Köpekdişi Ne Kadar Sağlam?
Görece biraz eski bir filmden
bahsedeceğim; Köpekdişi. 2009
yapımı Dogtooth, birer yetişkin olan çocuklarını 'geçmişlerine dayalı, iz
bırakarak üstü örtülmüş bir yaşantıdan dolayı' ev hapsinde tutan ve 'dışarı'nın bilgisini 'ihtiyaca göre' yeniden yazan bir anne-babanın ilk bakışta sıradışı sayılabilecek ümitsiz ve kara hikayesini
anlatıyor. Yorgos Lanthimos imzasını
taşıyan film yer yer Bnuel'imsi,
sürreel bir yapı içinde biçimlenirken, sinema cephesinin kara film bölüğüne de hatırı sayılır bir başyapıt armağan ediyor. Angelopoulos ve Gavras gibi yazar-yönetmenlerle tanıdığımız Yunan sineması sarsıcı
bir sinemacı daha gönderiyor sinema severlere. Lanthimos'un ikinci uzun metrajlı filmi olan Dogtooth sakin ilerleyen hikayesiyle,
görüntü kullanımındaki titizliği ve usta oyunculuklarıyla övgüyü hak ediyor. Ama en önemli övgüyü de
insanın insan olma halini anlatışındaki samimiyetle kazanıyor.
İki kızkardeş ve bir erkek
kardeş...Anne, baba...güvenlik görevlisi Christina...Filmin tüm hikayesi bu
altı kişi arasında geçiyor ve altı kişilik sosyometriyi mükemmel bir şekilde
önümüze koyuyor Lanthimos. Bu gösterme, aslında yıllardır alışık olduğumuz iki
boyutlu, kağıt üzerinde bir sosyometri diyagramından çok, katmanlarıyla geçişler
yapan, üç boyutlu toplumsal tanı niteliği taşıyor. Altı kişiyi kullanarak nasıl
bir katmanlar dizgesi oluşturabilirsiniz? Bunun cevabını da ustalıkla veriyor
yönetmen. Öfke, şiddet, mutluluk, haz, merak, sabit fikir ve alışkanlıklar
yanında daha bir çok kavram bir bakıma yeni bir boyutta tekrar biçimleniyor. Kızkardeşlerin
birbirleri ile ilişkisi, kızkardeşlerin erkek kardeş ile ilişkisi, erkek
kardeşin Christina ile ilişkisi ve herkesin herkesle ilişkisi... İnsanın
olagelen yazgısını değiştirmeye değil, bu yazgıya boyun eğmişliği sıkı bir
şekilde kaşıyan film yer yer rahatsız edici boyutlara da ulaşıyor. İzleyicide
devamlı bir merak uyandırma amacı olduğunu hiç düşünmüyorum Lanthimos'un. Bunun yerine 'hadi yüzyıllardır süregelen yazgımıza tekrar bir bakalım' havasında
bir düşünsel eylem sözkonusu Dogtooth'da.
Bütün bunları hangi düşünceye
hizmet etmek için yapıyor ki yönetmen? Bize antropolojik bir açılım mı sunmak
istiyor? İnsanın bilgi temelini oluşturma süreçlerini mi anlatmak istiyor?
Yoksa dogmalara deneysel bir başkaldırı mı? Tek bir okuması olamaz Dogtooth'un.
Asıl özgürlüğün, ancak ve ancak köpek dişi düştüğünde yaşanabileceğini
vurgulayan bir zihin ile monarşilerin yapı bütünlüğü arasında gayrı resmi bir
köprü olduğu muhakkak. Mutlak otorite kural koyucudur. Yapı bütünlüğünü
sarsacak her eylem kısmen cezaya maruz kalır. Otoritenin inanç sistemi
yargılanamaz. Dogmadır. Sorgulanamaz da. Otorite efendiliği, efendilik de
feodal yapıyı koşullar. Otoriteye 'yamuk' yapan Christina acımasız bir şekilde
cezalandırılır. Çünkü onun 'bilgi'ye zarar verdiği gerçeği hakimdir. Bilgi
tektir ve eğrilip bükülemez derecede serttir. Köpekdişi gibi mükemmel bir
sağlamlığa sahiptir. 'Bilg'yi alan da veren de suçludur. Ama veren daha çok
suçludur. Bu, adalet sistemini de düşündüren bir olgudur filmde. Hukuk
uyuşturucu madde satanları kullananlardan daha çok cezaya çarptırır. Filmde
yaratılan adalet duygusu da bu yüzden sahicidir. Bize tanıdıktır. Aynı ensestte
olduğu gibi. Christina'nın zarar vereceği görüldüğünde 'başka bir alternatif
olmadığından' iki kızkardeşten bir devreye girecektir. Ama seçme yöntemi
kullanılacaktır burada. Bu durum da bizi adalete götürür. Seyirci olarak
içimizi rahatlatır. Zorlama yoktur, bunun yerine seçimler vardır. Erkek kardeş
gözleri kapalı olarak iki kardeşine de 'hayvansılıkla' dokunur. Gerek ve yeter
ilişkisi olguları kavramak için kaçınılmaz başvuru kaynağıdır. Kadın, erkek ve
kutsal kitap metinlerine kadar sürüklenen bir yapbozun içinde bulabilirsiniz
kendinizi. Eh, buna da şükür.
Sonuç olarak Dogtooth efendi efendi oturup izlenecek bir film. Yönetmen
kendi feodal yapısını kurmayı becerdiği için de biz izleyicilere kul olmaktan
başka bir şey düşmüyor. İnandırıcılığı, doğruluğu içine içine çekiyor. Şimdiye
dek öğrendiklerimizi, bize öğretilenleri, gösterilenleri tek tek düşünmek
yersiz. Gerçeklik ancak siz ona boyun eğdiğinizde vardır. Orada öyle durur. Siz
uzanıp onu alana kadar. Aldığınızda da başınız belada demektir. Çünkü gerçeklik
elinizi yıkadığınız sabun gibidir de; elinizi temizleyen...Ya da sizi
temizledikçe küçülen, giderek yokolan. Köpek dişiniz sallanmaya başladığında
tekrar bir geri dönüp düşünmek...O kadar bekleyecek miyiz? Filmlerin, hikayelerin, müziğin bu etkisini
çok seviyorum. Her bir parça içimizde bir yerlerde bir şeyleri harekete
geçiriyor. Belki farketmiyoruz. O bir şeyler de başka birşeyleri... İnsan
domino etkisiyle oluşumunu sürdürüyor. Ya da...Mikado'nun Çöpleri gibi... Hangisi
dersiniz? Sahi, köpekdişi de bizim, insanın kendi feodal yapısını, otoritesini,
vazgeçilmez doğrularını göstermek için ideal bir nesne değil midir? Göstergebilim
sağolsun. Bize bu silahı kendileri bahşettiler de, biz de oynayıp duruyoruz.
Peki, ya başkaldıran yanımızı hangi nesneyle, organımızla açıklayacağız? Hadi
canım, o kadar da ketum olmayın...Köpekdişi ne kadar sağlamsa başkaldıran
yanımız da o kadar zayıf. Yazgımız bu belki. Kimbilir?
Ender Macun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder