Ahmet, sakin adımlarla
yürüyor. Soğuk ama güneşli bir günde, iş saatinde, bir yere yetişme derdi
olmadan dolaşıyor. Kornaların, bağrışmaların, koşuşturmaların arasından yavaşça
geçiyor. İşsizliğinin ilk gününü huzurla yaşıyor.
Dünyanın Uğultusu
romanının giriş sayfalarında anlıyorsunuz ki, işsizlik demek, başka birçok
şeyin yanı sıra, mecbur bir telaşın dışına çıkmak demekmiş. Hele Ahmet gibi
biraz birikiminiz varsa, iş bulmak için çok aceleniz yoksa, ne güzel şeymiş,
yavaşlık.
YAVAŞÇA AKAN HİKAYE
Bu kitabı okumaya,
akşam vakti, sessiz bir odada, karanlık pencerenin önüne oturup başlamalısınız.
Dışarıda akan hayatın hızıyla aranızda bir cam bulunmalı. Hiç aceleniz olmamalı.
Romandaki olayların nasıl gelişeceğini bile merak etmemelisiniz. Öyle tekdüze
ilerlemeli gözleriniz. Satır satır.
Zaten isteseniz de
hızlanamazsınız. Örneğin, biri arayıp sizi çay içmeye çağırsa, şu bölümü bitirip
gideyim diye düşünseniz, hızlıca okumaya çalışsanız, olmaz. Hızlanamazsınız.
Çünkü kimliği, kişiliği
olan bir kitap bu. Kendi atmosferi, kendi sesi ve kendi hızı var. Nasıl
okunacağını kendi belirliyor. Ama okura yeterince özgür alan da bırakıyor. Kişiler,
mekanlar, anlamlar zihninizde canlanıyor. Birlikte üretiyorsunuz bunları.
O dingin atmosfer
içinde, Ahmet’le birlikte dolaşıyorsunuz. Onun tanıştığı kişilerle
tanışıyorsunuz. Ahmet’in hayatını, ruhunu, dünyasını tanıyorsunuz.
Sonra, gözleriniz yorulunca,
kısa bir ara vermek için başınızı kitaptan kaldırıyorsunuz. Pencereden dışarıya
bakıyorsunuz. Serilip giden karanlık gecenin içinde ışıklar. Camın bu tarafındaki
kurgusal dünyayla dışarıdaki gerçek hayat, birbirlerine olması gerektiği kadar
yakın. Olması gerektiği kadar uzak.
HAYATIN SESİ
Sokak lambaları,
insanların evlerine gitmek için koşuşturduğu sokakları aydınlatıyor. Aynı esnada,
aynı sokaklarda, nereye gideceğini bilemeyen insanlar da avare dolaşıyor. Evine
dönmek istemeyen bir genç kız, ekmek alamamış olan bir adam, nişanlısının evine
koşar adım ilerleyen bir delikanlı birbirlerinin yanından geçiyorlar.
Karanlık gecenin
içindeki pencere ışıklarına da bakıyorsunuz. Perdeleri çekilmiş, açık
bırakılmış, içinde gülünen, ağlanan, ulaşılmak istenen, kurtulmak istenen,
sessiz, gürültülü odalar.
O odalardan birinde,
bir kadın, çocuğunu hırpalıyor. Çocuk bilemiyor asıl nedeni. O saate kadar eve
gelmemiş olan babasından dolayı, annesinin öfkeli olduğunu.
O odalardan birinde, bir
adam karısına bağırıyor. Kadının ertesi gün pazara çıkacağını söylemesi üzerinden
henüz yarım saat geçmiştir… Adam, başka bir vesile ortaya çıkınca öfkesini dışa
vuruyor ama pazara gitmek için gereken para meselesi…
O odalardan birinde, bir
kız çocuğu, öksürüğünü tutmaya çalışıyor. Öksürünce annesi kızıyor diye.
O odalardan birinde,
bir adam, evlerinde bulunan annesine hissettirmeden, karısından özür diliyor,
sabahki sözleri için. Kayınvalide anlıyor.
O odalardan birinde, bir
genç kız, televizyonun sesini daha da açıyor. Üst kattaki aile kavgasının gürültüsünü
bastırmak için, ekrandan gelen silah seslerini yükseltiyor.
O odalardan birinde, bir
çocuk, odanın kapısı aralanınca, uyuyormuş gibi gözlerini kapıyor. Kandırıkçılık
yapıyor annesine.
Sonra, romana
dönüyorsunuz: “Orada ya da burada, o biçimde ya da bu biçimde, işte güçte ya da
işsiz, lüks içinde ya da yoksullukta, yalnız ya da sevgiliyle, çoluk çocukla
birlikte geçiyordu ömürleri, ama yaşamak...” Dışarıda yaşananların ve romanda
olup bitenlerin sesleri birleşerek uğultu haline geliyor. Dünyanın Uğultusu.
KARANLIKTA BİR IŞIK
Ahmet, hemen
yanınızdaki pencerenin dışında kalan insanların çoğundan biraz daha üst
sınıftan biri. Biraz daha yüksek bir yaşam standardı var. Çoğunluğu oluşturan
kesim içinden değil, ama yine de pencerenin diğer tarafındaki hayattan.
Sayfalar ilerledikçe iyice
tanıyorsunuz Ahmet’i. Onu tanımak, dışarıdaki hayatı tanımak anlamına da
geliyor.
Ah, romanın bazı
yerlerinde, duygusallık yaratmak amacı hissedilmeseydi; cümlelerin öyle
şekillendirilmesine gerek görülmeseydi diye bir iki kez içinizden geçse de… Bir
edebiyat yapıtı okumanın tanıdık ama az rastlanan tadıyla mutlu oluyorsunuz.
Karanlık gecenin içine
dağılmış binlerce ışıktan biri de, sizin pencerenizden sızıyor. Geceye bakıp, “o
odalardan birinde” bir hayat yaşandığını düşünen kişi, tahmin edebilir mi
acaba, aynı esnada, tam da o konuda bir kitap okumakta olduğunuzu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder