise "Merhamet zulmün merhemi olamaz." diyerek İbrahim'i ötelemişti. Çünkü Meleknaz acılıydı. Acı güç getirir insana. İyiliğin-kötülüğün, doğrunun ve yanlışın ötesine, acının kanadına binip geçmiş insanlar öylesine güçlüdürler ki,  merhametten çok hayranlık duymak belki de hürmet etmek gerekir. Çünkü onlar korkmaz, ürkmez ve aslında belki de bundan sonra asla sevemezler.

Bir insanı böylesine insanlığın ötesine geçirenler de, insanlığın suçunu kendi insanlıklarıyla örtmeye çalışanlar da, birbirine zulmeden, acıtan, kanatanlar da, seven, koruyan, merhem olanlar da insan! İnsanlığın yüzü, merhamete mi, yoksa zulme mi dönük? Bu soru belki de hiç cevap bulmayacak. İnsanlık, belki de var olduğu sürece hırslarının, çirkinliğinin, zalimliğinin tarihini yazacak. Ama biliyorum ki bu devran, ruhundaki zarafeti, merhameti, sevgiyi yanına alıp umudunu kaybetmeden ve iyilikten yüz çevirmeden zulme karşı direnen insanların hürmetine dönecek. Ve "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey..."

Hande Çiğdemoğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder