Aynı Esnada - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Aynı Esnada - Zafer Köse

Aynı Esnada - Zafer Köse

Paylaş

Ahmet, sakin adımlarla yürüyor. Soğuk ama güneşli bir günde, iş saatinde, bir yere yetişme derdi olmadan dolaşıyor. Kornaların, bağrışmaların, koşuşturmaların arasından yavaşça geçiyor. İşsizliğinin ilk gününü huzurla yaşıyor.

Dünyanın Uğultusu romanının giriş sayfalarında anlıyorsunuz ki, işsizlik demek, başka birçok şeyin yanı sıra, mecbur bir telaşın dışına çıkmak demekmiş. Hele Ahmet gibi biraz birikiminiz varsa, iş bulmak için çok aceleniz yoksa, ne güzel şeymiş, yavaşlık.

YAVAŞÇA AKAN HİKAYE

Bu kitabı okumaya, akşam vakti, sessiz bir odada, karanlık pencerenin önüne oturup başlamalısınız. Dışarıda akan hayatın hızıyla aranızda bir cam bulunmalı. Hiç aceleniz olmamalı. Romandaki olayların nasıl gelişeceğini bile merak etmemelisiniz. Öyle tekdüze ilerlemeli gözleriniz. Satır satır.

Zaten isteseniz de hızlanamazsınız. Örneğin, biri arayıp sizi çay içmeye çağırsa, şu bölümü bitirip gideyim diye düşünseniz, hızlıca okumaya çalışsanız, olmaz. Hızlanamazsınız.

Çünkü kimliği, kişiliği olan bir kitap bu. Kendi atmosferi, kendi sesi ve kendi hızı var. Nasıl okunacağını kendi belirliyor. Ama okura yeterince özgür alan da bırakıyor. Kişiler, mekanlar, anlamlar zihninizde canlanıyor. Birlikte üretiyorsunuz bunları.

O dingin atmosfer içinde, Ahmet’le birlikte dolaşıyorsunuz. Onun tanıştığı kişilerle tanışıyorsunuz. Ahmet’in hayatını, ruhunu, dünyasını tanıyorsunuz.

Sonra, gözleriniz yorulunca, kısa bir ara vermek için başınızı kitaptan kaldırıyorsunuz. Pencereden dışarıya bakıyorsunuz. Serilip giden karanlık gecenin içinde ışıklar. Camın bu tarafındaki kurgusal dünyayla dışarıdaki gerçek hayat, birbirlerine olması gerektiği kadar yakın. Olması gerektiği kadar uzak.

HAYATIN SESİ

Sokak lambaları, insanların evlerine gitmek için koşuşturduğu sokakları aydınlatıyor. Aynı esnada, aynı sokaklarda, nereye gideceğini bilemeyen insanlar da avare dolaşıyor. Evine dönmek istemeyen bir genç kız, ekmek alamamış olan bir adam, nişanlısının evine koşar adım ilerleyen bir delikanlı birbirlerinin yanından geçiyorlar.

Karanlık gecenin içindeki pencere ışıklarına da bakıyorsunuz. Perdeleri çekilmiş, açık bırakılmış, içinde gülünen, ağlanan, ulaşılmak istenen, kurtulmak istenen, sessiz, gürültülü odalar.

O odalardan birinde, bir kadın, çocuğunu hırpalıyor. Çocuk bilemiyor asıl nedeni. O saate kadar eve gelmemiş olan babasından dolayı, annesinin öfkeli olduğunu.

O odalardan birinde, bir adam karısına bağırıyor. Kadının ertesi gün pazara çıkacağını söylemesi üzerinden henüz yarım saat geçmiştir… Adam, başka bir vesile ortaya çıkınca öfkesini dışa vuruyor ama pazara gitmek için gereken para meselesi…

O odalardan birinde, bir kız çocuğu, öksürüğünü tutmaya çalışıyor. Öksürünce annesi kızıyor diye.

O odalardan birinde, bir adam, evlerinde bulunan annesine hissettirmeden, karısından özür diliyor, sabahki sözleri için. Kayınvalide anlıyor.

O odalardan birinde, bir genç kız, televizyonun sesini daha da açıyor. Üst kattaki aile kavgasının gürültüsünü bastırmak için, ekrandan gelen silah seslerini yükseltiyor.

O odalardan birinde, bir çocuk, odanın kapısı aralanınca, uyuyormuş gibi gözlerini kapıyor. Kandırıkçılık yapıyor annesine. 

Sonra, romana dönüyorsunuz: “Orada ya da burada, o biçimde ya da bu biçimde, işte güçte ya da işsiz, lüks içinde ya da yoksullukta, yalnız ya da sevgiliyle, çoluk çocukla birlikte geçiyordu ömürleri, ama yaşamak...” Dışarıda yaşananların ve romanda olup bitenlerin sesleri birleşerek uğultu haline geliyor. Dünyanın Uğultusu.

KARANLIKTA BİR IŞIK

Ahmet, hemen yanınızdaki pencerenin dışında kalan insanların çoğundan biraz daha üst sınıftan biri. Biraz daha yüksek bir yaşam standardı var. Çoğunluğu oluşturan kesim içinden değil, ama yine de pencerenin diğer tarafındaki hayattan.

Sayfalar ilerledikçe iyice tanıyorsunuz Ahmet’i. Onu tanımak, dışarıdaki hayatı tanımak anlamına da geliyor.

Ah, romanın bazı yerlerinde, duygusallık yaratmak amacı hissedilmeseydi; cümlelerin öyle şekillendirilmesine gerek görülmeseydi diye bir iki kez içinizden geçse de… Bir edebiyat yapıtı okumanın tanıdık ama az rastlanan tadıyla mutlu oluyorsunuz.

Karanlık gecenin içine dağılmış binlerce ışıktan biri de, sizin pencerenizden sızıyor. Geceye bakıp, “o odalardan birinde” bir hayat yaşandığını düşünen kişi, tahmin edebilir mi acaba, aynı esnada, tam da o konuda bir kitap okumakta olduğunuzu?






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder