Hayaller Paris - Asiye Açar - Sevdalım Hayat
Hayaller Paris - Asiye Açar

Hayaller Paris - Asiye Açar

Paylaş

İzlediğim filmlerin etkisiydi herhalde, Paris deyince aklıma lüks bir otel odasının Eyfel Kulesi’ne bakan penceresinde uçuşan beyaz tül perdeler gelirdi. Cam kapıları iki yana açarak minik Fransız balkona çıkar ve şehrin muazzam manzarasına -otelinin fiyatına göre- olabildiğince yüksek bir noktadan bakarsınız…

Ancak Paris'le tanışmam pek hayalimdeki gibi olmadı. Biri iki, diğeri beş yaşında iki çocuk, sırt çantalarımız, ben ve eşim. İlk izlenim, envai çeşit insanla  dolu karma karışık bir havaalanı.

Metroya binerek ev değiş tokuş sistemi ile kalacağımız eve gittik. Fransız misafirlerimiz Michael ve Nicole bizim evimize yerleşmişlerdi bile. O sırada, büyük ihtimalle İzmir'in temmuz sıcağında insani boyutta serinleyebilmek için klimayı kurcalıyorlardı.

15 gün turist gibi değil de bir Fransız gibi yaşadık. Onların mahallesinde onların gittikleri marketlere, manavlara, pazarlara, mağazalara gittik. Fransız komşularımız oldu ve hemen hemen onlar nasıl yaşıyorsa öyle yaşadık.

Tabii ki, Paris’te Eyfel'i görmeden, Louvre müzesine gitmeden -en azından görkemli bahçesinde dolaşmadan- gemi ile Sen Nehri turu yapmadan, Şanzelize'de yürümeden olmaz. Hele Notre Dame Kilisesi, bayılırsınız…

Ancak benim daha önce hakkında hiç bilgi sahibi olmadığım ve ziyaret ettiğimde çok etkilendiğim unutulmayacak bir yer vardır Paris’te. Pere Lachaise Mezarlığı. Neredeyse ilçe büyüklüğünde bir açık hava müzesi gibi ya da büyük huzurlu bir park gibi.  1803'den beri hep ünlü sanatçılar, yazarlar, politikacılar buraya gömülmüş. Rossini, Bellini, La Fontaine, Balzac, Moliere, Oscar Wilde ve daha kimler... Bizden de Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya var.  Hani derler ya “Burada tarih yatıyor.”

Sokak sokak geziyorsunuz Pere Lachaise Mezarlığı’nı. Uzun çam ağaçlarının serinliğinde saatlerce kalabilirsiniz gibi hissediyorsunuz. Her bir mezar taşı birer sanat eseri gibi. Heykeller, mum yakılıp çiçek koyulan mezar odaları, kimi ölülerin küllerinin saklandığı kutular...

Ve elbette, bu mezarlıktan bambaşka duygular veren yerleri var Paris’in. Milen Ruj'daki gösteriler, Paris'in gökdelen bölgesi La Defense, sakin ve düzenli  köyler, her mahalledeki Türk kebapçılar, yol üstünde girdiğiniz alışılmadık dükkanlar, kafeler, tuhaf Fransız peynirleri, sudan ucuz şaraplar…

Paris'teki sayılı günlerimiz çok çabuk geçti. Emanet evimizi temizleyip, aldığımız gibi bıraktık. Döndüğümüzde evimizi de gayet güzel bulduk. Vesselam biz iki çocuklu bir aile olarak diğer tatillere oranla oldukça hesaplı olan ev değiş tokuş sistemini sevdik. Darısı bundan sonraki gezilerimizin başına.

Bu on beş günün sonunda, Fransa hakkında oluşmuş mitleri bir bir çürütmek isterim...

“Fransızlar dilleri konusunda çok hassastır. Başka dil bilseler bile onlarla Fransızca konuşmanızı isterler.”
Havaalanında indiğimden beri herkes benimle İngilizce konuşuyordu. Dayanılmaz cazibemden de olabilir...

"Fransızca konuşmazsan yardım etmezler, arkalarını dönüp giderler"

Her söylediğimizi anlamaya çalıştılar, birçok kez, yardımcı olmak için adeta ısrar ettiler. Sanırım çocukların tatlılığının bize çok faydası oldu. Bir de, eklemek gerek, güler yüz her yerde birçok kapıyı açıyor. Bir hanım, kartıyla beni metro gişesinden geçirdi, oğlumun scooterini tüm  karşı koymalarımıza rağmen merdivenden indirdi, bir başka hanım elimizdeki haritaya baktığımızı görünce kendiliğinden gelip hemen yardım teklif etti… Birçok kişi bizim rica etmemize gerek kalmadan metro giriş-çıkışlarında kızımın arabasını taşıdı.

“Gelişmiş bir Avrupa kentidir.”

Evet, gelişmiş bir kent elbette. Çokça kullanılan elektrikli araçlar ,halkın kullanımına açık bisikletler… Metro yüzyıllar önce yapılmış ve yerin altında bazı istasyonlarda üç katta üç tren üst üste başka güzergahlara gidiyor.  Ancak çoğunun artık yenilenme zamanı gelmiş. Bazı istasyonların engelli veya bebek arabalılar için neredeyse kullanılamaz durumda olması şaşırtıcıydı. Birçok durakta asansör ve yürüyen merdiven yoktu.


“Paris'e çift gidilir.”

Vallahi herkes çoluk çocuk gelmiş...


“Paris romantiktir”

İki gönül bir olursa samanlık seyran olur, değilse Eyfel naapsın!


“Paris'te Parizyenler yaşar”

Faslılar, Cezayirliler ve Türkler yaşar.

Türkler de dahil, birçok yabancı kökenli, birçok göçmen yaşıyor Paris’te. Özellikle

Faslılar ve Cezayirliler fazla. Sadece beyaz Fransızların yaşadığı bir şehir diye düşünerek giderseniz, beklediğinizden oldukça farklı bulursunuz.

Yerin altında labirent gibi örülmüş metro ağlarının yapımında hep Cezayirli ve Faslı Fransız vatandaşları çalışmış. Bu sebeple hiç de üvey evlat gibi değiller.

Hatta bazen, Paris’i, çoğunluğu Ortadoğulu ve Afrikalılardan oluşan bir şehir gibi görebiliyorsunuz. Hani bembeyaz tenli ince uzun Fransız erkekleri ve Fransız şıklığını beynimize kazımış Fransız kadınları var ya… Pek yoklar.

“Paris'e girince büyülendim!”


Hayır ürktüm! Kocaman, kozmopolit bir şehir; çantamı ve kendimi kollamalıyım diye düşündüm.

Ve geçen aylardan sonra, birkaç fotoğrafa göz atalım:

      
La Defense, Paris'in gökdelen bölgesi

Pere Lachaise Mezarlığı



Ünlü Fransız kafelerinden biri

Louvre Müzesi'nin bahçesi


Kaldığımız apartmanın garajında bir Ferrari var, üstünü örtmüşler. Nazar olmasın diye herhalde...

Gelin gezmesi her yerde...

Uzaktan görünmüyor ama insanlar şemsiyelerin altında şezlonglarda uzanıyorlar. Yetkililer, Sen Nehri kıyısına Ağustos ayında kum döktürüyor, insanlar gelip güneşleniyor. Hayır, Sen Nehri’nde falan yüzmüyorlar, ıslanmak isteyen duşlarda yıkanıp geliyor, güneşlenmeye devam ediyor...


Asiye Açar



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder