Henüz beş yaşındaydı. En
sevdiği oyuncağıydı, üç tekerlekli kırmızı bisikleti. Onu evinin
bahçesinde oradan oraya sürmekten büyük keyif alıyordu. Annesi izin verirse
sokakta da bir aşağı bir yukarı bisikletini sürüyor, her sürüşünde de arkasında
"bi tur bineyim mi?" diyerek koşuşup duran arkadaşları oluyordu.
Arkadaşlarının da sırayla bisikletine binmesine çoğu kez izin veriyordu.
Sokaktaki diğer çocukların
yaşları genellikle daha büyüktü. Onlar bisikletin arkasından iterek küçük kızı
gitmek istediği yere götürmeye her zaman gönüllüydüler. Bunu bazen istiyordu
küçük kız, bazense yorularak oynamak daha iyi geliyordu. Yorulup mola verdiği
zamanlarda bisikletinin selesinde bulundurduğu bezi çıkarıp kaportasını
siliyordu. Kırmızılar hep parlasın, toz falan olduysa parlaklığı yok olmasın
diye.
Yine annesinin sokakta oynamasına izin verdiği günlerden birinde bisikletini öyle hızlı sürdü, öyle hızlı sürdü ki artık ayakları da bisikletin hızına yetişemediği için onları pedaldan çekmiş ve iki yanda yukarı kaldırmıştı. Küçük kız nasıl bu kadar hızlandığını anlamaya çalışırken bisikletin tekerleri yerden kesiliverdi. Bisikletiyle birlikte hafifçe havalanmak çok hoşuna gitmişti. Ama yine de çok yükselmek istemiyordu. İstese yükselebilirdi ama hafifçe yükseldiğinde bile içi ürpermeyle doluyordu. Bir yükseliyor, bir yere iniyordu.
Hızın verdiği heyecana kapılmış bir halde bisikletiyle sokağın sonuna geldiğinde tepetaklak yuvarlanıverdi. Neyse ki kazadan hiç yara almadan kurtuldu. Bisikleti çok yara aldı ama. Onu yaralı bir kuş gibi taşıyıp evin bahçesine geri getirdi.
Akşamüstü bisikletin tekrar eski haline dönmüş olduğunu gördü. Çok güzel olmuştu, yenisinden bile parlaktı. Acaba habersizce babası mı tamir etmişti?
Yine annesinin sokakta oynamasına izin verdiği günlerden birinde bisikletini öyle hızlı sürdü, öyle hızlı sürdü ki artık ayakları da bisikletin hızına yetişemediği için onları pedaldan çekmiş ve iki yanda yukarı kaldırmıştı. Küçük kız nasıl bu kadar hızlandığını anlamaya çalışırken bisikletin tekerleri yerden kesiliverdi. Bisikletiyle birlikte hafifçe havalanmak çok hoşuna gitmişti. Ama yine de çok yükselmek istemiyordu. İstese yükselebilirdi ama hafifçe yükseldiğinde bile içi ürpermeyle doluyordu. Bir yükseliyor, bir yere iniyordu.
Hızın verdiği heyecana kapılmış bir halde bisikletiyle sokağın sonuna geldiğinde tepetaklak yuvarlanıverdi. Neyse ki kazadan hiç yara almadan kurtuldu. Bisikleti çok yara aldı ama. Onu yaralı bir kuş gibi taşıyıp evin bahçesine geri getirdi.
Akşamüstü bisikletin tekrar eski haline dönmüş olduğunu gördü. Çok güzel olmuştu, yenisinden bile parlaktı. Acaba habersizce babası mı tamir etmişti?
O akşam çok yorgundu. Annesinin
getirdiği bir bardak sıcak sütü içtikten sonra sobadan yükselen alevlerin evin
tavanında oluşturduğu görüntüleri izleyerek yatağında uykuya dalmak üzereydi.
Birden geçirdiği kaza aklına geldi. Hüzünlendi. Ya bisikletine bir şey olsaydı?
Böyle düşünür düşünmez minik ellerinde kocaman bir bez çuval belirdi. Bisikleti
hiç kimseden yardım bile almadan, tek başına, bez çuvala koydu.
Başardığı için seviniyordu.
Çuvalı yatağının yanına bıraktı. Böylelikle sabah uyandığında bisikletini
çuvaldan çıkarıp tekrar sürebilecekti. Sobanın sıcaklığında içi geçmiş
olmalıydı.
Uyandı, gözlerini ovuşturdu.
Yattığı yerden doğruldu. Fakat ne çuval ne içindeki bisiklet ne de yatağı
oradaydı. Zaten kendisi de orada değildi. Her şey bir anda tuzla buz olmuştu.
Üzerindeki kartondan yorganın
soğuk rüzgârla birlikte yola savrulduğunu fark ettiğinde çıplak ayakları çoktan
donmuştu, onları hissetmiyordu bile. Sanki yoktular. Ayakları da rüyada kalmış
gibiydi. Babasının çekmekte olduğu kağıt toplama arabasının sarsıntısıyla gözleri
iyice açıldı.
Belki akşama doğru biraz
daha uyuyacak, kim bilir ne güzel rüyalar görebilecekti. Hem buruktu hem gülümsüyordu,
gizli işler çevirircesine.
Çiğdem Metin Kurutaç
Çiğdem Metin Kurutaç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder